28 Şubat 2010

O golü izlemek her şeye değerdi


Belediye yolu yaptıktan sonra, Galatasaray'ın kazanmaktan başka çaresi yoktu, o çareyi de Keita'nın harika ötesi golüyle buldu.

Doğrusu zor bir maç beklemiyordum, beklediğim gibi oldu ama tabii bunda Emre Toraman'ın daha maçın başında anlamsız, gol atma inadı etkiliydi. Bağıra bağıra ofsayt olduğu pozisyonda, golü atarak ve de üstelik neredeyse gol sevincini İstanbul il sınırları dışında kutlarken, maçın nispeten daha da rahat olacağı belliydi.

Galatasaray'ı uzun zamandan bu yana böylesine ön alanda baskılı ve rakibe nefes aldırmaz bir biçimde görmemiştim. Arda, Dos Santos, Jo, Sabri ve Keita ile Kasımpaşa'yı sahasına hapsetti.

Kim ne derse desin, her zaman savundum, savunmaya da devam edeceğim (duran top merakı dışında) Sabri eğer sahadaysa, o takımda ekstra bir dinamizm oluşuyor. Bugüne dek Sabri'ye laf edenler, onsuz kalındığında bunu fark ettiler. Elbette hata yapıyor, hatta yenilen golde kademe hatası vardı ama daha hızlı bir futbol bizi bekliyor Sabri'yle.

İkinci yarıda Keita ile yakalanan 4'e 2 pozisyon heba edilince Kasımpaşa biraz kendine geldi ve orta alanda daha rahat pas yaptı.

Öncelikle söylemek gerekir ki, bu takımın en büyük eksiği orta alanda ön libero mevkisinde. Ne Ayhan, ne Mehmet Topal, ne Mustafa Sarp ne de Barış'tan oluşturulan ikililer, istenilen sonucu veremiyor. Bunlardan her biri, partner olabilir ama ikisi yan yana esas oğlan olamıyor. Muhtemelen bunu bizden daha iyi görenler vardır.

Kasımpaşa'nın golü sonrası Keita'nın şapkasından çıkardığı gole, taraflı tarafsız herkesin şapka çıkartması gerekir. Şu ana kadar ligde izlediğim en iyi goldü diyebilirim. Üstelik tam da gözümün önünde golün olması, daha da bir güzeldi.

Büyük bir ihtimalle -ve kesinlikle haklı olarak- Dos Santos yarın gazetelerin sayfalarını süsleyecek. Barcelona günlerinden pasajlar sunan Meksikalı, topu ayağına her aldığında tribünleri ayağa kaldırdı. Topla her buluşması tehlike oldu ve gollerin tamamında da etkisi vardı. Yine de erken olduğunu düşünüyorum her şey için. Devamlılık futbol ve futbolcu için en önemli unsurdur benim için. O yüzden önümüzdeki haftalarda ayrı bir gözle izlemek şart oldu. Yine de, ciddi anlamda müthiş bir performans gösterdi.

Her ne kadar Brezilyalı sevmesem de, Jo'yu pek sevdim. Daha oynadığı ilk maçtan itibaren neler yapabileceğini gösterdi. Gün geçtikçe, daha da baskın bir biçimde "Yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır" tadında oynuyor. Sezon sonu kalır mı kalmaz mı bilemem ama kişisel olarak kalmasını çok istiyorum.

Takım halinde Atletico Madrid darbesi sonrası iyi bir geri dönüş maçı oldu. Ligden başka tutunacak dalı olmayan Galatasaray, eğer mantıksız puanları yitirmezse -Manisaspor, İstanbul Büyükşehir Belediye maçlarında olduğu gibi- zirvede kalmaya devam eder. Şampiyonluk açısından söylemiyorum çünkü her şey için daha erken.

Şampiyonluk kutlamaları yapanların şu an içinde bulunduğu durum göz önüne alındığında sağlam ama emin adımlarla ilerlemekte fayda var. Eskişehir deplasmanı da bunu bize gösterecek işaretlerden biri.

Bu arada söylemeden edemeyeceğim. Bu maça da gittim, demek ki bende bir uğursuzluk yok.

Haa, unutuyordum az kalsın, Fenerbahçe'den umudunu kesen Rıdvan Dilmen şimdi de Bursaspor'u şampiyonlukta yüzde 55 avantajlı gördüğünü söylemiş. Eh, akıllanmayacak bu çocuk sanırım.

Daum gider Aykut gelir

Aslında yazılabilecek çok şey var İBB-Fenerbahçe maçına ilişkin. Alex'in atılmasının bir hata oluşu, Güiza'nın son adam giderken düşürülmesine çıkarılan sarı kart.

Daum'u getirenler, bugün yarın gönderir. Bir Cevat Güler etkisi yaratmak için de Aykut Kocaman takımın başına gelir. Aziz Yıldırım hep Galatasaray'ı birkaç yıl geriden takip eder çünkü.

Sağlam ağlama fırsatı çıktı kendisine, bu akşam Kulüpler birliği'nden istifa etmesini, ardından tekrar geri dönmesini, sonra sezonun sonunda istifa etmesini onun ardından da başkanlığa geri dönmesini bekliyorum. Bu kulüp ne zaman anlayacak berbat bir başkana sahip olduğunu merak içindeyim.

Neyse ben maça kaçtım, Allah Aziz Yıldırım'ı Fenerbahçe'nin başından eksik etmesin.

Süha beni bekler


Futbol trajedileri ülkesi Kolombiya

Kasımpaşa maçında Süha beni bekler. O zamana kadar, eskilerden bir yazı daha. Meraklısına...

27 Şubat 2010

Bu filmi mutlaka izleyin. Fakat şimdiden uyarımdır, salya ve sümük eşliğinde izleyeceksiniz bu filmi.

Doğrusu hayatımda hiçbir filmde böylesine ağlamamıştım. Film gerçek bir yaşam öyküsünden alıntılanmış. Konuyla ilgili söyleyebileceğim tek şey bir adamla, bir köpeğin hikâyesi. Başka bir şey söylersem tadı kalmaz.

Karşılıksız sevginin tam olarak anlatımı. Ve bir kez daha karar verdim, bu canlıların insanlardan çok ama çok daha fazla 'insani' olduğunu.

Mutlaka izleyin. Mendillerinizi yanınızda bulundurmayı unutmayın ama.

Bundesliga'da rekor günü


Bundesliga 24. hafta karşılaşmasında Bayer Leverkusen, sahasında Köln'le golsüz berabere kalarak, ligde arka arkaya yenilmezlik rekorunu kırdı.

Bundan önceki rekor 23 maçla Bayern Münih'e aitti. Ancak bu iki rekorun ortak bir özelliği var. Bu iki rekoru gerçekleştiren takımların başında da Jupp Heynckes vardı.

Yani Heynckes iki ayrı takımla, yenilmezlik rekoru kırdı. Bakalım rekor kaç maç daha sürecek. Bundesliga şartlarında cidden zor kırılabilecek bir rekor bu.

O el öyle havada kalır


Bridge'yi takdir ettim, hem milli takım kararından ötürü hem de bugünkü hareketinden ötürüm.

Bu arada Chelsea erim erim eriyor. Yürü be Arsenalim...

Gecekondunun tüm kiremitleri ve kolonları...

Bu yıl ben mi her şeye takıyorum yoksa Türkiye'deki tek hücreli canlı sayısı mı artıyor, günden güne?

Kasımpaşa Kulübü Futbol Şube Sorumlusu Mehmet Süha Sidal, "Galatasaray bizi bilet fiyatları nedeniyle eleştirip, kendisi bize bileti 75 liraya satıyor. Onlar eleştirdi ama biz onları eleştirmiyoruz. Ali Sami Yen gibi gecekondu stada böyle bir fiyat isteniyorsa, demek ki biz bilet fiyatlarını az tutmuşuz. Herkes kendi işine baksın, seneye de ödeşiriz" ifadelerini kullandı.

Ulan angut, Ali Sami Yen Stadı'na gecekondu demen için önce kendi stadına bakacaksın. Nasıl bir aşağılama yöntemidir bu ayrıca. Gecekondu ne demek? Bağlı bulunduğun insanlar bile daha birkaç güne kadar gecekonduda oturuyordu? Hepiniz yiye yiye semirdiniz, geldiğiniz yeri unuttunuz, şimdi aşağılıyorsunuz.

