7 Kasım 2014

Filmin sonunu sen yazacaksın


Bazen bardağın dolması için olur olmaz, gelişigüzel, hiç beklenmedik bir şeyler yaşar insan. O bardak aslında dolmak için uzun süredir isyan halindedir ama sen tutarsın kendini, bir umut beklersin.

Ülkede öylesine şeyler yaşıyoruz ki, bardaklarımızdan bırakın damlayı oluk oluk akıyor sular, kabullenmek istemeyişimizden ötürü kendimizi kandırıyoruz.

Son birkaç aydır acayip şeyler yaşıyoruz şu ülkede, aklıma bir çırpıda gelen o kadar çok şey var ki, hangisini en üst sıraya koysam diye düşünüyorum, hepsinin en üstte olması gerektiğini düşünüyorum.

Bin odalı saraylar yapılıyor, madenler işçilere mezar oluyor, insanlar sokakta öldürülüyor, polis devleti denilen olgu kanunen yasalaşıyor, yanı başımızda insanlar katlediliyor, bırakın yaşam tarzımızı içtiğimiz sigaraya bile karışılıyor, işsizlik artıyor, kölelik düzeni denilen kiralık işçi dönemi geliyor, kadın cinayetleri her geçen gün artıyor, sünni faşizmi her geçen gün daha baskın şekilde pompalanıyor, yeşil alanlara tecavüz ediliyor, ülkede tek bir mahkeme kararı uygulanmıyor, saçma sapan bahanelerle insanlara davalar açılıyor, katiller ve hırsızlar elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor, televizyonlarda-gazetelerde birtakım insanlar her türlü soytarılığı yapıyor, medya susuyor, en değerli araziler birilerine peşkeş çekiliyor, ülkenin resmi kolluk güçleri 'yaşasın IŞİD' diye bağırıyor, ülkenin ele avuca gelen en değerli sanatçılarına sansür uygulanıyor, sinema-tiyatro sahneleri kapatılıp yerlerine AVM'ler oteller dikiliyor, en ufak hak arama talepleri bile en ileri faşist ülkelerdeki gibi bastırılıyor.

Daha ne yazayım bilmiyorum, bunların dışında onlarca şey yaşıyoruz ve hepsini sadece izliyoruz. Öylece, oturduğumuz yerde izliyoruz. 3-5 kişi biraraya gelip eylem yapınca oturduğumuz yerden alkışlıyoruz. Katılmak aklımızın ucundan bile geçmiyor.

Farkında mısınız bilmiyorum ama inanılmaz sindirildik. İktidar ve onun yanında yer alan güçler her ne yaparsa yapsın, hiçbirine tepki veremiyoruz, tepki verenlerin yanında olamıyoruz. Üç-beş kelime bir şey yazıp, bir bok yaptığımızı sanıyoruz, hepsi bu.

Oysa şu saydığım şeylerden herhangi biri, gelişmiş bir ülkede yaşansa, ortalığı ayağa kaldırır, bunların sorumluları yerlerinde duramaz. Hoş, bunlardan birine bile cesaret edemezler, başlarına gelecekleri düşündüklerinde.

Benim bardağımı dolduran şey şu video oldu.

Oturup izledim, sonra tekrar izledim ve tekrar, tekrar. Muhtemelen 50'nin kez izlemişimdir. Basit bir sarılma eylemine, insanların tepkisini her izlediğimde dehşete düşüyorum. Söylenenler bende inanılmaz bir etki uyandırıyor ve umutsuzluk duygusu her yanımı kaplıyor.

Bir taraftan, 'aslında böyle umutsuz olman için söyleniyor bu sözler' diyorum ama ülkede olup biten başka şeylere baktığımda, o içimdeki zerre kadar umut da yok oluveriyor.

Bu devlet benim hep bir hayat tarzı dayattı, nasıl yaşamamız, neye inanmamız, neyi alkışlamamız, neye karşı durmaya dair. Bunları çoğu zaman bilinçaltına aşıladı, resmi ideoloji olarak işaret etti, eğitim sisteminde öğretti ama böylesine 'bunları yapmazsan sana yaşama şansı yok' diye dikte etmedi.

Bu ülkede uzun zamandan bu yana adını koymadan 'bizdensen yaşama şansın var, karşıysan yok edilirsin' diye bazen gözümüzün içine sokula sokula, bazen de alenen ağızdan dökülen cümlelerle hayatımızın her alanında ne yapmamız gerektiği emrediliyor.

Bizi sokakta dayakla, işkenceyle, mahkemelerde açtıkları saçma sapan davalarla, sonu gelmeyen tehditlerle, ölümle, hapisle, işsizlikle açlıkla, yoksullukla terbiye ediyorlar ve biz o terbiye sürecinde efendisine sadık köpekler gibi itaat ediyoruz. Sakın birkaç eyleme gidip, iki slogan attınız diye 'yok canım ne ilgisi var, sen kendi adına konuş' filan diye savunmaya kalkışmasın kimse, yaşadıklarımız birebir olarak bunlardan ibaret. Sen de, ben de bu ülkede kurulan sistemin kölesi ve bu iktidarın köpekleriyiz.

