25 Temmuz 2011

Hiç olmazsa... -3-


Mehtap'la göz göze geldi. İlkin kaçırdı bakışlarını, utandı. İyi de otobüsten kaçacak değildi ya, üstelik Mehtap da onu fark etmişti. Başını önüne eğdi, pencereye doğru çevirdi. Mehtap yanına doğru yürüyordu, yan gözle süzüyordu.

- Naber.
- Yeminle seni takip etmiyorum, eve gidiyorum.
- Tamam, tamam inandım.
- Sağol. Üfff bu balık kokusu nereden geliyor?
- Poşette kokmaz dediydim ama kokuyor.
- Senden mi geliyor o koku? Hem sen balık mı tutuyorsun?
- Tuttum ya bugün, bir görsen nasıl zevkli.
- Beni de götürsene.
- Vallaha mı?

Ali, oltasının olmadığını aklına getirdi. Yusuf Ağabey'i bulup konuşmalıydı, belki o ödünç verirdi. Hiç bu kadar mutlu olmamıştı, bir kez ortaokulda sevdalanmıştı, gizli gizli hiç söylemeden, içinden. Bir yıl boyunca onu izledi. Evini bile biliyordu, hafta sonları kapısının önüne giderdi, bir kez olsun görebilsin diye. Hande'den sonra ilk kez içini böylesi kıpır kıpır eden bir kız çıkmıştı karşısına.

- Sen söyle bana, ne zaman istersen gidelim.
- Bilmem, dedim öyle ama babam izin verir mi bilmem.
- Beklerim ya ben, sen iste yeter ki.
- Sen her sabah oradan geçiyor musun? İneceğim birazdan, ben hep 8.30'da orada olurum.
- Ben de olurum o zaman.

Durağa gelmek üzereydiler. Ali bitmesin istedi, benzin bitene kadar gitseydi otobüs, konuşsalardı, yine de doymazdı.

- Görüşürüz yarın sabah. Balık kokma sabah.
- Ben kokmuyorum ki, balıklar kokuyor.
- Tamam işte kokma.
- Kokmam.

Mehtap düğmeye bastı inmek için. Ali arkasını dönmüş Mehtap'a bakıyordu. "Allahıma güzel kız, çiçek gibi" diye geçirdi içinden.

- Görüşürüz sabaha unutma.
- Unutur muyum hiç.

Otobüsün hareket etmesiyle Ali, diğer taraftaki pencereden bakmak için ayağa kalktı, Mehtap arkasını dönüş gidiyordu, kafasını çevirip de bakar mıydı acaba? Bakmadı. "Olsun sabaha yine göreceğim."

Otobüsten indi, eve doğru yürümeye koyuldu. Elinde balıklar, annesini, kardeşlerini düşündü. Köşeyi döndü, adımlarını hızlandırdı, bir an önce balık yemek istiyordu. Tahta kapıyı itiverdi "Anaaaaaaa, gel hele bak" diye bağırdı. Kapıya vurdu 'pat pat pat'.

En küçük kızkardeşi Ayşe açtı kapıyı.

- Ayşe bak balık yiyeceğiz.

Kapının arkasında babası belirdi, "İt soyu neredesin sen?" diye bağırdı. Ali kapıdan içeri adımını attı ki, babası tokatı patlattı suratının ortasına. Yere düştü, kardeşi ağlamaya başladı. Ali yerden kalkmak için hamle yaptı ki, bir tane daha tokat yedi. Bir tane daha, sonra bir tane daha, bir daha, bir daha. Ali'nin ağzı burnu kan içinde kalmıştı.

-İt oğlu it, babandan para saklamak ha.

Ali'nin çenesinin iki yanından tutmuş, sarsıyordu. Ali ne olduğunu anlamıştı, babasına bir şey söyleyemiyordu. Tek eliyle çenesini kavradı, bir tane daha vurdu.

- Vurma baba vurma, yeter artık.
- Sus ulan, it soyu. Bir de cevap veriyor. Piçe bak sen, babasından para saklıyor.
- Sen kumarda yiyesin diye mi verecektim!

Babası sinirden kudurmuştu, boğazındaki damarlar kabarmıştı. Yere savurdu Ali'yi. "Bak hele piçe, bir de laf ediyor" dedi ve Ali'nin karnına tekmeyi bastı. Yerde iki büklüm olmuştu Ali, babası saçlarından tuttu iki tane daha vurdu suratına. Kanlar süzülüyordu burnundan ve ağzından, boynuna doğru.

"Ulan bir daha benden para sakla, bir daha sakla bak o zaman ne yapacağımı görürsün" dedi. Mavi poşetin içinde yerdeki balıkları aldı ve "Bok yiyin hepiniz" dedikten sonra kapıyı çekip gitti.

Ali yere kapaklanmış hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, hiçbir şey söyleyemiyordu. Öfkesi dağlar kadar ama babaya el kaldırılmazdı. Annesi çıktı odadan, Ali'nin yanına geldi. Annesi de nasibini almıştı dayaktan, gözleri şişmişti, saçı başı dağılmış, yemenisi omuzlarındaydı.

