23 Kasım 2010

Kalkanları siz indirin


Tarih: 15 Kasım 2010
Yer: Bangladeş
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: NATO kapsamında atılacak bir adım ve bu işin komutasının kime verileceği önemli. Topraklarımızın genelinde böyle bir şey düşünülüyorsa bize verilmeli.

Yerleşim noktaları önemli, serpilme önemli. Nerede olacak, hangi irtifada olacak. Teknik kadrolarımız Bütün bunların üzerinde çalışmalarını yapıyorlar ve Lizbon zirvesinde görüşülerek mutabakat sağlanırsa ne ala, yoksa yapacak bir şey yok."

Tarih: 22 Kasım 2010
Yer: Ankara
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: Şu anda balistik füze savunma sistemleriyle alakalı açıklanan başlıklar biliyorsunuz belli. Bunlardan bir tanesi savunma amaçlı olarak NATO'nun bu sistemi kurması kararı.

Komuta olayına gelince, bunlar, bundan sonra yapılacak birleşimlerde tespit edilecek. Şu anda komutası 'şu ülkededir' diye belirlenmiş bir şey söz konusu değil. Buranın komuta sisteminin tamamıyla NATO'da olması gerektiğini söyledik, bunu savunduk.

Komutanın kesinlikle NATO'da olması gereğini ifade ettik ve NATO malumunuz olduğu üzere saldırı sistemi oluşturmuyor, savunma sistemi oluşturuyor. Zaten, NATO'nun kuruluş amacı da saldırıya değil savunmaya yönelik bir birleşimdir.

************************************************************************

Bu ülke yalanlara daha ne kadar inanmaya devam edecek? Sahte delikanlı tavırları ne kadar yutturulacak? Bir hafta arayla söylenenler bunlar.

Akp iktidarı emperyalizmin sıkı bir yardakçısıdır, her ne kadar ülke içindeki dinamikleri ara ara tutabilmek için atıp tutsa da.

Füze kalkanı projesi kapsamında yerleştirilecek Patriot füzelerinin menzili 15-45 kilometre arasında. Güya İran’dan gelen saldırıları önleyecek.

En büyük merakım, ülke topraklarının aleni olarak satılmasının ne zaman gerçekleştirileceği.

Sanırım Cumhuriyet tarihi boyunca bu kadar teslimiyetçi, ülkeyi dışa bağımlı hale getiren, boynunda tasma ile dolaştırılan bir ülke haline gelmemiştik hiç.

Ama ülke halkı benimle aynı fikirde değil. Dilenciliğe alıştırılmış, oyunu pirinç-bulgur-kömüre satan, vicdanı ile onurunu kaybetmiş halk, böyle düşünmüyor. Halk goygoyculuğu yapmayacağım, açık bir biçimde fikirlerim bunlardır.

Herkesin ağzında "Halk en iyisini bilir" mavrası var. Valla sokakta sağa-sola lama gibi tüküren, yaya geçidinin ne olduğundan bihaber, herkesin sorununu kaba kuvvetle çözmeye çalıştığı bir toplumdan söz ediyoruz. Üstelik bu saydıklarıma onlarca madde daha ekleyebilirim.

NATO füzelerini, bunların evlerinin dibine kurmak gerekir. Hatta kalkanları da, bunlar indirsin. Hatta eğer arzu ederlerse, kalkmayanları kaldırma görevini de...

'Devlet şefkatinin' yaşattığı katliam


Bayrampaşa Cezaevi'nde F tipi cezaevlerini protesto etmek için başlatılan ölüm oruclarına son vermek için 19 Aralık 2000'de düzenlenen ve 2'si asker 30'u tutuklu 32 kişinin öldüğü 'Hayata Dönüş' operasyonu ile ilgili davanın ilk duruşması başladı.

Operasyon sırasında vücudunun yüzde 40'ı 3. ve 4. derece yanan Hacer Arıkan'ın mahkemede savunmasından: "İçerden çıkış saati 03.30 civarıydı. Ben koridorda ağabeyimle birlikteydim. Koğuşuma döndüm.

