16 Nisan 2010

At izi ve it izinin karıştığı iki haber

Nokta, virgül bile değiştirmeyeceğim. Aynı insanın ağzından çıktığı söylenen röportajın, 10 ay arayla hemen hemen aynı ifadelerle ama birbiriyle tam zıt biçimde verilmesini göreceğiz. Haberlerden sonra yorumumu okursunuz.

15 Nisan 2010 Vatan Gazetesi-Gökmen Özdemir imzasınde Lucescu'nun söyledikleri:

"Bir futbolcu Brezilya Milli Takımı’na gidiyor diye ’yıldız’ olamaz. Elano sert liglerin futbolcusu değil. Ne sert bir karakteri var ne de sert futbola uyum sağlayabilir.

Sahada sorumluluk almaz. Hocasına sorun çıkartan bir karakter. Keşke Galatasaray onu alırken, ona bu kadar büyük yatırım yaparken beni arayıp, sorsaydı..

Ben bir dost olarak onlara gerekeni söylerdim. Böyle büyük para harcarken iyi araştırmak lazım. G.Saray için 7.5 milyon Euro bonservis, yılda 3.5 milyon Euro’dan 4 yıllık sözleşme ekonomik olarak ağır bir yatırım. Bunun karşılığını almaları gerekir.

Brezilya Milli Takımı’na onun nasıl seçildiğini biliyorum. Dunga ile ortak bir noktası var. Benim takımımda Fernandinho oynuyor. O çok iyi ama seçilemiyor. Zamanında Matuzalem vardı.

En iyisi oydu. O da seçilemedi. Elano’nun Brezilya Milli Takımı’na gidiş nedeni özel.. Keşke G.Saray onu alırken iyi araştırsaydı."


TARİH 31 TEMMUZ 2009 SABAH GAZETESİ HABERİ

"Elano transferini duyunca bütün gün telefonumu kapattım. Başıma geleceği biliyordum.

Türkiye'den sayısız gazeteci arayacaktı. Bana ulaşan ilk gazetecisin" yanıtını verip Elano'yu anlatmaya başladı: "Çok zeki bir oyuncu. İnanılmaz yeteneklidir. Hem zeki hem de yetenekli bir futbolcu bulmak zordur. Ve Elano tam böyle bir oyuncudur.

Sahada sorumluluk alır; lider özelliğini ortaya koyar. Rakip kaleye gitmenizi kolaylaştırır. Maç tıkanmış, forvette sıkıntı yaşanıyorsa, bu alana daha fazla destek olur.

Uzaktan isabetli şutlarıyla bize çok maç kazandırdı. Duran toplarda da ustadır. Korner ve frikikte Shakhtar'a ondan daha iyisi gelmedi.

Sonuç itibariyle Galatasaray gerçekten çok çok iyi bir transfer yaptı. Bence son yıllarda yaptıkları en iyi transfer"


Yorum: Elano'nun Galatasaray'da beklentilerin yanına bile yaklaşmayacak bir performans sergilediği bir gerçektir. Belki beklenti yüksekti, belki de alışamadı. Bilmiyorum, sorguladığım şey bu değil zaten.

Gökmen Özdemir, bir Galatasaray forumundan çıkıp, köşe yazarlığına geldiği günden bu yana pek çok yalan habere imza atmıştır. Yaptığı son haber aleni olarak yalan ve yönlendirmelerle doludur. Hatta oturup masa başında Sabah gazetesinin haberini okuyup, yazmıştır.

Şimdi yazacağımı gayet net yazıyorum. Kendisi köşe maç yazılarında; pek çok kez ilk yarı sonlarında forumlardan okuduklarının bazılarını copy-paste yaparak, bazılarını da harmanlayarak yazmaktadır. Üstelik sadece taraftar forumlarından değil, bazı blog yazarlarının yazılarından da faydalanmaktadır.

Son zamanlarda imzalı haberleri ile kime hizmet etmekte bilmiyorum. Galatasaray taraftarını, birtakım isimlere karşı galeyana getirmek için elinden geleni ardına koymuyor. Fakat bilmesi gereken şey şu; birilerinin kendisi ile işi bittiği zaman, tıpkı karpuz çekirdeğini tükürür gibi tükürüleceğidir.

Ve tabii ki spor basını (herkes değil). İşte bu yüzden ahlaksızdır, işte bu yüzden yalancıdır, işte bu yüzden itibar edilmez. Bir mesleğin yüz karası olmak için bu denli uğraşmaya gerek yok. Çıkıp yekten "Biz şerefsiziz" demeleri yeterlidir.