Tabii bu angut haklı, ciplerde gezmeye başladınız, villaların daimi konukları oldunuz, banka hesaplarınız alabildiğince şişti değil mi?

Ali Sami Yen Stadı'na gecekondu deyince artık bir mutlu olmuşsundur bir mutlu olmuşsundur? Hayır hiç yapmam aslında ama bir aynaya baktın mı hiç sen? Neye benzediğinin farkında mısın? O tipli aynaya baksam, yemin ediyorum harakiri yaparım. Hah, oldu mu şimdi?

Angut, önce kendi stadına bakacaksın? Her şeyi bir kenara bırak, stadının ismi Recep Tayyip Erdoğan. Daha bunun üstüne ne diyeyim? Şu meşhur gecekondudan çıkıp gelen, adam yani.

Hepiniz geldiğiniz yeri unuttunuz değil mi? Ulan sırf sana küfretmek için yarın Ali Sami Yen'e geleceğim. Burada yazamadım, orada haykıracağım.

O gecekondunun tüm kiremitleri ve kolonları da.... Anladın sen Süha. Valla alınmasın kimse de, tam pezevenk ismiymiş Süha da.

26 Şubat 2010

Bedevi çadırı geleneği -siyasi içerikli yazı-


Erdoğan: Ben de şimdi o gazetelerin patronlarına sesleniyorum, 'Ne yapayım köşe yazarı, hakim olamıyorum' diyemezsin.

Akp Çorum Milletvekili Ahmet Aydoğmuş: Bu iktidara karşı olanların kanı bozuk

Akp Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan: 40 yıl onlar bizi fişledi, şimdi biz onları fişliyoruz.

Eh, iki kelime etmek elzem oldu. Erdoğan'ın isteği faşist cunta liderlerinin isteğidir. Ancak ve ancak faşizm dönemlerinde görülebilir, bu kadar açık bir istek. Tabii ki, her iktidar bunu medya patronlarına iletir ancak böyle aleni değil. Şifaen söylenir bu tip şeyler, iktidarlar tarafından.

Sen kendi adamlarına hakim olabiliyor musun peki? Yok, olamıyorsun. Peki adama demezler mi; "Sen önce tasması gevşemiş vekillerinin yularını sıkı bağla, sonra başkasına akıl ver" diye.

Hayır, millet başbakanını Bush'un köpeği yapıyor, kimsenin gıkı çıkmıyor. Sonra her yurtdışına çıktığında ülkeni şikayet edip, demokrasiden dem vuracaksın. Offf, nefis valla. Bu kadar salağı birarada bulsam, benzer şeyleri yaparım sanırım.

Bu ülkede açıklanması gereken çok şey olmaya başladı. Muhtemelen çocuklar, torun torbalar öğrenecek bu görüşmelerin içeriklerini.

Dolmabahçe'de ne konuşuldu? Erdoğan ve Büyükanıt arasında ve dün Çankaya Köşkü'nde Erdoğan-Gül-Başbuğ görüşmesinde ne konuşuldu?

Her konuşmada Hitler ve bilimum faşist lider ağzıyla 'Halkım, halkım' diyenler, bunların içeriklerini de 'halklarına' açıklasın. Öyle işine gelince cıvık halkçılık yapmak yok. Ancak koyunlara yedirirsin bunları. Bu çantaların içinde ne vardı?

Tekrar başa döneyim, yularını çözdüklerinin tasmalarını biraz sıkmak lazım ki, sonra medyaya laf edebilesin. Ayrıca hangi Bedevi çadırında sanıyor kendini merak içindeyim. Böyle istediğini sustur, istemediğini konuştur.

Galatasaray-Atletico Madrid maçı kareleri
















Bu süt oğlanı kimse unutmaz, bundan sonra

Dünya Kupası'nda Nike formaları


Sırasıyla Slovya'dan Robert Koren, Avustralya'dan Vince Grella, ABD Clint Dempsey, Portekiz'den Nani, Brezilya'dan Pato, Hollanda'dan Edson Braafheid, Güney Kore'den s Chung-Yong Lee, Yeni Zelanda'dan Ryan Nelson ve Sırbistan'dan Nenad Milijas.

Gün içinde, dün yapılan koreografi fotoğraflarını da koyacağım. Yazmaya mecalim yok, şerefsiz Rocchi'ye de selamlarımı iletiyorum.

25 Şubat 2010

Platini senden nefret ediyorum



Maçtan geldim, sinirim biraz geçti madde madde yazayım.

1- Aleni ve açık bir biçimde hakem engelini aşamadık. Gianluca Rocchi denen (..... Bu nokta noktaları siz doldurun artık) herif bütün bir maç boyunca, ne kadar ters karar verilmesi gerekiyorsa verdi. Bir hakem tiplemesinden çok korkarım. O da, görmediğini veren hakemdir. Sağolsun Rocchi denen bu herif, neyi görmediyse gayet cesur bir biçimde verdi. Ama gel gör ki, Caner'in pozisyonunu göremedi. Ben tam kapalının diğer köşesinden gördüm, bu herif göremedi.

Hadi o göremedi, müthiş futbol uzmanı Platini'nin yürürlüğe soktuğu 5 hakem uygulamasında arkada duran herif göremedi mi? Demek ki göremedi. "Hakemdir hata yapar" lafına uyuz olurum. Normal hayatta, iş yerinde yap bakalım 3 hata seni tutuyorlar mı o işte. İtalyan-İspanyol işbirliği oldu, tur uçtu gitti.

2- Simao'nun attığı ilk golde, top bizde, Leo Franco aut atışı kullanıyor, top taca çıkıyor. O taç dönüyor, şak diye kaleye giriyor. Leo Franco hakkında daha fazla yorum yapmayacağım. Sezonun ortası itibariyle kendisi hakkında olumsuz görüşlerimi açık açık sundum, değişeceğini sanmıyorum.

3- Yenilen ikinci gol. Servetim, güzelim geri geri giden kaç tane defans oyuncusu gördün. Ceza alanı içindesin artık. Hamleni yaparsın, ya kaçırırsın ya da tutarsın. Yok ama bizimki öyle değil. Daha ne kadar geri geri gidebilirsin ki ceza sahası içinde. Kaleye gireceksin haberin yok.

4- Hakem dedik, Servet dedik, Leo Franco dedik ama hakkını da vermek gerekir; Atletico Madrid, Galatasaray'dan çok daha iyi oynadı. Özellikle ikinci yarının başlamasıyla yarı sahaya yerleştiler ve ne yazık ki, Elano'nun da çıkmasıyla topu ayağımızda tutamadık. Bahane ararsak, çok buluruz. Biraz aynaya bakmak lazım. Devre arası yapılan transferlerde Baros'suz kalacağını bile bile ve üstelik "Ben gerekirse Dos Santos'u forvet oynatırım" demişken, ya Dos Santos'u oynatacaksın forvette (ki oynayabilecek güçte değil) ya da yollayamayacaksın elindeki golcüyü.

"Nonda olsa turu atlardık" gibi bir şey söylemiyorum ama Arda denen adama da yazık. İki tane stoperin arasında imanı gevredi çocuğun bütün bir maç. (Üstelik sadaece bu maçma sınırlı değil)

5- Her şeye rağmen Galatasaray, forvetsiz de olsa, bazı hatalar yapmış olsa da şampiyonluk yarışında son viraja girilmek üzere. Şampiyonluk mu beklentim. Elbette ki, ancak olmazsa da dünya yerinden oynamaz. Geçen yıl UEFA'dan stopersizlikten elenilmişti, bu yıl biraz forvetsizlikten, seneye orta saha olmaz diye umut ediyorum.

Sabredeceğiz ve bu takımda sistemin oturmasını bekleyeceğiz. Rijkaard, hata yapmıyor mu? Tabii ki yapıyor, yaptı, yapacak da. Dünya üstünde olmayan adamı aramak gibi bir aptallığı yapmanın anlamı yok. O yüzden Her ne olursa olsun, kuyruğu dik tutup meyvelerin toplanmasını bekleyeceğiz. Bu yıl, bir sonraki ya da öteki sene.

Biliyorum Türkiye koşullarında imkânsızı istiyorum ama istiyorum işte. Bugüne dek, her yıl kadro değiştirmek, teknik patron değiştirmekle ele ne geçti onu düşünmek lazım.

