17 Haziran 2011

.


Geçen akşam Çağrı ile konuşuyorduk, ona bir şey anlatacağımı söylemiştim, neden bilmiyorum o zaman aklıma geldi.

Biliyorum ve hatta farkındayım sanırım daha önce 3 kez 'yazmayacağım' demiştim. Çabuk gemileri yakıyorum, gündelik yaşantımda geri dönüş yapmam ama burasına karşı aynı kararlılıkta duramıyorum.

Belki birkaç arkadaş hatırlar, "İzleyici sayısı 250 olduğu zaman, yeni bir blog açacağım" demiştim. Geçen gün hiç farkında olmadan 251'i gördüğümde "Eeee ne bekliyorsun?" diye söylendim, kendi kendime.

İlk yazdığım akşam, 1635 başlık yazabileceğimi düşünmemiştim. Hatta şu an bile, o kadar yazabileceğimi düşünemiyorum. Pek çok saçmaladım, pek çok kalp kırdım belki. Bazılarını bilinç dahiline, bazılarınıysa da kesinlikle ayırdına bile varmadan yaptım.

Bu kadar kişi tarafından takip edilmek, kimileri için az, kimileri için çok olabilir ama bence oldukça fazla ve bir noktadan sonra rahatsız edici. Bir noktadan sonra gelen giden insan sayısının fazlalığı, yarak-kürek tiplerin gelmesine de neden oluyor.
Attıkları yorumlar, mailler öyle çok da derdim değil, umursadığımdan değil ama içten içe rahatsız oluyorum, bu tiplerin gelip gitmesinden. Sanki evime giriyorlar gibi hissediyorum. Ne yazık ki burada kapı sürekli açık..

Duygusala bağlamak istemiyorum da, şu bloğu açtığım gün, kardeşim gibi seveceğim adamlar olacağını tahmin etmezdim. Hiç görmediğim, elini bile sıkmadığım insanlarla dertleştim. Hakikaten güzel insanlar uğradı şuraya.

Bir gece Çağrı ile aşk konuştuk, başka bir gün Fırat'la dünyaya bakışı konuştuk, bir gece Ozan'la siyaset konuşuk, başka bir gün Alican'la bambaşka bir şey konuştuk.

Yazılanları silmeye gönlüm elvermiyor ısrarla. Kaldı ki, şurada yazılanlarda benim kadar emeği olan insanlar var. Kimi mail attı "Bak bunu yazsan iyi olur" diye, kiminin yazdığı bir yorumu yazdım, kimiyle konuşurken ortaya bir şeyler çıktı.

Herkesin emeği var o yüzden silmiyorum ve silmeyeceğim. Ama bu kez noktayı koyuyorum.

Haksızlıklara sesimizi çıkartacağız, isyan edeceğiz, küfürün dibini bulacağız, futbol geyiği çevireceğiz.

Herkes kendine iyi baksın. Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş diye kimse birbirini üzmesin, hırpalamasın.

Ara ara şiir kondurduk, bir tane de Özdemir Asaf'tan gelsin...

Haydi eyvallah.

HOŞÇAKAL

Siyah beyaz tuşlarında piyanomun
Seni çalıyorum şimdi
Çaldıkça çoğalıyorsun odada
Sen arttıkça ben kayboluyorum

Seni doğuruyorum geceye
Adını koyuyorum Aya bakarak
Her şey sen oluyor her yer sen
Ben ölüyorum

Sesini duyuyorum Rüyalarımda
Gözlerimi kamaştırıyor ışığın
Rüzgar sen gibi dokunuyor bana
Ben doğuyorum

Duymak istediklerimi söylemiyorsun hiç
Dokunmuyorsun bana
Sen gibi bir şimşek çakıyor
Tam kalbime düşüyor yıldırımı
Ben gidiyorum.

Bugün karne günü


Bugün karneler alındı. Bazı çocuklar karne hediyesi olarak, bisiklet, bilgisayar, tatil, ayakkabı alacaklar ebeveynlerinden.

Bazıları da, karnelerini bile tarlada aldı. Kimbilir ne vakittir gitmiyorlar okula. Tarlada, elde çapa, ekinlerin başında çoktan çalışmaya başladılar bile.

Onların tatili, 40 derece sıcakta öğlen paydosunda bir parça ekmek, bir parça peynir, iki-üç zeytinle bir domates olacak. Onların tatili, ufak bedenlerine, daha karanlık olmadan çökecek yorgunlukta, kafalarını yastığı koyar koymaz uyumak olacak.

Karneleri dağıtan öğretmenler, çocuklara 'iyi tatiller' dileyip, bol bol kitap okumaları tavsiyesinde bulunmuş. Sanki vakitleri olacakmış gibi, sanki kitap okumak için gözlerini aralayabileceklermiş gibi.

Bu ufak bedenler, kırmızı lastik bir top peşinde koştuktan sonra yorulacağına, güneş altında çapayı toprağa vurduğu için yorulacak.

Bu kadar çabaladıktan sonra eline günde 10 TL geçerse, şans sayacaklar. Bütün kazandıkları parayı annelerinin, babalarının eline verecekler.

Bugün karne günü. Alışveriş merkezleri dolmaya başlamıştır bile. Mutlu bir azınlık, kolundan tuttuğu çocuğuna, kimbilir hangi hediyeyi seçecek.

Bugün karne günü. Güneşin altında çatlayan tenlerine, nasırlaşan parmaklarına aldırış etmeden para çalışmak zorunda kalan çocuklar, karne hediyesi nedir bilmeden hayatlarına devam edecekler.

Kimileri trafik ışığında elinde pet şişelerle su satacak, kimileri denizde kulaç atacak. Kimileri kaportacıda yağ içinde bir araba altında üstünde tulumuyla yazı geçirecek, kimileri bilgisayar başında oyun oynayarak.

Onlar daha erken yaşlanacak, daha çabuk yıpranacak, 20'sine geldiğinde elleri semsert olacak. Kızlar birkaç sene sonra evlendirilecek, çocuk yaşta çocukları olacak. Evcilik oyunu, gerçek olacak. Bez bebekler yerine, kendi bebekleriyle 'oynayacaklar'.

Bu dünya adaletsiz ama bazıları için daha adaletsiz. Sadece bunun için bile mücadele etmeye değer.

Unutmadan, bir günlüğüne bile olsa, bir sokak çocuğuna kıyak yapın. Her gün olmasa da, bir gün yapın ama yapın.

DÜNYAYI VERELİM ÇOCUKLARA

Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler.

Nâzım Hikmet