19 Aralık 2011

İçeride dışarıda hücreleri parçala


Devletin operasyon görünümündeki, cezaevlerindeki devrimcilere yönelik katliama koyduğu isim dalga geçer gibi "Hayata Dönüş"tü.

İstanbul'daki askeri kışlalardan binlerce asker katıldı bu katliama. Saat 05.00'te başlatılan faşist katliamda, insanları hayata döndürmek için deliklerden bombalar bırakıldı, makineli tüfeklerle üzerlerine binlerce kurşun yağdırıldı, ülke sınırlarında o güne dek kullanılmamış her çeşit ve ebatta bombalar bırakıldı, alev makineleriyle insanlar cayır cayır yakıldı. O kadar aşağılık bir katliamdı ki, yanan insanlara, benzinle battaniyeler atıldı, yangın yerinin ortasında.

Gazeteler, televizyonlar, devletin insanları yaşatması için bu operasyonu başlattığı yönünde haberler yaparken, seneler sonra "Kullanıldık" itirafı geldi. Oysa 19 Aralık 2000'deki katliamı bilmeyen kimse yoktu ve bugün 'kullanıldık' diyenler, o günlerde yaptıkları aşağılık haberleri üstlerinden atmaya çalışıyorlar.

122 kişi öldü bu kanlı katliamda. Üstünden öyle çok uzun süre de geçmedi. Cezaevlerinin tümünde olması gereken güvenlik kameraları çalıştırılmadı, o günün tanıkları dışında kimse içeride yaşanan katliamı doğru düzgün bilmiyor. Ülkede estirilen rüzgâra bakıldığında, öldürülenler askere makineli tüfeklerle ateş ettiler, bombalar attılar.

19 Aralık, toplamda 122 kişinin ölümüne sebep olurken, bugün sayıları 500'e yaklaşan kişinin Wernicke Korsakoff hastası olmasının başlıca nedeniydi.

Bu katliam çok uzun süre saklandı. Bugün gazetelerde, televizyonlarda "Orada bir katliam yaşandı" diye yavşakça konuşanlar, 20 Aralık'ta gazetelerinin köşelerinde, devletin tek taraflı yayın organı gibi davranıp bu katliama alkış tuttular.

Cezaevindeki devrimci tutsakların, kendilerini yaktığından tutun da, ölüm orucuna girmediğine kadar her türden en iğrenç, en aşağılık haberleri yaptılar.

O gün F tipi cezaevlerine karşı çıktı bu insanlar. Devletse bu isteği katliamla bastırdı. Son 10 yılda bine yakın insan ölüme gönderildi F Tipi cezaevlerinde. Keyfi uygulamalarla tutukluların kitap, gazete okumasına izin verilmiyor, aylar süren görüş yasakları uygulanıyor ve sanki bunlar gayet olağan bir durummuş gibi algılanıyor.

Medya o gün sayfalarında 5 yıldızlı otel havası verdiği F Tipi cezaevlerinin iyiliklerinden, güzelliklerinden söz ederek, her zamanki görevini yerine getiriyordu. Bugün baktığımızda, sanki hiçbiri o manşetleri atmadılar, hiçbiri o haberleri yazmadılar, o köşe yazılarını kaleme almadılar.

İnsanlık onuru her şeyin üstündedir, kimsenin o onuru çiğnemesine izin verilemez. 19 Aralık 2000 tarihinde diri diri yakılanlar, üzerlerine binlerce kimyasal bomba fırlatılan, devrimci tutsaklar sadece kendi onurları için değil, kendilerinden sonra bu iğren insanlık dışı uygulamaların önüne geçmek için kendilerini feda ettiler.

Birileri bu insanlar için terörist diyebilir, birileri vatan haini diyebilir ama benim için bu insanlar, kendilerini ateşin önüne bir saniye bile düşünmeden, atmış yiğitlerdir.