Her gün kendimi sorguluyorum, yaptıklarımdan çok yapmadıklarımdan ötürü kendimi sorguluyorum. Tek başıma da olsa 'neden daha fazla direnmiyorsun?', 'neden daha onurlu davranmıyorsun?' diye kendimi suçluyorum. Sadece bu yüzden aynada suratıma daha nadir bakmaya başladım çünkü bu konularda yüzleşmekten korkuyorum.

Umutsuzluk tek umudumuz olmaya başladı ve belki de en kötüsü bu. İtiraf etsek de, etmesek de hepimizin içini kaplayan şey bu duygu. Herkes birisinin ya da birilerinin bu boktan çarka bir demir çubuk sokup bozulmasını bekliyor. Ben senden bekliyorum, sen benden bekliyorsun, öteki bir başkasından... 

Yazının sonunda 'işte şunu yapmalıyız' gibi bir şey bekliyorsan, şu andan itibaren okumayı bırak. Keşke öyle bir fikrim olsaydı da söyleyebilseydim ama ne yazık ki yok. Dedim ya, aslında benim dolu olan bardağım taştı diye, o bardağı boşaltıp bir daha tek damla bile akmaması için ne yapabilirim, onu da bilmiyorum. 

Bildiğim tek şey var, bu köpekliğe daha fazla dayanamıyorum; bana dayatılanlardan bıkıp usandım. Neye inanacağımı, neye karşı duracağımı, neyi yeyip içeceğimi, nereye gideceğimi birilerinin belirlemesinden nefret eder hale geldim ve o nefret artık karşı konulmaz bir hal almaya başladı. Hepimiz bir kıvılcımın ateşe dönüşmesini bekliyoruz ama o kıvılcım belki benim içimde, belki de senin. Bir başkasının harekete geçmesini ne sen bekle, ne de ben bekleyeyim.

Bu faşist muhafazakâr baskı dayanılmaz hâl almaya başladı. Vapurdan inen kadınların etek boylarından tut da, çocuk sayısına, nasıl düşünmem gerektiğinden, nerede ne içeceğimden, hangi internet sitesine gireceğime, eylem yapıp yapamayacağımdan  hangi gazeteyi okuyacağıma kadar ucu bucağı gelmeyen yasaklar ve 'bunu yapın' diye emir silsilesi altında yaşamaktan gına geldi.

İş öyle bir noktaya geldi ki, birtakım soytarılar televizyonlarda 'ya sev ya terk et' demeye başladı.

Hadi o zaman açık açık yazayım. Onlar gayet açık açık söylüyor, ben de söylüyorum;

Bu ülkede cami görmekten bıktım.
Nasıl yaşamam gerektiğini,
Neyi içip içmeyeceğimi,
Neye inanıp inanmayacağımı, 
Hangi haberi okuyup okumayacağımı, 
Hangi internet sitesine girip girmeyeceğimi, 
Kimi ya da neyi protesto edip etmeyeceğimi,
Vücudumda neyi yapıp yapmayacağıma,
Neyi giyip giymeyeceğimi,
Ve daha birçok konuda bana söylediğiniz ve emretmeye başladığınız her şeyden bıkıp usandım.

İnandığınız her şeyden tiksiniyorum. Hırsızlığınızdan, arsızlığınızdan, kendinizden başka kimseye saygı duymamanızdan, faşist yönetim biçiminizden, her gün her dakika her konuda konuşmanızdan, sizin gibi düşünmeyenlere pislikmiş gibi davranmanızdan, polisinizden, milletvekillerinizden, bakanlarınızdan, yandaş medyanızdan, gazetelerinizden, televizyonlarınızdan, sadece para ve güç için size biat eden köpeklerinizden nefret ediyorum

Sokakta masumane sarılan iki kişi için 'hapse girmeli', 'saldırmaya teşvik ediyor' diyen bir topluluk yaratıldı. 

Nasıl yaşamak istediğinize ya biz karar veririz ya da bir gün ağzınızdan 'Dört duvar niye var, niye yapılmış' cümlesi ağzınızdan saçılıverir. Çünkü biz farkında olsak da, olmasak da hepimiz dönüştürülüyoruz. Kabul etsek de, etmesek de bir Hollywood setinde, bilim kurgu filmi değil bu dönüşüm, yaşadığımız yakıcı gerçeğin ta kendisi. 

Çok yakında filmin sonu gelecek. Bu bilim kurgu filminin sonu geldiğinde önümüzde iki seçenecek var; ya alkış tufanına katılacaksın ya da filmin sonunu değiştirmeye çalışacaksın. Arası yok...

Kendinize iyi bakın, sakın insanlıktan ayrılmayın. Bizi bunlardan ayıran tek şey insanlığımız çünkü...

Not: Ajitasyon yapmıyorum ama günde 17 saat çalışıyorum, sık yazamayışımın tek nedeni bu.