4 Ekim 2010

Kökle Ali!


Çok güzel ülke lan bu Türkiye. Valla bak. Yaptığının yanına kâr kaldığı başka bir ülke yoktur. Elin oğlu 90 yıllık hesapları soruyor, bizim ülkede herif 20-30 yıl evvel yaptıklarını basına çarşaf çarşaf anlatıyor, kimse harekete bile geçmiyor.

Ali Ağaoğlu diye bir arkadaş var. Geçen hafta basın gizli reklamını yaptı bol bol. Zaten yazılı basını takip ederseniz, Ağaoğlu Şirketler Grubu'na ait tam sayfa ilanları rahat rahat görebilirsiniz.

Bu eleman Referans Gazetesine röportaj vermiş. 20.08.2009 tarihli Ayten Güvenkaya imzasıyla Referans'ta duruyor. Kendisi diyor ki, "Avazım çıktığı kadar bağırıyorum. İstanbul konut inşaat sektörünü en iyi bilen isimlerden biri olarak söylüyorum ki; mevcut yapı stoğunun yüzde 70'i deprem açısından güvenli değil. 1970'li yıllarda İstanbul'un Anadolu yakasında yapılan yapıların büyük bir kısmına inşaat malzemesini ben sattım. Kumları Marmara Denizi'nden demirleri hurdadan çektik. O zamanın şartlarında en iyi malzeme buydu. Sadece biz değil tüm firmalar aynı şeyi yapıyordu. Deprem olursa İstanbul'a ordu bile giremez, ölen şanslıdır."

Bak sen olaya. Aradan bir yıldan kısa bir süre geçiyor. Bu kez bütün televizyonlarda, gazetelerde, radyolarda "Herkes havuzlu evde oturmayı hak ediyor" sloganıyla bangır bangır bağırıyor.

Devletin savcısı, hakimi ne iş yapar merak ediyorum. Adam 40 yıl evvel İstanbul'da yapılan binaların kumlarını denizden çektiğini, demirlerini de hurdacıdan aldığını söylüyor, tık yok. Bir tane adam gibi savcı çıkıp da, "Gel bakalım arkadaş, hangi binaları yaptın, hangilerine malzeme sattın" demez mi?

Bir araştırma yapılıp, hangi binalar için kum-demir satmıştır soruşturulamaz mı? Hatta "Bak koçum, sen şimdi sağda solda 'Bu araba Türkiye'de sadece bende var' diyorsun, kurmuşsun hanedanlığını. Hadi bakalım bir zahmet o gün kum-demir sattığın binaların tamamını güçlendir" diyemez mi?

Bir ülkede, bu kadar aleni olarak yaşanırken her şey; adamın biri çıkıp itiraflarda bulunmasına karşın neden mala bağlar yetkililer bilmiyorum.

Ehh, kimse sormazsa, kimse araştırmazsa Ali Ağaoğlu gibi tipler, daha çok siker bu milleti, daha bol araba alır, daha bol bol 20'li yaşlarda hatunlarla fink atar.

Hangi parayla yapar bunu? Denizden kum çekip, hurdacıdan demir alıp, millete sattığı malzemelerle.

Lan, vicdan denen müessese hiç mi çalışmaz kimsede? Bu kadar mı ahlaksız, haysiyetsiz, şerefsiz, onursuz, gurursuzlarla mı dolu bu ülke?

Ayıp diyeceğim ayıp bile değil bu. Adam çatır çatır reklam yapıp, herkesin havuzlu ev sahibi olabileceğini cayır cayır bağırıyor, üstelik daha bir yıl önceki açıklamasına karşın.

Sevmiyorum bunu ama adamı öttürürler başka ülkede olsa. Adamın kafasını o denizden çekilen kuma gömüp, hurdacıdan alınan inşaat demirlerini götüne sokarlar.

Ama Türkiye'de. Giren de çıkan da bize. Az geliyor Aliciğim, kökle biraz daha.

Ampulünle aydınlat, garibanlığınla ağlat beni


Dosyalar açılıyor, cinayetler aydınlatılıyor, geçmişin hesabı soruluyor. Samimiyetleri konusunda ciddi anlamda şüphelerim var.

12 Eylül'den çıkıldı yola, şimdi başka yerlere gidiyor yön. Turgut Özal, Eşref Bitlis...

Mesela Musa Anter cinayeti. Aydınlatılması için harekete geçilecek mi?

Mesela Uğur Mumcu. Aydınlatılması için harekete geçilecek mi?

Ya da Bahriye Üçok. Aydınlatılması için harekete geçilecek mi?

Çetin Emeç de olabilir. Aydınlatılması için harekete geçilecek mi?

Ahmet Taner Kışlalı'yı unutmamak gerek. Aydınlatılması için harekete geçilecek mi?

Ya Muammer Aksoy. Aydınlatılması için harekete geçilecek mi?

Cinayetlerin aydınlatılmasını bekliyor tabii insan. Birkaç isimle kalmasın istiyor.

İsimleri bir kenara bırakalım, olaylara bakalım.

42 kişinin öldüğü 1 Mayıs 1977. Aydınlatılması için harekete geçilecek mi? Ampulün ışığı bunları aydınlatacak mı acaba?

Gazi olayları. Çorum, Yozgat, Malatya, Maraş, Sivas, Tokat...

Bunlar aydınlatılacak mı? Yaşayanlar hesap verecek mi? Sivrisineklerle uğraşıyorlar, bataklığı kurutmak varken.

Türkiye'nin karanlık tarihine el atmaya kimse yanaşamıyor. Mesela çok zor değil 6-7 Eylül olaylarında; Osmanbey, Kurtuluş, Nişantaşı, Taksim, Beyoğlu, Harbiye, Pangaltı, Teşvikiye'deki binaların nasıl birdenbire el değiştirdiğini öğrenmek. Cebinde üç kuruşu bile olmayan adamların koskoca binalara, apartmanlara, dükkânlara nasıl sahip olduklarını öğrenmek.

Şimdi fazla iyi niyetli arkadaşlar (!) "Ama bak Turgut Özal, Eşref Bitlis" diye savunmaya geçeceklerdir.

Zaten birileri artık hep haklı, onlara karşı komplolar kuruluyor sürekli, suikastler düzenlenmeye çalışılıyor. O yüzden mazlum o yüzden çaresizler (!)

Son 50 yılın en güçlü iktidarı olup, ellerinde sonsuz yetki varken, gariban, mazlum, ezilen olmaları insanın içini acıtıyor gerçekten de. O kadar gariban, o kadar acınası durumdalar ki; 7 yılda işyeri kurmayan, büyük atılımlar yaparak ithalat-ihracat şirketi kurmayan, maden şirketi açmayan bakan çocuğu kalmadı.

O kadar gariban-mazlum-acınası durumdalar ki, çok üzülüyorum onlar için. İnsanın ciğerini parçalıyor içinde bulundukları durum.

Anlatılanları ve söylenenleri duyunca, akşam karanlığında pazara çıkıp atılan domatesleri, biberleri, sebzeleri, meyveleri toplayan insanlarmış sanıyorum onları. Ya da işini yapamadığı için inşaatlarda hamallık yapan Ahmet Öğretmen hissi beliriyor içimde.

Herhangi bir aklıevvel, "Konu cinayetten buraya mı geldi? Senin samimiyetine inanmıyorum" diye yorum atmasın. Aklıma geliverdi işte birdenbire, daldan dala atlayıverdim.