- Anamm, yine mi dövdü seni. Beni döveydi ya, yetmedi mi?
- Alim, kuzum, gel yıkayalım yüzünü. Yürü bir doktora gidelim.

Ali annesine sarıldı, sıkı sıkı. İkisi de gözyaşları içindeydi, acılarını paylaşmaya cabalıyorlardı ama nafile. Evde sadece Ayşe vardı, Nihal ve Nihan komşuda olmalıydılar. Bir şey söyleyemediler, sadece ağladılar.

Birlikte banyoya gittiler, Ali'nin yüzünü sildi annesi. Canı acıyordu fakat sesini bile çıkartmıyordu Ali. Canının yandığını hissederse, annesinin de canı yanardı. Çıktılar banyodan, içeri geçtiler.

- Ana balık alayım mı? Pişirirsin yeriz.
- Bana verdiğin bütün paraları aldı adı batasıca baban.
- Bende var ana, hem yine biriktiririm, yine veririm. Akşam da başka iş bulurum.
- Alim, ben de çalışacağım. Olmaz öyle iki iş.
- Yok anam, gidelim bu evden. Babam olmayaydı, öldürürdüm onu.
- Ağzından yel alsın, deme öyle.
- Gidip balık alayım, canım çekti. Tuttuğum balıklardan yiyeydik, daha iyi olurdu. Olsun alıp gelirim hemen.
- Madem öyle, canın çekti, al gel oğlum.

Ali annesinin yanağından öptü, Ayşe'ye sarıldı "Çikolata alayım mı sana da?" diye sordu. Ayşe gülümsedi, kafasını salladı, ağabeyinin beline sarıldı. Öptü saçlarından, çıktı evden.

Yüzü gözü şişmiş olmalıydı, aynaya bile bakmamıştı. Sokakta yürürken, herkes ona bakıyordu ama umrumda bil değildi. Mehtap geldi aklına, "Sabah görüşecektik, böyle nasıl çıkarım karşısına" diye düşündü. İyisi mi gitmemekti. O zaman da sözünü tutmamış olacaktı. İki ucu boklu değnek, hangi taraftan tutsa olmuyordu.

Balıkçıya varmak üzereydi, babasının bir daha annesine böyle davranmasına asla izin vermeyecekti, "Hele bir yap, hele bir yap" diye sesli sesli konuştu.

- İstavritin kilosu kaç para dayı?
- 5 lira evlat.
- Ver iki buçuk kilo o zaman.

Balıkçı, elindeki tastan poşete doldurdu balıkları. Tartıya koydu, baktı eksiği var, bir tas daha koydu.

- Fazlası benden olsun, akşam pazarı.
- Sağol dayı.

Parayı uzattı, üstünü aldı. Ya yarın gitmezse neler düşünürdü Mehtap. "Mahallede çocuklar saldırdı, 10 kişi üstüme geldi derim. Nereden bilecek ki!"

İnsan sevdalısına yalan söyler mi hiç? "Yok yok adi babam yaptı. Yalan söylemem Mehtap'a." Kendi kendine konuşurken, mahalleye gelmişti bile. Bakkala girdi, kuru soğan aldı, 4 tane de ekmek. Parayı tam verecekken, çikolatalar geldi aklına. 3 tane de çikolata alıp çıktı.

Nihan ve Nihal da gelmişti eve. Kese kâğıdının üstündeki çikolataları kardeşlerine verdi. Hiçbiri tek kelime bile etmeden sarıldılar Ali'ye. 4 kardeş bir kucak oldu. Balıklar pişti, yer sofrası kuruldu, elleriyle yediler baklıkları. Ali soğana doymadı, cücüklerini kardeşlerine verdi. Sanki az önce evde hiçbir şey yaşanmamış gibi oysa ne çok yaşanmıştı, izleri Ali'nin vücudundaydı.

Kovadan su tuttu kardeşlerine, ellerini yıkadılar. "Ana ben çıkıyorum, az dolaşıp geleyim." "Tamam yavrum, çok geçe kalma e mi?" diye yanıtladı annesi.

Ali sandığından çıkarttığı pakedi cebine attı. Evden çıkar çıkmaz yaktı sigarasını. Sahile doğru yürümeye koyuldu, derin derin nefesler çekti sigarasından. Trenlerin geçtiği üstgeçidin altından yürüdü, ışıklardan geçti, sahile geldi, oturdu kayalıkların üstünden, bir tane daha sigara yaktı.

Mehtap'ın elini tutmak, saçlarından koklamak istedi bu sahilde. Hiç yapmamıştı bunları. İster miydi onu bile bilmiyordu ama içinde ona dair çok şey vardı, çok istek.

Eve döndü, düşünmek için fırsatı bile olmadı yataktı, uzandığı gibi uyudu.

Sabahın ilk ışığıyla yataktan çıktı. Tüyleri artık sağa sola sapmış fırçasıyla dişlerini temizledi, ayna karşısında saçlarını taradı. Gözlerinin kenarları mosmordu, vücudunun her yeri ağrıyordu ağrımasına ama o yüzüne gözüne bakıyordu sadece. Kafasını banyodan çıkarttı, babası yine gelmemiş

(birkaç gün bekleyeceksiniz)