5 Aralık 2011

Cahit Sıtkı yerine şair aranıyor


Murat Eliboz 21 yaşında, polis kurşunuyla (polis reddetti bu iddiayı, görgü tanıkları ise sakallı biri tarafından vurulduğunu söylüyor ancak başka görgü tanıkları ise polisin gerçek mermi kullandığı konusunda ısrarlı. Metin Göktepe'yi öldüren polislerin 'banktan düştü öldü' savunmasını hatırlayınca polisin bu açıklaması havada kalıyor) üstelik gerçek mermiyle, sırtından vurularak öldürüldü.

Hayata bir şeyler sığdırmak için 21 yaş çok erken. Yaşanamayan, yarım kalan, ne çok şey vardır. Söylenemeyen çok söz, gidilemeyen çok yer...

Van'da üniversite öğrencisi Murat. Okulu depremde yıkılıyor, Diyarbakır'a ailesinin yanına gidiyor. BDP'nin "Buradayım. İrademe sahip çıkıyorum" mitingine katılıyor, engellenen iradesine sahip çıkmak için.

Polis, gaz bombaları ve 'plastik' mermilerle eyleme müdahale ediyor. Yani sahip çıkmak istediği irade yine engelleniyor.

Medya, 21 yaşındaki gencecik bir çocuğun vurulmasını 'Muraz Eliboz korsan eylemde vurularak öldürüldü' diye veriyor. Ölüme meşruiyet kazandırılıyor. Sanki eylem 'korsan' olursa, Murat'ın ölümü haklılık kazanacak.
Öyle ya okuyanlar "Ne işi var korsan eylemde?" diye düşünecek.

"Buradayım" demek için gittiğiniz eylemde, orada olduğunuz için öldürülmek, hem de kalleş bir puşt gibi sırtından vurularak... Ne söylenebilir ki şu duruma.

Öldürüyorlar, sakat bırakıyorlar, hamile kızların karınlarını tekmeliyorlar ve tüm bunlara maruz kalırken, suçlu siz oluyorsunuz.

İstanbul Bahçelievler’de, 2007 yılında 'Yürüyüş' dergisi satarken polis kurşunuyla vurulup felç kalan 19 yaşındaki Ferhat Gerçek ve dört arkadaşına, Emniyet Genel Müdürlüğü, polis aracına verilen 2 bin 242 TL 47 kuruşluk 'hasar' nedeniyle tazminat davası açıldı.

O kadar aşağılık bir düzen ki, gencecik bir çocuğu, hayatı boyunca sakat bırakanlar, üste çıkıp, bir de para istiyor, kamu aracına zarar vermekten.
Öldürüyor, sakat bırakıyor, felç ediyor, çocuğunu düşürüyor ve utanmadan hesap soruyor, dava açıyor.

Ferhat'ı felç bırakan kurşun da, tıpkı Murat'ı öldüren kurşun gibi adressiz. Kimin silahından çıktığı tespit edilememiş!

Olaylar garip bir zincirleme halka içinde. Ferhat felç kaldığı için ona destek vermek üzere basın açıklaması yapan grupta bulunan Engin Çeber da, karakolda ve Metris Cezaevi’nde gördüğü işkenceyle yaşamını yitirdi.

Sokakta, karakolda, cezaevinde gencecik çocuklar öldürülüyor, sakat bırakılıyor. Hep bu gençler suçlu, hep bu gençler hatalı. Öldürülmelerine akla hayale gelmeyecek kılıflar uyduruluyor. Kimse çıkıp "Hangi sebep, ölümü haklı çıkartır?" diye soramıyor bile. Sormak isteyenler için cezaevlerinin kapıları ardına kadar açık.

Üstelik o kapı, saçlarını kazıtan, Lenin okuyan, olmayan örgütlere dahil edilen gençler için açık. Eli kanlı katillere, katliamcılara, dolandırıcılara ise giriş yasak (!)

Depremden bile kurtulabiliyor insanlar ama devletin yeni hizmeti 'ölüm'lerden kurtulamıyor.

Sokaklara çıktıkça; gazla, copla sizi korkutmaya çalışıyorlar. Üstünüze 'terörist' diye bir damga vuruyorlar. Geri adım atmayanları, plastik mermi diye gerçek mermiyle kalleş puştlar gibi sırtından vuruyorlar.

Erdal Eren için TBMM'de ağlamıştı günün başbakanı. Yarının başbakanları da bu gençleri, üç-beş oy için bu gençlerin adını, bir daha ağzına almamak üzere alabilir.

Cahit Sıtkı, "Yaş otuz beş! yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün" demiş ya; bu ülkede artık 35 yaş yolun yarısı değil. Bir başka şair yazmalı, bu gençlerin ömürlerinin ortasına bile gelmeden öldürüldüklerini.

Socrates