4 Ekim 2009

Ateş var, duman çıkıyor...


Önce hafta içinde twitter'dan mesaj verdi "Mutlaka Arsenal'e döneceğim" diye, bugün de Londra'da 6-2'lik Blackburn maçındaydı.

Ateş olmayan yerden duman çıkmaz diye boşuna dememişler. Devre arasında bir operasyona hazırlıklı olmakta fayda var

Belliydi...



İstediğiniz kadar yetenekli olun, eğer yeterli mücadele ve fizik gücünden uzaksanız kazanmanız her zaman için zorlaşır.

Galatasaray Sturm Graz ve Ankaragücü maçlarında rakiplerinden çok daha düşük düzeyde mücadele etti. Mağlubiyet kaçınılmaz oldu.

3-0'lık mağlubiyetin alınacağı belki skor olarak değil ama oyun anlamında daha 20. dakikada kendisini belli etti. Savunma ve orta alanda derin boşluklar veren Galatasaray'ın, rakibinden fizik olarak çok daha zayıf olduğu 2. yarının başlarında belli oldu.

Sarı-kırmızılıların öncelikle olarak halletmesi gereken sorunu, defansif zaafiyetleri. Rahatlıkla söylemek gerekir ki; Servet-Hakan Balta ikilisi defansta ideal ikili değil. Hakan Balta'nın soldan, defansın göbeğine çekilmesi sol kanatta da aksamalar yaşanmasına neden oluyor.

Orta alana gelince, Ayhan ne yazık ki formsuz ve ruhsuz. Formsuzluğuna evet ama ruhsuzluğuna hayır. Mustafa Sarp, iyi işleyen bir orta alanda her zaman iş yapar ancak aksamalar yaşandığı zaman istenileni veremiyor.

Rijkaard'a bu maçta tek 'hayır'ım, Elano'nun oyundan alınması oldu. Niçin alıyorsunuz Elano tipindeki adamları? Skoru her an değiştirme özelliği bulunduğu için. Ama siz, ya yedek soyundurup ya da 50 ila 60. dakikalarda oyundan alırsanız, bu özelliğini kullanamazsınız.

Aydın, her kim ne derse desin, Galatasaray'da oynayabilecek yetilere sahip değil. Geniş alan oyuncularının bu tip takımlarda başarılı olması zor.

Son söz Arda'ya gelsin. Arda, bu futbolunu sürdürürse büyük hedefleri olan hiçbir takımda forma giyemez. Tipik Türk futbolcusu mantığı Arda'yı sarıverdi. Çalım üstüne çalım ve hep zoru yapmaya çalışmak. Oysa, futbol basit bir oyun.

Şimdi giyotinler hazırlanmıştır, urganlar yağlanıyordur Rijkaard için. Kimseye yem edilmeyecek, şimdiden biline.

Dinleyesim geldi

Günün pulu vol.30

Sen ne rezil abimizsin Yıldırım Demirören!


Beşiktaş'ta günlerdir konuşulan ve fısıltı gazetesi şeklinde gelişen haberler dün akşam doğruluğunu kanıtladı.

Ülke topraklarında uzun zamandan bu yana ilk kez bu kadar güçlü bir tribün bölünmesi yaşandı. Tabii ki, bunda hafta arası CSKA Moskova maçı sonrası yaşananlar etkili oldu. Zaten o günden bugüne bunun yaşanacağı az-çok biliniyordu.

Olay her ne kadar Beşiktaş tribünlerinde yaşansa da, genel bir taraftar sorunu olduğu çok açıktır. Yarın buna benzer bir bölünmenin Fenerbahçe ya da Galatasaray tribünlerinde de yaşanması mümkün.

Futbola ucundan köşesinden bulaşmış, tribünlerin havasını soluyan herkes bunu biliyor. Ne yazık ki, bu ülkede taraftarlık ilişkisi fazlasıyla çarpık bir düzene oturmuş durumda. Yönetimlerin dağıttığı biletler, yöneticilerin şirketlerinde istihdam ettiği taraftarlar, gizliden ya da açıktan verilen onbinlerce dolar...

Taraftar ve yönetim ilişkisi dünyanın hiçbir yerinde bu denli karmaşık ve girift bir yapıya sahip değil. Oysa 36-42º kuzey paralelleri, 26-45º doğu meridyenleri arasında yaşayan insanların taraftarlıktan algıladığı çok başka bir şey.

Bu ülkede taraftarlar özellikle 2000'li yıllardan itibaren, kulüplerin 'merchandising' işlerine haklı nedenlerle girmesinden dolayı kendilerinin kulüplerde söz hakkı olduğunu iddia eden, takım-taraftar sevgisinden uzak müşteri anlayışına sahipler.

Bu müşteri anlayışı haklı ya da haksız olarak bir süre sonra "Her yıl formamı alıyorum, benim de söz hakkım var" anlayışını da beraberinde getiriyor.

Kulüpler ve kulüp yöneticileri bir yandan sürekli olarak "Siz resmi ürün almazsanız biz istediğiniz transferleri yapamayız" düşüncesini pompalarken, öte taraftan da etki-tepki prensibi gereği taraftarlar da kendileri bir savunma ve saldırı mekanizması kuruyor.

İş böyle olunca da, taraftarlar kendilerini herkesin ve her şeyin üstünde görüp, karar verici olmak istiyor. Tabii ki, kazın ayağı öyle değil ancak yönetimler işi birçok zaman daha da ileri noktaya taşıyıp, açık bir rant zemini ve beraberinde gelen rant kavgalarına zemin hazırlıyor.



Takım-taraftar ilişkisi en basit temelinde bir gönül bağlılığı ve karşılıksızlığa dayanmalı; en azından, bu eskiden böyleydi. Fakat eski çamlar bardak olalı çok oldu.

Dün Beşiktaş tribünlerinde yaşananların tek sorumlusu yönetim ve Yıldırım Demirören'dir. Kendi taraftarı arasında yaşattığı bu kavganın sonunun ölümlere bile gideceğini düşünmeden bir grup taraftarı beslemektedir.

Hayattan beklentileri olmayan, asalak yaşam formuna sahip bu kişilerin yaşamda kendilerini var edebildikleri tek yer tribünler olunca ölümlerin gelmesi kaçınılmaz olur. Yönetimler ya da başkanlar bu noktada hiçbir sorumluluk hissetmez çünkü filler tepişirken çimenler her zaman ezilir.

Tabii ki, yönetimin suçlu olması, başka birilerinin hiç suçsuz olduğu anlamına da gelmiyor. Bir Beşiktaşlı olmamama karşın bu kulübün tarihindeki en büyük başkanlardan biri için kitlesel halde istifa daveti çıkartan bu kişiler; bugün, dün yaptıkları şeyin başlarına geldiğini görmektedirler.

Bugün nemalananların başına da aynısı geleceği kuşkusuz. Fakat bir gerçek var ki, Yıldırım Demirören Beşiktaş Kulübü tarihine gelmiş geçmiş en rezil başkanlardan biridir ve kimin suçlu olup olmadığına bakmaksızın bu bir realitedir.