Fotoğraftaki Fırat Tavuk. Bu insanların nasıl öldürüldüğünü daha rahat anlayabilirsiniz.

Onlar ölüme yattılar, onurları için...

Devrimci tutsaklar esir alınamaz...

Şu şarkıyı da dinleyin, yazarken dinledim, siz de okurken dinleyin.

Hayat bazen...


Uzun zamandır yazamıyorum oysa çok şey oldu, yazacak pek çok şey vardı, elim gitmedi. Bazen oluyor, oturuyorum bilgisayarın başına, bir kelime yazıyorum, sonrası gelmiyor. Öyle kalıyorum olduğum yerde.

Bilgisayar başındaki adamım buraya arada sırada gelen insanlar için. Neler yaşanıyor, neler bitiyor bilmiyorsunuz. Ehh ben de takip ettiğim insanları bilmiyorum tabii ki. Yaşanan bir hadiseden sonra, 'şevkim kırılmadı' desem yalan olur. Binlerce yazı var şurada, bin 800 üstünde, tek bir yazıyla ağzına geleni söyledi herkes.

Bir arkadaş söylemişti, "Saatleri sayıyorum" diye. O an, kendisine söylemedim ama biraz o durum oluşmuştu bende de. İşe geliyorum, işten çıkıyorum, eve geliyorum, uyuyorum. Ne dışarı çıkmak istiyorum, ne de birileriyle görüşmek istiyorum. Kendime bir kabuk yaptım, içine girdikçe girdim. Hatta gereğinden fazla girdim içine.

Bir arkadaş, "Yaz artık" dedi. Ne çok istiyorum bilemezsin. Küfür etmeyi özledim, sinirlenmeyi, kahkahalarla gülmeyi, sinemaya gitmeyi, dolu dolu kitap okumayı, öyle boş boş yürümeyi.

Hafta sonu bir adam geldi İngiltere'den. Herif ilkin "Senin için Türkiye'ye geliyorum" dediğinde, yalan yok inanmadım. 10 günlüğüne filan geliyor, bir gün de bana uğrayacak sandım. Ulan baktım, hakikaten herif ta oradan beni görmeye gelmiş sadece.

İşte insan hayata umutla bakıyor böyle zamanlarda. "Bu dünyada adam gibi adamlar da, candost kıvamında güzel insanlar da var diyorsun."

İnsanlara olan güvenim zamanla azalıyor, kendimi iyiden iyiye dışarıya kapatıyordum. Doğrusunun bu olup olmadığından halen emin değilim çünkü insanlara hep şüpheyle yaklaşıyorum. Ama Ahmet'le oturup rakıya katık ettiğimiz sohbet, karşındaki insanın sana adamakıllı değer vermesini görmek, hiçbir çıkar gütmeden karşında insanlık sergilemesi çok ama çok acayip bir şey.

Sonra sabah sabah şu fotoğrafı gördüm. Dersim'deki bu çift olduğu söylenen köpekler, bu yavru kediyi sahiplenmiş ve yanlarında ayırmıyorlarmış.

Hayatı yaşanılır kılan, nefes alıp verdiğin için mutlu eden bazı şeyler oluyor. Onları yakalamak hakikaten çok önemli.

Yazmak istemiyor muyum? Tabii ki istiyorum. Hopa'dan Cihan Kırmızıgül'e, Hayata Dönüş'ten KCK tutuklamalarına kadar tonla hadise var. Ama işte, garip bir biçimde üç-beş yavşak şevkimi kırdı.

Takip edenler kusura bakmasın, onlara da haksızlık oluyor farkındayım ama çok zaman bilgisayar karşısına geçsem de elim gitmiyor bir türlü. Düzelir diye umut etmekten başka bir şey yapamıyorum şu anda.

Ahmet lan, ne desem, ne söylesem, az kalır. Kelimeleri birleştirip, bir cümle haline getirdiğimde teşekkür ederim. Yine gel, birkaç güne sıkıştırmayalım...