10 Aralık 2010

Günü var, kendi yok



Eşinden dayak yiyen Sıdıka ya da polisten dayak yiyen Miraç İnsan Hakları gününüz kutlu olsun.

Dayağın cennetten çıkma olduğunu, kadının sırtından sopanın eksik edilmediğini öğütleyen ve öfkenin hitabet sanatı olduğunu söyleyenlerin ülkesi Türkiye.

Bu ülkede, özgürlüğün sınırlarını yönetenler belirler, eylemin nasıl olması gerektiğini onlar anlatır. Burada insan hakkı da polisin, jandarmanın, annenin, babanın, kocanın, insafındadır.

Günü var ama kendi yok. Yine de esgeçmeyelim. Çıkmadık candan umut kesilmez.


Çünkü orası Ali Sami Yen


9 yaşındayım, babamın yanında çalışan Ahmet Abi vardı, makinacı. Yeşildirek'ten çıktık, tuttum elinden, Ali Sami Yen'in yolunu tuttuk. Ahmet Abi yolda soruyor "Ozan sen neden Galatasaray'lısın?" diye. "Ayhan Dayım Galatasaraylı da ondan" diye yanıtlıyorum.

İçim içime sığmıyor, ilk kez Ali Sami Yen'e gidip, Galatasaray'ı kanlı canlı izleyeceğim. Boynumda, Ahmet Abi'nin bir gün önce yaptığı sarı-kırmızılı kumaştan bir bayrak. Ne sarısı sarıya benziyor, ne kırmızısı kırmızıya. Ama o benim için dünyadaki en güzel bayrak. Otobüsten iniyoruz, Mecidiyeköy'de kalabalık başlıyor. Sağa sola bakıyorum, Ahmet Abi'ye "Ahmet Abi, ne çok Galatasaraylı var değil mi?" diye soruyorum.

Kuyruktayız, bilet için. Ahmet Abi ıslanmayayım diye bir şapka alıp, kafama takıveriyor. Artık sarı-kırmızı şapkam da var. Nasıl mutluyum, nasıl içim içime sığmıyor. Bugün bile önü beyaz plastikten, boktan mı boktan bir kumaşa sahip o şapkayı, değişmem en kıyak lisanslı ürüne.

O kuyruk bitmez gibi geliyor, ayaklarımı sallamaya başlıyorum sinirden. Sonra stadın içine giriyoruz. Numaralı tribündeyiz ortalarda bir yerlerlere oturuyoruz, istiyorum ki en önde olayım. İlk kez Ali Sami Yen'in içindeyim ve o an dünyanın en mutlu 9 yaşındaki çocuğuyum. Şu an aklımda gollere yönelik hiçbir şey yok ama skoru çok iyi anımsıyorum. 9-2. İlk gittiğim maçta Galatasarayım 9 tane atıyor.

Eve geliyorum Beşiktaşlı babama ve Fenerbahçeli abime (15 yaşından sonra Beşiktaşlı oldu) maçı anlatıyorum, büyük bir heyecanla. Futbolla hiç ilgisi olmayan anneme (Kendisini Galatasaraylı yaptım) bile Galatasaray'ı anlatıp duruyorum. Okula gidiyorum, günlerce maçı anlatıyorum, rüyalarıma bile giriyor.

Aradan 27 yıl geçti, 9 yaşındaki çocuğun heyecanını artık taşımıyorum, hele ki son zamanlardaki gelişmelerden sonra. 5-0'lık Neuchatel Xamax, 1-0'lık Eintracht Frankfurt, 4-3'lük Fenerbahçe, 0-0'lık Manchester United maçlarında hep oradaydım.

Çok üzülüp ağlayarak çıktığım maçlar oldu, çok mutlu olup havalara zıpladığım maçlar oldu. Pek çoklarının aksine Ali Sami Yen'den ayrılıyor olmaktan hiçbir zaman mutlu olmayacağım. Benim içim Galatasaray'ın stadı hep Ali Sami Yen olacak.

Aslantepe, Türk Telekom Arena ya da her neyse. İsminin kurucusuna ait bir stada sahip olmak hiçbir şeyin yerini tutmayacak çünkü.

9 yaşındaki Ozan'ın, Ahmet Abisi'nin elinden tutarak gittiği 9-2'lik Adanademirspor maçının yerini, yeni statta dünyanın en büyük kulübüne karşı alınacak 5-0'lık galibiyet hiçbir zaman alamaz. Çünkü orası Ali Sami Yen, yani benim için dünyanın en özel stadı.

Özgürlüğün yeni sembolü


Emre Aköz'den Mumtaz'er Türköne'ye, Vakit'ten Zaman'a, sosyalist gençleri darbeci olarak niteleyenlerden Ergenekoncu olarak adlandıranlara kadar hepinizin gö.üne koli koli yumurta girsin.

Korkmayın daha yeni başladı her şey. Ne darbe istiyoruz, ne de Ergenekoncuyuz. Sadece bu ülkeye sahip çıkmaya çalışıyoruz.

'Köpeksiz köyde değneksiz gezenler' yavaş yavaş korkmaya başlasanız iyi olur.