25 Ekim 2011

'Türk gururu, kan ve kırık kemikler üzerine inşa edilmemeli'


Pazar günü meydana gelen depremden sonra; aralarında Almanya, Fransa, Rusya İsrail, Yunanistan, İngiltere, Ermenistan'ın da bulunduğu 51 ülke yardım teklif etti. Ancak Akp hükümeti, yardım tekliflerini bugüne kadar reddetti.

"Tek başına güçlü Türkiye" imajı çizilmeye çalışırken, bir taraftan da, bakanlar ve Akp'nin yönetenleri "Bölgeye yeterli malzeme gönderilmiştir" diyerek, bu imajı güçlendirmeye çalıştı.

Basın her zaman olduğu gibi devlet ağzıyla yayın yaparken -mecburen- Van'da yaşanan karmaşa ve isyan noktasına gelen halkın sesi yavaş yavaş duyulmaya başlandı.

Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, dün yaptığı açıklamada; "Şu anda vatandaşlarımızın gerek barınmasında, gerek beslenmesinde çok büyük mesafe alındı. Çok büyük sıkıntımız yok" derken, bugün ise saat 16.30 sularında, "Çadır ve ısıtıcı dışında sıkıntımız yok" açıklamasını yaptı.

Tabii aynı Beşir Atalay'ın TBMM'de yaptığı açıklamayı, Zaman gazetesinin "Evi yıkılan ve çadır ihtiyacı olan vatandaşımızın ihtiyacı karşılanmıştır. Ekstra çadır isteyenler için çalışmalar sürüyor" diye verdiğini eklemekte fayda var.

Türkiye'de işler artık böyle yürümeye başladı. Özellikle Anadolu Ajansı'nın Bülent Arınç kontrolüne geçmesiyle, artık farklı bakışlara rastlayamıyorsunuz. Sesler biraz yükseldi mi, medya patronları ve yöneticileri toplantılara çağrılıp, kulakları bükülüyor. Ertesi gün bir bakıyorsunuz, "Kuzey Irak'a girdik" diye başlıklarla karşılaşıyorsunuz.

Siz bakmayın, kıçına-başına 'Journalist-Gazeteci' sıfatı yazanlara. Bu ülkede gazetecilik dediğiniz şey, tamamen ajans haberciliğidir. Oturdukları yerden ahkâm kesenler, aslında olup bitenin ne olduğunun farkında bile değil. Ama işte, kulaklar bükülüp, sesler kısılınca; onur, şeref, namus, haysiyet kavramları da statükoyu ve koltukları korumaya çevrilince ana akım medyada, haber dediğiniz şeyler paçavradan başka bir şey olmuyor.

Peki Türkiye'de bunlar yaşanırken, dış basın ne diyor? İşte o noktada, korkulardan arınmış habercilik devreye giriveriyor. Bugün tüm dış basının ortak hareket noktası, Türkiye'nin yardımları geri çevirmesi ve yetersiz yardımlardı.

New York Times: Yardım çabaları, bazı yerlerde çok kaotik idi ve bazı yardım dağıtma merkezlerinde kavgaların yaşandığına ilişkin haberler geldi.

The Guardian: Dondurucu soğukta geceyi dışarıda geçirmek zorunda kalan on birlerce insan konusundaki kaygılar artıyor.

Times: Kuşkusuz Türkiye, on yıl öncesine kıyasla daha modern, daha güvenli ve daha refah bir yer ama hiçbir ülke, bir depremle tek başına rahatlıkla baş edecek kadar modern ve kalkınmış değil. Türk gururu, başka türlü durumda yaşayacak olanların kanı ve kırık kemikleri üzerine inşa edilmemeli.

BBC: Ankara, dondurucu bir havada ısınma ve çadırsız ikinci geceyi geçiren, en çok ihtiyaç olanların bazılarına yardım etmemekle suçlandı.

El Pais: Kurtarma ekipleri, olanak eksikliğinden şikayet ediyor. Halk, enkaz altındakileri kurtarmak için toprağı elleriyle kazıyor.

Independent: Daha fazla ölüm yaşanmasını önlemek istiyorlarsa kendilerine acilen yardım ulaştırılmalı.

Bir deprem felaketini, Türkiye'de kendilerine gazeteci diyenler böyle yorumlarken, dünya basını ise bambaşka anlatıyor.

Ortada bir gerçek vardı ve bu gerçeği Times gazetesinin "Türk gururu, başka türlü durumda yaşayacak olanların kanı ve kırık kemikleri üzerine inşa edilmemeli" ifadeleri harikulade anlatıyordu.

Türkiye'nin, tıpkı dünyanın başka yerlerinde yaşanan felaketlerde olduğu gibi yardıma ihtiyacı vardı ancak "Ortadoğu'da biz de söz sahibiyiz", "Dünya politikalarını şekillendirmede biz de varız", "En büyük 16. ekonomiyiz" diye özellikle son 1 yıldır masal anlatanlar, kendileri de bu deli saçmalarına inanmış olacak ki, İran ve Azerbaycan'dan gelen yardımlar dışında hiçbirini kabul etmedi.

Ancak akşam saatlerinde çaresizlik diz boyu olduğu görüldü ve Dışişleri Bakanlığı'nın İsrail dahil 30 ülkeden yardım talebinde bulunduğu ortaya çıktı.

Valisi deprem bölgesinde BDP'li belediyelerle çalışmayı reddediyor, hükümeti yurtdışından gelen yardım tekliflerini reddeder ve kurtarılacak pek çok can, enkaz altında bırakılıyor.

Deprem için toplanan 25-30 milyar TL'lik deprem vergisinden sadece 3 milyon lirayı çıkartıp verenler, utanmadan yardım kampanyası başlatırken, enkaz altlarında kalan Türk-Kürt yurttaşın hesabını veremez. Üzerine toprak atılan her tabutta bu yüzsüzlüğü yapanların sorumluluğu vardır.

Gazeteler ve televizyonlar mucize hikâyeleri ile insanları oyalıyor, iktidar yeterli yardımın yapıldığı konusunda günde 3-5 bakanı ekranlara çıkartarak söyledikleri yalanın pekişmesi konusunda yoğun çaba harcıyor.

Depremin vurduğu insanların üstüne gaz bombası atılan, halkına her gün yalan söylenen, kendisini dev aynasında görüp 'yardıma ihtiyacımız yok' diye kandıran, medyasının korkudan halkını aldattığı bir ülkede yaşıyoruz.

Bunca şeye karşın, insanların yardım etmek için kendisini nasıl paraladığını, devletin yapamadığı organizasyonu nasıl yaptığını, sokak çocuklarının belediyelere nasıl karton kutu taşıdığını, üniversiteli gençlerin kampüslerde örgütlenip yardım kampanyaları başlattığını görünce de, umudu kesmemek diyorum.

Ülkenin siyasetçisi, parti gözetmeksizin boka batmış debelirken; gençlerin, kadınların, çocukların yani halkın, hiç tanımadığı insanlara sıcacık yardım elini uzatması, 'gölge etmeyin başka ihsan istemez' dedirtiyor insana.

İyi ki varsınız...

Unutmadan; sosyal medya, ana akım medyadan çok daha başarılı bir sınav vermiştir. Bunun için ayrı bir yazı şart oldu...