6- Antalya maçına gittim elendik, Atletico Madrid maçına gittim elendik. Benden bu kadar artık. Fenerbahçe maçına kadar evde oturup izlemeye devam edeceğim. Kendimden şüphe etmeye başladım artık.

7- Kimse üzülmesin, doğru yoldayız. Hata da olsa, eksik de olsa doğru yoldayız yeter ki, doğru yolda olduğumuzun bilincinde olalım.

8- Futbolculuğunu çok sevmeme karşın Michel Platini denen adamdan nefret etmeye başladım. Alsın 5 hakemi evinde alem yapsın. Bir ona, bir diğerine versin. Çünkü başka bir işe yaramıyorlar. En azından Michel Platini'yi tatmin etmiş olurlar. Öyle olmadı mı?


Unuttuğum için kusura bakmasın tüm emeği geçenler. Gecenin en güzel görüntülerinden biriydi, cidden harikuladeydi.

Son not: Caner'i bütün bir ömrü boyunca Atletico Madrid maçlarındaki hataları ile hatırlayacağız, sanırım. Olsun, insanız, hata yapıyoruz. Hakem Rocchi dışında herkes insandı.

Maça kadar okuyun


Akşam maçtayım, o zamana kadar size bir yazı önereceğim. Blog ilk açıldığında yazılmıştı, pek okuyan olmamıştır muhtemelen o zaman. Ehh şimdi sayı biraz daha arttı haliyle. Cidden ilginç bir insan hikâyesi. İlk porno aktristinin hayatı. Acayip ilgiç gelmişti okuyunca, kaleme almak şart olmuştu. Buyrunuz...

Derin gırtlaktan feminizme uzanan yol

Maç mı? Zor. Her ikisi de. Yani Lille ve Atletico Madrid maçları. Herkesin gönlüne göre olsun.

Maziden bir hatıra

24 Şubat 2010

Hangi takım tur atlar

Felaket bizi bekliyor -siyasi içerikli yazı-


Blogger'a girmiş bulunuyorum. İki gün ne çok şey oldu Türkiye'de. Daha iki ay önce ölen maden emekçilerine yenileri eklendi, emekli kuvvet komutanları dahil ne kadar general rütbeli emekli asker varsa gözaltına alındı, halen de alınıyor, Türkiye'deki bütün oramiral ve orgeneraller toplandı.

TEKEL işçileri için son 4 güne girdik. Sendikalar her zamanki yavşak tavırlarıyla genel grev kararı alamadı ve işileri kaderine terk etti.

Yargı krizi çıktı, krizi bastırmak için başka şeyler yaşandı.

Normal bir ülkede yaşansa en az 6 ay konuşulacak konular bu ülkede günlük yaşanıp bitiyor. Misal Danimarka'da ya da Almanya'da bu kadar eski general ya da kuvvet komutanı gözaltına alınsa ülke bununla yatıp bununla kalkar. Biz direkt olarak unutuyoruz, alt belleğe itiyoruz, kimilerinin zaten belleği yetişmiyor bu konuları algılamaya.

Hafta sonu açılım hadisesi vardı misal sözüm ona sanatçılarla. Alişan, Demet Akalın, Nihat Doğan filan vardı. Ya hakikaten şaka gibi bir durum. Aşağılamaksa, aşağılıyorum bu isimleri. Çünkü bunların açılım ya da açılımsal bir konuyu algılayabildiğinden emin değilim. En fazla Demet Akalın, götünü başını açar, onun açılımı o kadardır. Misal Nihat Doğan, çok merak ediyorum ne konuştu. Muhtemelen "Saygı duyuyorum" demiştir. En aklı başında soruyu hiç beklemediğim bir isim sormuş: Hakan Peker. "Açılım diyorsunuz ama doğuda belediye başkanları tutuklanıyor. Bu nasıl açılım?" demiş.

Sonuç itibariyle neler yaşıyoruz neler. Hepimiz bir güzel içimize sindiriyoruz bunları, kafamızı çeviriyoruz 'aman görmeyeyim' diye. 'Aman bana bulaşmasınlar' duygusu herkesi sarmış. Açıkça korkuyoruz hepimiz. Her şeyden korkmaya başladık.

Bu duygu 12 Eylül sonrası yerleştirildi içimize, sonraları polis ve devlet baskısıyla artırıldı. Geldiğimiz nokta, darbe noktasıır. Yani fiili olarak olmayan bir darbeyi yaşıyoruz aslında. Daha da sindirilmek, daha da korkutulmak, daha da uyuşturulmak için.

Komutanlar meselesi; evet suçları varsa yargılanmalılar, hatta cezalarını da çekmeliler. İyi ama hangimizin adalet duygusu var ki içinde? Kim adalete inanıyor? Son birkaç seneden bu yana, adaletin varlığından söz edebilmek mümkün mü?

Adil bir yaşam sürdürülse bu ülkede, 4 yıl önce bir madenin içinde ölen insanlara aynı madende yenileri eklenebilir miydi? Adalet zenginden güçlüden yana bu ülkede. Sadece şekil değiştirdi, sadece yön değiştirdi. 7 yıldır yaşanmıyor bu sözün özü.

Bu ülkede herkese, tek başına yırtmanın en iyi ve en kolay yol olduğu öğretildi. O yüzden toplumsal tüm olaylara gözümüzü-kulağımızı tıkıyoruz, bakmıyoruz.

İlgilendiklerimiz ne peki? Neyle ilgileniyoruz? İnsanlığımızdan çıktık, başka tür bir canlıya doğru geçiş yaptık. Hissiz, yüreksiz, beyinsiz. Sorgulamadan, irdelemeden, bize öğretildiği ve öğütlendiği gibi yaşıyoruz. "Aman oğlum sen karışma", "Aman kızım sen bulaşma". Duymadık mu bu sözleri?

Gazeteciliğe ilk olarak Evrensel gazetesinde başlamıştım. Annemden, babamdan benzer şeyleri duydum. Bugün yaptığım seçimler ama doğru ama yanlış, benim seçimlerim. Başkalarının benim adıma konuşmasını, benim adıma hareket etmesini, benim adıma karar vermesine izin vermedim.

Söyleyemiyor kimse belki ama bu ülkenin kaderi birkaç cemaatin ve o cemaatlerin başındaki birkaç embesile emanettir. Kararları onlar alıyor, sermaye onların ellerinde. Kızıyor muyum? Belki, biraz. Dün sermayenin rengi başkaydı, bugün yeşil, yarın başka bir renk. Çok mu fark ediyor? Hiç fark etmiyor.

"Haydi, yükseltin sesinizi, çıkın meydanlara" demiyorum. Sözüm; insanlığımızı unutmamıza, her türlü değeri bırakmamıza.

Umutsuzluk içimde o kadar yoğun ki, kara bulutlar dağılmıyor. Felaket bizi bekliyor ama öyle ama böyle.

23 Şubat 2010

Meriç pabucu yarım çık dışarıya oynayalım

Niye bilmiyorum iki gündür işyerinden blogger'a giremiyorum. Böyle mal proxy sitelerden cebelleşmek de istemediğimden iki çift yazamıyorum.

Dünkü Fenerbahçe maçı sonrası etrafı ölüm sessizliği kaplamış gibi sanki. Kimse konuşmuyor, kimse futbolla ilgili yorumda bulunmuyor. Böyle oluyor demek ki.

Her neyse, an itibariyle Meriç geldi aklıma. O mümtaz insan, şahane kişilik, futbol bilgini, gazeteciliğin yüz akı, o sevimli pembe yanaklı kahraman yani. Nerede, ne yapıyor acaba? Kafasında hangi tilkileri dolaştırıyor ve hiçbirinin kuyruklarını birbirine değdirmiyor.

Bugün, yarın bilemedin cumaya kadar kendisinden bir şahaser bekliyorum. Tam böyle zamanlarda ortaya çıkıyor, gizli kahraman Meriç. Nasıl da özlemişim kelimelerini, cümlelerini; o engin futbol bilgisiyle karşılaştırmalar yapmasını.

Meriçim, hadi aslanım, bekliyor seni herkes. Bak bugün 70 milyon dolarlık anlaşma da yaptı Galatasaray. Tam senlik konu. Sardır da, sardır unuttur sahibine yenilgileri, beraberlikleri.