Uzandım ve sonrasında operasyon sesi ile uyandım. Silah sesiyle uyandık. Sonradan öğrendim ki ilk silah sesleri sırasında ağabeyim Erol Arıkan vurulmuş. Yani ilk yaralanan kişi oydu. Koğuştan dahi çıkamadık, çünkü askerler koğuşun kapısının önündeydi. Arkasından atılan bir bombalama oldu.

Yaşamak için onların attığı, biber gazı, gaz bombaları gibi şeyleri camdan dışarıya havalandırmaya attık. İkinci katta yatakhanedeydik.

Artık iyice nefes alamaz hale geldik. Bilincimiz kapandı. Gidebileceğimiz iki yer vardı. Yemekhane ve havalandırma.

Çıktığımız anda içeriye bir madde bırakıldı. Önce çıkış noktamızda yatak yakıldı ve tavandan bir hortumla içeriye bir madde bırakıldı.

Ben halen o madde neydi hangi maddeyle yandım bilmiyorum. Biz C1 koğuşunda 27 bayandık. Arkadaşlarım öldü ve koğuştan en son çıkartılan bendim. Ben çıkamıyordum.

Ortada bir isyan yok. Evet F tipi cezaevlerine karşı yapılan ölüm orucu eylemleri vardı. O gün ölüm orucunda değildim.

10 yıl sonra açılan davada erler yargılanıyor ama o dönemdeki görevlilerin açıklamalarına baktığınız zaman operasyonun gereği hayat kurtarmak değil."


Ölen 2 askerden Nurettin Kurt'un ölümünün, uzun namlulu silahlardan olduğu ortaya çıktı. Yani öldürülen Uzman Çavuş, asker arkadaşlarından biri tarafından öldürüldü.

Bu ülkede yaşanan vahşetlerden en büyüklerinden biridir sözümona 'Hayata Dönüş' operasyonu. İnsanların üstlerine tiner dökülerek, onlarca gaz bombası atılarak öldürüldüğü bu olay Türkiye tarihinin en karanlık günlerinden birinin yaşanmasıyla sonuçlanmıştır.

Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, mahkûmların kendilerini yaktığı yalanını anlatırken, bütün basın ölüm oruçlarının yaşanmadığını, mahkûmların içeride sağlıklı bir biçimde beslendikleri yalanını söylemekten geri durmadı.

Sosyal demokrat kimliğini taşıyan Hikmet Sami Türk, 'devletin şefkati' cümlelerini televizyonlar karşısında savururken, aslında 19 Aralık 2000'de, 'devletin şefkati' mahkûmların üstüne alev püskürtüyor, koğuşlara bombalar bırakıyordu.

Bu devletin şefkati, 'Hayata Dönüş' adında ve ironi tadında operasyonlar düzenleyip, kendi yurttaşını cayır cayır yakarken, yaşamaya çalışan, havalandırmadan nefes almaya çalışan insanlara da kurşun yağdırdı.

Zırh delen özel silahlarla kuşanmış jandarma ve polis, mahkûmlara "İnsan hayatı değerlidir, yaşam hakkı kutsaldır" derken, aslında, "Hiçbirinizin hayatı umrumuzda bile değil. Birazdan hepinizi cayır cayır yakacağız" demek istiyordu.

Bugün hâlâ sürdürülen, insanları şehit ve ölü diye ayıran gelenek o gün de, "2 şehit, 30 ölü" manşetleri atmıştı.

Bugün geldiğimiz noktada yargılananlar, sadece er ve erbaş düzeyinde kalmıştır. Dönemin Adalet Bakanı, Emniyet Müdürü, Jandarma Genel Komutanı ise vicdanlarının sesi ile baş başa bırakılmıştır.

Devletin 'hayata dönüş' mantığının, öldürmek üzerine kurulduğu anlayışının vücut bulduğu ve tüm Türkiye'nin gözleri önünde sergilendiği 'Hayata Dönüş' operasyonu adı verilen katliam bu ülkede yaşanan ne ilk ne de son katliamdır.

Son söz, Türk medyasına. Türk medyasının A'dan Z'ye sınıfta kaldığı, mesleki dezenformasyonun tavan yaptığı bir olay olarak hafızalara kazınmıştır 19 Aralık Katliamı. Bugün herkes günah çıkartıyor ama bu kadar büyük günahın affı ne insani ne de mesleki açıdan olamaz.


Fotoğraftaki kişi: Hacer Arıkan