Filler ve çimen


İnsan bazen her gün geçtiği yollarda farklı farklı şeyler görebiliyor, gördüklerine başka anlamlar yükleyebiliyor.

Dün, akşam saatlerinde her zamanki rotamla eve doğru giderken, bazı evler dikkatimi çekti. Her ne kadar 3-4-5 katlı olsalar da, üzerlerinde sıva dışında herhangi bir işlem görmemiş ancak perdelerinden anlaşılacağı gibi içlerine insanların yerleştiği bu evler sanki birer av hayvanı gibi izlenmiş.

Boyası bile olmayan bu apartmanlarda çok ferah yaşamların sürmediğini anlamamak için bir nevi embesil olmak gerekir.

Kafamı kaldırıp, apartmanların tepelerine baktığımda; bu özenle seçilmiş boyasız apartmanların üstünde koca koca baz istasyonlarını fark ettim. Aslında daha önce de görmemiş değildim fakat bu denli 'özenle' seçilmiş olduklarını ilk kez fark ettim.

İçimden kapasitem dahilinde küfür savurdum. Üzerlerinde baz istasyonu olan bu apartmanlar sanki Nazi Almanyası'ndaki Yahudi evlerini hatırlatıyor. Üstlerindeki o garip antenvari yapılar, onların fakirlik belgeleri.

Ellerine geçen, her kuruşun bile değerli olduğu bu insanlara, nasıl hayvan muamelesi yapıldığı ve yaşamlarına nasıl bir bedel biçildiği insana ızdıraptan fazlasını veriyor.

Sonra 'illegal' olduğu her halinden belli olan 1 Mayıs afişi gördüm. Üstünde Mahir Çayan ve Dursun Karataş'ın fotoğraflarının olduğu ve "Mahir'den Dayı'ya mücadele" yazan afişin, bu evlerden birine asıldığını gördüm.

Fakir edebiyatı ya da ajitasyon peşinde değilim, bunun senelerce kimseye bir faydası olmadığını hep birlikte gördük. Ancak fakirlik bu ülkede milyonlarca kişinin üstünde demirden bir palto.

Yaşananlar paradoks gibi hakikaten. Şimdi bu üç-beş kuruş için hayatlarını hiçe sayan insanların, yani biliçli bir biçimde eğitilmemiş, eğitimden uzak tutulmuş bu insanlara "Anayasa'yı değiştirelim mi?" diye sorulacak.

Bak şimdi, nereden nereye geldim. Kendi hayatı konusunda bile yanlış kararlar veren bu insanlara bu ülkenin geleceğiyle ilgili bir soruyu niye soruyoruz? Üstelik benim geleceğim konusunda da karar verecek.

Vicdanım başka bir şey söylerken, beynim başka bir şey söylüyor. Her ikisi de, birbirini suçluyor, düşündükleri ve söyledikleri için.

Herkes 12 Eylül Anayasası'ndan yaka silktiğini söylüyor ama 12 Eylül ürünü Kutlu Doğum Haftası'nda konuşma yapmak için sırada bekliyor, 12 Eylül'ün tüm nimetlerinden yararlanıyor.

Dün YÖK konusunda her gün ağlayanlar, bugün YÖK'ü kendi istedikleri gibi kullanıyorlar ve kaldırmak konusunda adım bile atmıyorlar. Bugün hakimlerden, yargıçlardan yaka silkenler, yarın kendi hakim ve yargıçları işbaşı yaptığında "Benim hakimim, benim yargıcım" diyecek.

Tüm sorun, gücü kimin, ne şekilde kullanacağı kavgasında düğümleniyor. Türbanla okula giremediği için kendilerini zincirleyenler, bugün yine okullara giremezken, sanki hiçbir şey yokmuş gibi davranıyorlar. Aradan geçen süreçte ne değişti? Tabii ki, hiçbir şey değişmedi.

Filler ve çimen hikâyesi yaşadıklarımızın hepsi. Birileri üstlerde tepişirken, zeminde kalanlar çaresizce yukarı bakıp, aptalca bir biçimde saf seçip, kendi ezilmelerini izliyor. Bir diğeri ezilirken, sadistçe zevk alıp gülümsüyor. Kendi safındaki eziliğinde "mazlum" edebiyatının inceliklerini ortaya döküveriyor.

Yaşadıklarımızın sonucu bizi nereye götürecek, büyük bir bilinmez fakat içimdeki ses pek ümitvar değil.