Olmuyor böyle, sensiz tadımız tudumuz kalmadı.

Üzgünüm fotoğraf koyamıyorum bu proxy sitelerden girince. Ama eve gidince konuyla ilintili bir fotoğrafı mutlaka koyacağım sayfaya.

Hadi ama Meriççç, bekletme bizi daha fazla.

Değmeyeceğini anlayacaksın


29 yaşındaki adama yapılan muamelenin fotoğrafıdır bu. Türkiye'deki egemen futbol anlayışının bir yansıması, başka bir deyişle.

Geldiği gün havalaanında kuyruk olup bekleyen adamlar belki de bugün bu genç adamın gözyaşı dökmesine neden oluyor. 13 hafta var, eder 39 puan. Kaybedilmiş ne var? Hiçbir şey yok. Sezon sonu şampiyon olduğunda atlarsın Güiza'nın boynuna, unuttursun kendi hesabında. Yaşadığı o buhranın izlerini silebilecekmiş gibi. Ama bunu anlatmak mesele, o boş beyinlere.

Aslında Türkiye fotoğrafı bu, sadece Fenerbahçe'ye özel bir durum değil. Galatasaray'da ya da Beşiktaş'ta yaşanması muhtemel ya da yaşanmış olaylar. Hagi'ye küfretmedi mi Galatasaray taraftarı. Ya da bir başkasına s*ktiri çekmedi mi?

İspanya gol kralı apoletiyle geldiği ülkeden, o apoletlerin futbol vandalları tarafından paramparça edilme isteğine şahit olduk.

Suçlu kim? Şimdi yazıyı okuyan vatandaş suçlu, yazıyı yazan vatandaş suçlu. Sen, ben, hepimiz aynı yere pisliyoruz, en nihayetinde.



Şimdi bu adamın gözyaşlarının nedeni gol kaçırması mı? 10 gün önce Bursa'da attığı golde, bugün yuhalayanlar ayağa zıplamadı mı? Nedir sorun? Sorun büyük, sorun Türkiye'de yaratılan ortam.

İçi boş 321 milyon dolarlık futbolumuzun, değil 321 milyon dolar, 321 katrilyon dolar olsa görüntüsünün değişmeyeceği çok açık. Parayla, pulla futbolun kalitesinin artacağını düşünen beyinler, 29 yaşındaki bu genç adamın gözyaşlarının müsebbibidir.

Bugün Güiza'yı bu duruma sokanlar, başka bir gün Sivas'ta insanlar yakılırken alkış tuttu, cinayete kurban giden bir gazetecinin ölümüne sessiz kaldı. Daha sayayım mı, daha artırayım mı örnekleri.

'Çirkinleştik, çok hem de' diyordum hep ama bu çirkinlik filan değil. Düpedüz insanlıktan çıkmak. 20 yıl önce, kimsenin kurucusuna, kız arkadaşına, efsane oyuncusuna ana-avrat küfür etmiyorduk. Ama senin Başbakan'ın 'yalama' derse, tribündeki adam da ana-avrat söver. Niye şaşırıyoruz ki buna?

Dün Kezman, bugün Güiza, yarın emin olun Alex'tir küfür sırası.

Milyonların izlediği bir maçta, gözyaşı dökmek ciddi bir birikim eseridir. Çok atmışsın içine be Güiza. Git, kurtar kendini bizim gibi vahşilerin arasına. Değmez, inan değmez.

Yarın antrenmana gidilir baklava verilir emin olun, ağzımız tatlansın hesabı. Adamın 2 yıldır ağzına sıçtınız, biraz da ağzını tatlandırın, değil mi?

22 Şubat 2010

Biri Rıdvan'ı durdursun artık

Eh be Rıdvanım, hani Neill Everton'da bile yedekti, Jo'ya Galatasaray'dan başkası talip olmazdı, Dos Santos şöyleydi, böyleydi...

Hani Aykut Kocaman ve Daum birlikteliği Fenerbahçe için harikaydı, bulunmaz fırsattı?

Hani Daum'un Türkiye'yi bilmesi ve tanıması Rijkaard'ın gelmesinden daha olumlu sonuçlar verirdi?

Samandıra'da ayak oyunları mı var? Alex hariç bütün Güney Amerikalılar gönderilmeli mi?

E güzelim, sezon başından bu yana söylediklerinin hepsini yalamadın mı şimdi? Tükürdüğünü yalamak da derler halk arasında. Ne değişti peki? Galatasaray'la aranda 2 puan fark var altı üstü. 3 puan öne geçsin Fenerbahçe yine aynı nağmeleri tıngırdatırsın.

Türkiye'nin en iyi spor yorumcusu diye bir saçmalık attılar ortaya, herkese yedirmeye çalıştılar. Bir-iki yedi millet ama hayvan terli artık. Günün adamısınız hepiniz. Aziz Yıldırım başkanlıktan ayrılsın o kulüpten en ağır eleştirileri siz yapacaksınız yine, bugüne dek yalaya yuta övdüğünüz adamı yani.

Freni boşalmış kamyona dönmüşsün, bir mağlubiyetten sonra. Çıkmışsın, Galatasaray'ın transferlerini övüyorsun.

Neyse ben esas, "Güntekin Fenerbahçe eskiden böyle miydi? Nobre çıkar Anelka girerdi oyuna. Appiah vardı, Tuncay vardı. Nerede Mehmet Aurelio gibi savaşan oyuncular" teranesini bekliyorum.

Fenerbahçe, eğer Lille'e elenirse bu sene havluyu atar gibi görünüyor. Önceden ukalalık için söylemiyorum ya da böyle olmasını istediğim için değil fakat Emre'nin maç sonu röportajını izledikten sonra beyin olarak bittiklerini fark etmek çok zor değildi. Son şansları Lille maçı.

Galatasaray, Kayserispor ve Bursaspor arasında şampiyonluk yarışı tadından yenmez. Umuyorum Fenerbahçe de erken havlu atmaz ve 4'lü devam eder bu yarış. Fenerbahçesiz tadı olmaz.

Rıdvanım, hadi sana iyi günler. Yanlış saat bile günde iki kez doğruları gösterir. Akşam akşam, tam o hesap doğruları söyledin. Zaten biliyordun, ne gerek vardı ki kasmaya? Ne gerek vardı tükürdüğünü yalamaya?

Bütün suçu Güiza'ya yükleyip, kaçmaya kalkmasın kimse. Er ya da geç Aziz Yıldırım'ın bu külübün başındaki en büyük felaket olduğu görülmeli. Sadece o kulübün değil tabii. Türk futbolunun başındaki en büyük beladır. Ne zaman gider, herkes mutlu olur. Ben olmam, gayet memmunum. Kendisine ikinci yıldız takmak gibi bir niyetimiz var çünkü.



Bursaspor'a değinmeden olmaz. Beşiktaş'ı da Fenerbahçe'yi de geriden gelerek yendiler. Kupa maçında çok bariz hakları yenildi, Fenerbahçe'nin önünü açtılar. Seyircisi ile aram iyi değildir ama takım olarak ciddi bir şampiyonluk adayı oldukları kesin.

Fotoğrafın ismi "Timsah'ın zirve yürüyüşü" olsun. Hakikaten yürüyorlar.

+18'e ihtiyaç duydum kusura bakmayın



Valla Ali Sami Yen'deki ilk maçtan sonra uzun uzadıya yazmıştım, bu kez gerek duymadan tıpkı Meriç'e yaptığım gibi yekten lafımı edeceğim.

Ali Sami Yen'deki maçta bu kulübün kurucusuna küfür ettiniz, bu maçta gencecik bir adamın kız arkadaşına küfür ettiniz, maç bitti Metin Oktay'a küfrettiniz. E, o zaman siz bunu hak ettiniz; alayınız ibnesiniz.

Benim küfürüm, o sözleri söyleyenleredir. Boş yere alınganlık yapmaya gerek yok.

Not: Fotoğrafı en büyük haliyle koydum. Birilerinin Beşiktaşlılık duruşuna karşı, Arda'nın duruşunu göstermek için. İsteyen istediği gibi kullansın...

21 Şubat 2010

'Topun çizgiyi geçmesine gerek yok'



Sinan Engin: Topun tamamının çizgiyi geçmesine gerek yok, ben olsam bu pozisyona gol verirdim.

Sinancığım sen bu yüzden ne akıllı, ne zeki, ne efendi, ne centilmen, ne de başka bir şey olursun. Tanrı seni Sinan Engin yaparak gereken cezayı vermiş, bir ömür boyu o beyinle yaşamak, zulümlerin en beteri olsa gerek.

Zaten futbolculuğunda bir şeye benzemezdi. Altı pastan bolca denize gönderdiğin top vardır.

Fotoğraf: taccizgisi'nden alınmıştır.

Galatasaray istediğini aldı


Atletico Madrid dönüşü yine 11'lik sonuç ve yine hemen hemen istediğini alan bir Galatasaray izledik.

Servet ve Mustafa Sarp dışında Madrid deplasmanındaki 11'le sahaya çıkan Galatasaray daha oyunun başında belli etti niyetini. İyi kapanarak, ileriye atılan hızlı toplarla bulunabilecek gol ya da gollerle, deplasmandan en az hasarla çıkmaktı. Aslında Arda'nın bulduğu golle bunu gerçekleştirebilecek noktaya da geldi ama neredeyse sezonu kapatma tehlikesindeki Beşiktaş buna izin vermedi.

İlk yarının 25. dakikasına kadar dengede giden maç, o dakika itibariyle dengeyi Beşiktaş yönüne çevirdi. Özellikle 30 ila 45. dakikaları arasında baş döndürücü bir tempoyla oynayan siyah-beyazlı takım, Uğur'un İbrahim Üzülmez ve Ekrem karşısında zayıf kalmasıyla, bir nevi tek kale bir oyuna çevirdi maçı.

İnönü'de de yarı düdüğü çaldığında şöyle derin bir 'oh' çektim. Çünkü, Beşiktaş'ın 20 dakikalık dilimde ortaya koyduğu tempo, onları oyundan düşürecekti, öyle de oldu.

Galatasaray, ikinci yarının başlamasıyla, maçtan tek istediğinin beraberlik olmadığını gösterdi. Nitekim Arda, Rüştü'nün kapadığı köşeden bulduğu golle 1-0'lık üstünlüğü sağladı. Tam o dakikalarda Arda'nın sakatlığından ötürü saha kenarına alınması, belki de 2 ya da 3'e gidecek maçın ibresini ters yöne çevirdi.

Hayatta tek tip insandan korkarım, o da hayatta kaybedecek hiçbir şeyi olmayan insandır. İşte Beşiktaş'ın 1-0 geriye düşmesi de, bana bunu hatırlattı. Arda'ya en ihtiyaç olduğu dönemde, çıkması Galatasaray açısından tatsız bir hadiseydi.

Maç o dakikadan sonra tenis maçı hızına döndü. Beşiktaş şuursuz biçimde Galatasaray'ın üstüne geldi. Galatasaray da, dönen toplardan Keita ve Dos Santos'la, kontraatakla farkı artırmayı denedi fakat olmadı.

Maçın sonucuna baktığımda beraberliğin Galatasaray'ın istediği olduğunu düşünüyorum. Şampiyonluktaki rakiplerinden biri olan Beşiktaş'tan 4 puan almışsın, rakibinin üse çıkmasını engellemişsin ve zor bir deplasmandan en az hasarla çıkmışsın.

Şimdi maçın başına dönelim. Rıdvan Dilmen maç başlamadan yaptığı yorumda Servet yerine Emre Güngör tercihini sorguladı. Hatta gayet açık bir biçimde de yanlış bir karar olduğunu söyledi. Rıdvancığım, git bir takım çalıştır sonra doğrularını uygula. Dışarıdan bıdır bıdır konuşmakla olmuyor o iş. Kaldı ki, Emre Güngör ve Neill ikilisi gayet iyi uyum yakaladılar. Yani, bu böyle çok hayati bir hata değil. Ama Rijkaard ne yapsa, bu arkadaşa yaranamıyor (Yaranmasına tabii ki gerek yok. Rıdvan kimdir).

Bir söz de Sergen Yalçın'a olsun. Bütün bir hafta boyunca Beşiktaş'ın Galatasaray'ı nasıl yeneceğini anlatıp durdu. (Gerçi kendisi Beşiktaş ya da Galatasaray demiyor. Anlayamadığım bir biçimde 'Galatasaray takımı', 'Beşiktaş takımı' gibi bana çok embesilce gelen bir ifadeyi kullanıyor ama neyse)

Herkesin Galatasaray'ın yenilmesini beklediği bir maçtı. Gayet akıllı bir futbol oynamaya devam ediyoruz. Ne istediğini bilen, ne istediğini saptayan ve ona göre bir teknik direktöre sahibiz çünkü.

Hem Atletico hem de Beşiktaş maçlarındaki sonuçlar kâğıt üstünde avantajlı sonuçlardır. Ama yarın ne olur o da bilinmez.

Son sözler futbolculara olsun. Leo yine bütün bir sene baz alındığında gayet başarılı bir performans sergiledi. Yenilen goldeki yumruk hatası dışında. Uğur ilk yarı berbat ikinci yarı idare eder durumdaydı. Neill ve Emre Güngör ikilisi bana Servet'ten daha çok güven veriyor. Neill ciddi anlamda Galatasaray için avantaj halini aldı. Sahada yaptığı her şey bilinçli ve kontrollü. Neill'ıl olduğu defans kişisel olarak bana acayip güven veriyor.

Barış her zamanki gibi 90 dakika boyunca durmadan koşan ama bolca hamle ve pozisyon hatası yaptı. Elano ciddi anlamda formunu artırıyor. Her maç, bir öncekinden daha iyi ve daha üretken. Arda için söylenebilecek bir şey yok. Sakat sakat çıkıp oynadı, golünü attı.

Caner'de ciddi bir düşüş var, Dos Santos hâlâ güçsüz.

Yine de büyüksün Galatasaray...

Beşiktaş-Galatasaray nostaljisi


Ligin ilk yarısındaki Galatasaray-Beşiktaş maçında böyle nostalji kokan fotoğraflardan oluşan bir seri yapmıştım. Görmeyen, bilmeyen, kalmasın dedim. Yeniden koydum. Bu iki fotoğraf da linklere tık'lamanız için sebep olsun.

Güzel maç olsun, itiş-kakış olmadan, hakemin dahli olmadan, bu güzel pazar gününde şahane bir derbi izleyelim.

Not: Bu arada siyah-beyaz fotoğrafların altında Melih Abi'nin şahane bilgilendirmeleri (yorum) var, okuyun derim.

Renkli Galatasaray-Beşiktaş nostaljisi

Siyah-beyaz Galatasaray-Beşiktaş nostaljisi

19 Şubat 2010

Old Trafford dalya dedi


19 Şubat 1910'da Liverpool'a 4-3 yenildikleri maçtan bugüne 100 koca yıl geçmiş. İngiltere'nin efsanevi statlarından biri. Doğum günü kutlu olsun.

Muhtemelen o statta en unutamadıkları 5 maç arasında 3-3'lük Galatasaray ve 1-0'lık Fenerbahçe yenilgileri vardır. Hoş, kötü anılar silinir derler ama asla silinmez.

Fabregas podyumda

Kontrollü ve sabırlı oyun şart


Gece yazamadım. Neden yazamadım çünkü Q klavye olan bir yerdeydim ve cebelleşmek istemedim.

İki maç ard arda izlememiştim uzun zamandan bu yana bu sayede onu da yapmış oldum. Şimdi, önce Lille-Fenerbahçe maçına gelelim.

Maç içinde Güiza'nın yakaladığı pozisyonları görünce, kendi kendime "Forvetsiz olmak daha iyi, ya Güiza bizim forvetimiz olsaydı" diye söylendim. Muhtemelen Fenerbahçeliler ateş püskürüyordur elemana. (Tabii Deniz Barış'a da)

Hakikaten, Güiza yerine langırt adam olsa daha çok iş yapar. Açıkçası beklediğimden daha iyi oynadı Fenerbahçe. Lille'in, o Fransa liginde alıştığımız baş döndürücü tempoyu sahaya yansıtmasına engel oldu.

Fenerbahçe'nin temel sorunu orta sahası. Çok çabuk kat ediliyor, Baroni ve Emre sanki yok gibiler, zaten var olduklarında da basit pas hataları yapıyorlar.

Lugano'nun sakat sakat oynatılması, bana Veselonoviç'li Fenerbahçe günlerini hatırlattı. Bir savunma argümanı olarak "Ama kendisi oynamak istedi" açıklaması tam da Daum'a yakışır türdendi. Semih'in yerinde olsam "Hocam ben oynamak istiyorum" konuşması yaparım Daum'la. Demek her "Ben oynamak istiyorum" diyen oynayabiliyor!

Sonuç itibariyle, gayet iyi bir sonuçla döndü Fenerbahçe. Fakat Lille, tıpkı Atletico Madrid gibi, deplasmanda daha iyi oynayacak oyunculara sahip. Bu yüzden aslında her iki maçın rövanşında da gerek Fenerbahçe, gerekse de Galatasaray sabırlı ve kontrollü oynamalı, seyirci gazına gelmeden.

LEO FRANCO'DAN ETKİLEYİCİ PERFORMANS

Gelelim Galatasaray maçına. Maç başladığında yenilen o aptalca frikik golüne kadar, iki takım da 0-0 bitsin der gibiydi. Atletico Madrid belli ki son kurşununu Barcelona maçında atmış ve orada kalmış.

Leo Franco, Türkiye'ye geldiği günden bu yana en etkili maçını oynadı. Ama gel gör ki, kurdurduğu baraj, durduğu yer facia gibiydi. Genel bir frikik sorunu var kendisinin. Nerede durmasını kesinlikle bilmiyor. Ancak gerçekten de etkileyici bir oyun sergiledi ilk kez.

RİJKAARD, CANER'E CEZAYI KESER

Caner'in yaptığı hata sonrası Rijkaard'ın ilk kez bu denli öfkeli olduğunu gördüm. Önce yaptığı pas hatası sonra da yaptırdığı faul, oyundan alınmasına neden oldu.

Maçtan çıkarken yaptıklarını filan konuşmayacağım, tamamen takım içi bir hadisedir ama ceza da kesilmelidir. Rijkaard'dan tıpkı Keita'yı cezalandırdığı gibi Caner'i de bu yaptığı hareketten ötürü cezalandırmasını bekliyorum ama.

Uğur, Hakan Balta, Neill üçlüsünü çok beğendim. Neill'ın gelmesiyle, Galatasaray defansının kalitesinin artması bir oldu. Bu kadar soğukkanlı, ne yaptığını bilen bir defans oyuncusuna uzun zamandır Türkiye sınırları dahilinde rastlamıştım.

Keita, serseri kurşun misali dolandı durdu 60 dakika kadar. Uzaktan çektiği şut dışında sahada yoktu ama Erman ve İlker Yasin ikilisine inat (Maç boyunca dalga geçer boyutlarda eleştirince bünye kaldırmıyor tabii) golü attı. İyi oynadığı zaman çok büyük güç ve Galatasaray'ın en büyük patlayıcısı.

Arda, 90 dakika boyunca sahada her şeyi yaptı. Forvet oynadığı bölümlerde defans arasında kaybolsa da, kanatlara kaydığı dönemlerde ne kadar etkili olabileceğini gösterdi.

Tıpkı Fenerbahçe gibi Galatasaray'ın da orta sahasında bir sorun var. Hedefi olan bir takımın orta sahası bu denli rahat geçilemez. Kağıt üstünde bakıldığında ne Mustafa Sarp ne de Mehmet Topal zayıf, güçsüz oyuncular değil ama oyuna baktığımızda zayıf kalıyorlar.

Elano'ya hiç paraf açmadan rövanş maçına yorumumu saklıyorum. Bir hafta sonra neden böyle söylediğimi anlayacaksınız.

Avantajı aldık, geldik. Yarı gücümüzde olmadan Atletico Madrid'i sarstık. Hoş, Simao'nun direkten dönen pozisyonu maçın da dönüşüydü fakat ara sıra da şans Galatasaray'la olsun mümkünse.

4 hissi boş çıktı, gayet mutlu oldum...

18 Şubat 2010

İçimde 4 hissi var


İçimde fena bir '4' hissi var. Kim atar kim yer bilmiyorum ama gittikçe bastıran bir duygu halinde '4' yeneceği ya da atılacağına yönelik bir his bu.

Ya Lille-Fenerbahçe ya da Atletico Madrid-Galatasaray maçında birinden biri '4' yiyecek. Uğursuz filan demeyin sakın ama atabileceğimize yönelik değil yiyeceğimize yönelik bir his bu.

Neyse maçtan sonra görüşmek dileğiyle. Herkesin gönlünce olsun...

Geç kalmış Okay Karacan yorumu

Bir maç üstünden yerden yere vuruldu şu güzelim insan. Elbette kendisinin, benim savunmama ihtiyacı yoktur. Bugüne kadar yaptıkları, anlattığı F1 mücadeleleri, sayısız maç.

Ekrana çıkar ama bu işin aynı zamanda da emekçisidir. Öyle oturup klavye başında tıngır tıngır laf atmaya, çirkefçe çemkirmeye benzemez, o işin emekçiliği.

Okay Abi'nin bir maçı anlatmadan saatler önce yaptığı hazırlıkları biliyor mu acaba eleştirenler? Ya da daha bıyığı yeni terleyen birtakım blog karalayıcıları, Okay Karacan'ın verdiği emeğin binde birini verebildi mi?

Yok, hiçbiri değil haliyle. Ama amaç üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek. Fenerbahçe ya da Beşiktaş maçını benzer biçimde anlatsa, bu kez başkaları eleştirecekti.

Burayı sürekli takip edenler artık nasıl yazdığımın farkındadır. Öyle bel altı filan vurmam, inceden geçirmeye çalışmam, lafımı-sözümü sakınmam. Neyse derdim, onu direkt olarak yazarım.

Birkaç blog var ki, böyle sinsi sinsi, bel altı öyle vurmuş ki Okay Karacan'a. Önce adam ol, derdin neyse açıkça söyle. Öyle lafı bin dereden dolaştırıp söyleme. Buna yüreğin yetmiyor, ıvır-kıvır vaziyetlerindesin. Çakal olma, adam ol önce.

Tekrar ediyorum, Okay Karacan'ı savunmak benim işim değildir, zaten benim açımdan savunulacak bir şey de yapmamıştır. Her zamanki tarzıyla bir maç anlatmıştır o kadar.

Hayır, ilginç olan şu: Bu ülkede her türlü bok dönüyor, her türlü hukuksuzluk yaşanıyor, kimsenin eleştirmeye niyeti yok; sanki her şey güllük gülistanlıkmış gibi. Ama bir futbol maçının spikerini saçma sapan bahanelerle yere vuruyor birileri.

Okay Abi, TRT koridorları kıçından ter akıtarak gezerken, değil kısa pantalon, annesinin verdiği mamayı kaşıklayanlar, hiç kusura bakmasın ama eleştirmek bir tarafa Okay Karacan'ın adını ağzına alırken, önce besmele çekmeli.

Neyse çok özgürüz bir ülkeyiz ya, isteyen istediğini eleştiriyor değil mi? Şu blog hadisesi gittikçe mide bulandırmaya başladı. Herkes her boku çok biliyor anasını satayım. Şu iğrenç haber portallarındaki yazılardan ve yorumlardan farksızlaşmaya başladı.

Gerek NTV, gerekse de kısa süreli Habertürk maceraları döneminde aynı binayı paylaşmaktan gurur duyduğum ender insanlardandır. Bunu da belirteyim.

Not: Gazetedelerde çıkan eleştiriler zaten birtakım kişisel çekişmeler sonucu yazılmıştır. O yüzden onlara değinme gereği duymadım.

Xavi Galatasaraylıları çok kızdıracak

"Barcelona’dan ayrılmayı birçok kez düşündüm. İlk yıllarımda, kendimi geliştirdiğim dönemde, yedeği olduğum Guardiola ile kıyaslanmam beni çok yıprattı" diyen Xavi, o zamanlar 17-18 yaşında olduğunu ve Nou Camp’tan ayrılmayı planladığını söyledi.

Xavi, bundan birkaç yıl sonra da aynı hislere kapıldığını ifade etti ve "Rijkaard dönemiydi. İşler iyi gitmiyordu. Ayrılmayı tekrar düşündüm" şeklinde konuştu.

Editörün notu: Kuvvetle muhtemel birazdan tüm güzide haber portallarımızda, bu başlıkla ya da daha aşağılayıcı bir başlıkla bu haberi görebilirsiniz. Önceden uyarayım dedim...

17 Şubat 2010

Hiddink genelinde Bakırköyspor nostaljisi


Herkes hazırlansın, yarın gazetelerin tozlu raflarından ve arşivlerinden bu sayfalar çıkacaktır muhakkak. Hatta özenle bekletilecektir, Hiddink'in gönderilmesini bekleyen çakallar.

Parası, pulu, aldığı, verdiği, milliyeti yani her şeyini döküp saçacaklardır.

Neyse, aslında aklımdaki başka bir şeydi. Yandaki puan tablosuna bakın, daha ilk hafta lider Bakırköyspor. Ligin ilk haftasında Ankaragücü'nü 7-1 yendiler. Ama tabii, Aydınspor'un gölgesinde kaldılar aldıkları bu skora rağmen.

Bakırköylü'yüm o yüzden ikinci takımımdır. Golleri, Feyzullah Küçük (2), Uğur Kiremitçi, Novak, Büyük Ahmet, Mustafa Arabacıbaşı ve Araskiewicz atmıştı.

Kalede Kraft vardı. Rivayet derler ama doğrudur, Novak ve Araskiewicz transferleri için söylenenler.

Elemanları İstanbul'un şampiyon takımına geliyorsunuz diye getiriyorlar. Ama bir eksik bilgiyle; 2. Lig'in şampiyonu olduğu söylenmez.

Aynı sezon Gaziantepspor'a da benzer bir 7 tarifesi uygulandı ve 7-2 gibi tarihi bir farkla kazandılar.

Bakırköyspor o sezonu 6. kapatmıştı. Ne ilginçtir ki, daha ilk maçta 7 attıkları Ankaragücü, bir puan farkla 7. sırada kapatmıştı sezonu.

Hakikaten bir garip oldum. Ne takımdı o takım anlatamam. Şenlikköy'e giderdik maçları izlemeye. Gerçekten de, 2. ligden çıkmış bir takımın öylesi bir performans gösterdiğini eşine az rastlanır.

Nostalji oldu be. Bugün çok yazdık, yeter bu kadar...

Bu nasıl bir müjde anlayışıdır!

Biraz önce DHA geçti şu metni "Lille'den Fenerbahçe'yi sevindirecek haber geldi. Fransız ekibin Brezilyalı forvet oyuncusu De Melo'nun yarınki maçta forma giymesi zor."

Benzer haberleri sürekli görüyoruz. Yaşamını futbol oynayarak kazanan, belki bu parayla hasta babasının tedavisine yardımcı olan, belki yüzlerce şampanya patlatan bir adam. Ne olduğunun ya da nereye harcadığının önemi yok, bu parayı kazanan açısından.

Ama birader, bu kadar mı insanlık dışı olur bir toplumun gazetecisi. Yani bir değil, iki değil bu. Sürekli aynı muhabbet dönüyor. "Müjde! Bilmem kim sakat"

İnsanlığınız nerede sizin bilmiyorum ki. Bir adamın sakatlanması neden bu kadar memnun ediyor sizi? Şimdi ben çıkıp "Müjde bu haberi yazan ve yollayan muhabirin, geçirdiği trafik kazası nedeniyle parmakları kırıldı" desem hoş mu olur?

Tabii, bir noktada da hak vermiyor değilim. Buyuz biz. Yanı başımızda kaza olur, oturup izleriz, heyecanla anlatırız etrafımızdakilere. O an telefon açıp yardım etmektense, izlemeyi yeğleriz.

Ben şimdi tam bunları yazarken, Hürriyet'in internet sayfasında "Fenerbahçe'ye büyük müjde" diye verildi haber.

Ne yazmak gerekir ki başka. Bunu yazan adamın küçük dünyasında, birinin sakatlanması 'müjde' olarak görülüyor.

İnsan olmak en önemli erdemdir yaşamda. Bu erdemi yaşamayamayan, bu erdeme erişemeyen şahıslar için ne yazsak ne söylesek boş.

Bağımsızlık itirafı

Nokta virgül koymadan yazacağım. Çok acı bir itiraf ne yazık ki....

Sanayi Sitesi-Darüşşafaka arasında yapımı süren metro inşaatında deneme sürüşü yapan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, TEKEL işçilerinin bir bölümünün belediyelerde istihdam edilmesi önerisine nasıl baktığının sorulması üzerine "Benim kadrom yok. IMF yeni kadrolu eleman almamızı istemiyor. Olsa itfaiye işçilerimi alırım" yanıtını verdi.

Bağımsızlık mı? Hem de Türkiye? Hadi canım, kandırmayalım birbirimizi. Bir ülkenin acizliğini gösteren bir cümle bu.

Daha acı olanıysa, koskoca bir belediyenin başkanı, bunu rahatlıkla söylüyor. Gayet rahat, hiç utanmadan, gocunmadan.

Bayrağın, direkte sallanmasıyla bağımsızlık olmuyor. Eğer bağımsız değilsen, bayrak sadece en nihayetinde kumaş parçasıdır. Gönlümüz rahat, yaşamaya devam, haydi.

Pardon unutmuştum, sanal alem milliyetçileri Kardak'a bayrak kondurmuştu. Bakın nasıl da dalgalanıyor (!)

Kısa... kısa... kısa....


Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner tutuklandı. Yine aynı suçlama: Ergenekon. Yine garip bir zamanlamada. Başbakan Erdoğan, daha geçen hafta medyaya "TEKEL işçilerinin eylemini siz gündemde tutuyorsunuz" diyerek, bu işin sumenaltı edilmesi geriktiğini açıkça söylemişti. Şubat'ın 28'inde eylem yerlerine polis müdahalesi olacak. Bir komplo teorisyeni olarak şunu söyleyebilirim ki, ayın 24'ü ile 28'i arasında çok önemli bir isim, yine benzer bir suçlamayla gözaltına alınacak. Tahminim Sabih Kanadoğlu yönünde ama daha başka bir isimde olabilir.

Medya Oskarları gecesinde Kamer Genç rüzgârı esmiş. Bülent Arınç'ın ödül verdiği anda, "Bülent Arınç'ı dinlemeye gelmedim, ağlayan adam" diyerek, Arınç'ın geceden ayrılmasını sağlamış. Vallahi bayılıyorum kendisine, takipçisiyim her vakit. Bu arada, Arınç'a suikast düzenleniyordu. O iş ne oldu bir haber çıktı mı acaba?

Hiddink'in geleceğini gösteren işaretler diye bir post yazmışım 3 Şubat tarihinde. 'Ben söylemiştim' demek için değil ancak anlaşma çok öncesinden belli olmuştu. Bu kadar kasmanın anlamı yoktu.

Öte taraftan, aylardan bu yana kafatası avcılığı yapıp "Yerli antrenör" çığlıkları atanlara yeni av malzemesi geldi. Eski defterler açılır yakında. Yılmaz Hoca'ya yeniden geçmiş olsun. Alman pasaportundan sonra Hollanda pasaportu da alacağını düşünüyorum.

Yarın Lille ve Atletico Madrid maçları var. Her iki maçta da garip skorlar alınacağı hissi var içimde. Yine inceden '4' hissi var içimde ama hangi maçta daha tam çözemedim.

Sus artık


Beyni zannımca bebek bıngıldağı ya da jöle kıvamına gelmiş olmalı. Ne söylediğini bilmiyor, akıl süzgeci denen hadiseyi çoktan çöpe atmış.

Senelerdir Galatasaray'a gelen hiçbir teknik direktörü beğenmiyor. Ya 'korkak', ya 'fos' ya 'işi bilmiyor', ya 'yeteneksiz', ya öyle ya böyle. Aklına ne eserse onu söylüyor.

Hayır, kendisi kimdir o merak konusu. Her şeyin duayeni şeklinde dolanıyor ortalıkta. Bilmediği hiçbir konu yok. Babam derdi "Her şeyi çok bilen, bok bilir evladım" diye. Tam o hesap, bizimkisinin durumu da.

Artık mahallenin delisi kıvamına geldi. Benim, kendisine önerim şudur: SUS ARTIK KONUŞTUKÇA SAÇMALIYORSUN, SAÇMALADIKÇA BATIYORSUN, BATTIKÇA ALÇALIYORSUN

16 Şubat 2010

Şeref, onur, haysiyet ve gurur


TEKEL'i kurum olarak yağmaladılar....

TEKEL Unkapanı binasını, İskenderpaşa tarikatına sattılar...

TEKEL Paşabahçe binasını AS Asya grup diye kimsenin bilmediği bir şirkete sattılar (kuvvetle muhtemel tarikat bağlantısı var)...

Başbakan daha 4 gün önce televizyonlarda TEKEL işçilerini, iki büyükşehir belediyesine 'satmaya' çalıştı...

S-A-T-A-M-A-Y-A-C-A-K-S-I-N-I-Z

Şeref, onur, gurur, haysiyet. Acaba bu ifadeler ne ifade ediyor birileri için?

YALNIZ DEĞİLİZ

Bir ufka vardık ki artık
Yalnız değiliz sevgilim.
Gerçi gece uzun,
Gece karanlık
Ama bütün korkulardan uzak.
Bir sevdadır böylesine yaşamak,
Tek başına
Ölüme bir soluk kala,
Tek başına
Zindanda yatarken bile,
Asla yalnız kalmamak.

Şafakları ben balığa çıkarım
Akan akmayan sularda
Benim, bütün tezgahlarda paydosa giden
Bir bahar akşamı dünyada.
Ben dört duvar arasında değilim
Pirinçte, pamukta ve tütündeyim,
Karacadağ, Çukurova ve Cibalide.

Zehirli kör yılanları
Ve sıtmasıyla
Gün yirmidört saat insan avında
Karacadağda çeltikler.
Bir kız çocuğunun gözyaşı gibi
- Ayak bileklerinde bir dizi boncuk,
Sol omzunda nazarlık,
Dağ başında unutulmuş üşümüş,
Minicik bir aşiret kızının -
Damla-damla, berrak olur pirinci.
Kamyonlarla, katır kervanlarıyla
Beyler sofrasına gider...

Çukurovam,
Kundağımız, kefen bezimiz
Kanı esmer, yüzü ak.
Sıcağında sabır taşları çatlar,
Çatlamaz ırgadın yüreği.
Dilerse buluttan ak,
Köpükten yumuşak verir pamuğu.
Külhan, kavgacıdır delikanlısı,
Ünlü mahpusanelerinde Anadolumun
En çok Çukurovalılar mahpustur,
Dostuna yarasını gösterir gibi,
Bir salkım söğüde su verir gibi,
Öyle içten
Öyle derin,
Türkü söylemek, küfretmek,
Çukurova yiğidine mahsustur...

Tütünü bilir misin?
"Kız saçı" demiş zeybekler,
Su içmez her damardan,
Yerini kolay beğenmez,
Üşür
Naz eder,
Darılır
İki parmak arasında kıyılmış,
Bir parçası var kalbimin
İncecik, ak kağıtlara sarılır,
Dar vakit yanar da verir kendini.
Dostun susan dudağına...

Sokaklardan,
Kıyılardan,
Gök mavisinden,
Ekmeğinden,
Canevinden ayrı düşmeye
Yani bütün hasretlerin kahrına
Ve zehrine çaresiz kalmaların,
İlk nefesi Hızır gibi yetişir
Cibalide sarılan cıgaranın...

Tütün işçileri yoksul,
Tütün işçileri yorgun,
Ama yiğit
Pırıl - pırıl namuslu.
Namı gitmiş deryaların ardına
Vatanımın bir umudu..

Ahmet Arif

15 Şubat 2010

Ah Busacca unutulur mu o hareket


İsviçre'de karnaval zamanı. Hiç unutulur mu o hareket?

Massimo Busacca'yı bütün bir ömrü boyunca gölge gibi takip edecek. Buyurunuz fotoğraf bunun bir kanıtı.

Şeytanın bacağı bu kez kırılır mı?

Manchester United ve AC Milan arasındaki maçlar. Görüldüğü üzere Manchester United'ın Milano'da henüz golü olmadığı gibi, rakibini hiç eleyememiş de.

Öte taraftan Rooney, kariyerinin en parlak günlerini yaşıyor. Sorumuz şu; ManU gol atar mı? Turu geçebilir mi?

1958 Manchester United: 2 - AC Milan: 1/AC Milan: 4 - Manchester United: 0
1969 AC Milan: 2 - Manchester United: 0/Manchester United: 1 - AC Milan: 0
2005 Manchester United: 0 - AC Milan: 1/AC Milan: 1 - Manchester United: 0
2007 Manchester United: 3 - AC Milan: 2/AC Milan: 3 - Manchester United: 0

TIR dorsesi altında kalması gereken yaratıklar


Telekom, Beşiktaş maçında linç olayı yaşandı. Spor sayfalarına bakınmayı sevmem o yüzden nasıl görüldü bu haber hiçbir fikrim yok. Baktığım iki gazetede geçiştirilmiş biçimde verilmişti.

Şimdi, suratları daire içine alınmış bu yaratıklar konusunda Ankara Emniyeti'nin bir şey yapmaya niyeti var mıdır merak içindeyim. Kim oldukları belli, ne yaptıkları belli... O zaman niye bir işlem yapılmıyor?

Devletin gücü-kuvveti (!) taş atan, baklava çalan çocuğa mı yetiyor? Sokaktaki vatandaşın, kendi adaletini kendisinin işletmesi işte tam da bu yüzden kaynaklanıyor. Çünkü biliyor ki, yapanın yanında kâr kalacak. Yapan yaptığıyla sağda solda havasını basacak. Olansa linç olan adama olacak.

Tiplere bak zaten ne bok oldukları belli oluyor. Yarının Polat'ları, Memati'leri işte bunlar. Allah belanızı versin sizin. Bir TIR dorsesi altında hayvan leşi gibi gebermeniz dileğiyle.



Siyahlardan kurulu bir lig


Sanıyorum Fenerbahçe'nin en büyük kabusu olurdu. Sabah sabah aklıma geldi ansızın, öyle zorlama filan olmadan.

Gerçekten de en büyük Fenerbahçe'nin Fani Madida'dan bu yana, siyahi oyunculardan çektiğini hiç kimse çekmedi. Zaten Fenerbahçe de, onlardan çekti.

Niye bilmem, rakipte siyahi bir oyuncu varsa, bir de defansta Deniz oynuyorsa o maçta Fenerbahçe'nin kazanamayacağı duygusu ağır basıyor içimde. Tazemata'dan sonra İsaac 4 puanı aldı götürdü.

Aslında bunu bir istatistik olarak toplamak lazım, epey ilginç olurdu. Hatta ben bunu şöyle boş bir vakitte yapayım.

Bu kadar yazdım ama Atkinson'ı unutmuş değilim. Bak şimdi yine aklıma geldi anlatayım, pazartesi sabahı eğlenceli olur.

Atkinson'ın Türkiye'ye geldiği seneydi. Eylül ayı gibi Kemancı'ya gitmiştik birkaç arkadaş. Gece 2 civarı alkol bolca tüketilmiş haliyle, tuvalete girdim. Pisuvar başındayım, şöyle kafayı sola çevirdim Atkinson, sağa çevirdim Uche. "Ne oluyor lan" dedim, kendi kendime. Nasıl bir kabus, nasıl bir kader bu? Atkinson gülümsedi, Uche o cool tavrıyla baktı suratıma. "İyi akşamlar" dedim, çıktım.

Elemanlar mekânda gayet sote bir yerde oturuyorlardı. Yanlarında Rus olduğunu düşündüğüm 6 hatunla birlikte. Gecenin nasıl sonlandığını az çok tahmin ediyorum.

14 Şubat 2010

Gülümseyen Aslan


Tatil günü, üstelik de oynamadan liderlik geldi. Buna ancak gülümsenir.
Ehh, biz de öyle yapıyoruz.

Amaaa, "Son gülen iyi güler" diyecek olursa da, tepki vermeyiz. Elbet biri gülecek bu işin sonunda.

İyi oldu, iyi...

Asaletin bir canlıda vücut bulmuş hali


Bir canlı bu kadar asil görünemez. Ronaldo ile bırakamazdım sayfayı.

Zaten Galatasaray'ın maçı da yok buruğum. İyi pazarlar herkese...