28 Mayıs 2013

Kısa ve öz



Öyle uzun uzun cümleler yazmayacağım.

Kestiğiniz ağaçlar, dikeceğiniz AVM'ler, ananızın amına girsin.

Bunlara da insan diyenin anasını sikeyim...

23 Mayıs 2013

O Galatasaray, benim Galatasaray'ım olmaz


Galatasaray Ünal Aysal başkanlığında ve özellikle futbol takımı özelinde harika iki yıl geçirdi. Gerek geçen yıl, gerekse de bu sene, yönetim açısından parlak işlere imza atıldı. Hiçbir gayrimenkul satılmadan borçların azaltılması, gelirlerin yukarı çekilmesi, stat gelirlerinin yükseltilmesi, mağazaların cirolarını fazlasıyla artırması vs. vs.

Yazıya girmeden hemen belirteyim. Okuyanlar az çok biliyor nasıl yazdığımı. Bilmeyenler içinse söyleyeyim, günümüzdeki tabloya bakarak, geleceğin neler getireceğine yönelik çıkarımlar yapmayı severim. O yüzden, bazı olaylar ışığında, Galatasaray'ı nelerin beklediğini yazmak istedim. Ancak yazıda 'eğer' ibaresi göreceksiniz. Çünkü bazı şeyler netleşmiş olsa da, bazıları dedikodu mahiyetinde. 

Galatasaray Kulübü, geçtiğimiz sene kombine kart sahiplerine, öncelik tanımıştı. Bu gayet doğal ve doğru bir uygulamaydı. Çünkü o kombineleri alanların pek çoğu, Galatasaray'ın en boktan sezonuna tanıklık etmelerine karşın, kulübe destek olmak için, kendi olanakları dahilinde ellerini ceplerine attılar. Kimisi çoluğunun çocuğunun boğazından geçecek lokmayı kıstı, kimisi bankadan gidip kredi çekip aldı, kimisi borç harç o parayı bulup buluşturup aldı. 

Ancak bu sezon, kombine kartların yenilenmesinde, Pegasus tribünü ile ve güney tribünündeki 119 ve  120 numaralı blokta kombinesi olanlar, bir sorunla karşılaştı. Bunu hemen hemen herkes biliyor ancak bilmeyenler için söyleyelim. Bu iki tribündeki 119 ve 120 numaralı bloklar, Ultraslan adı verilen gruba ayrıldı ve hak sahiplerine de, kibar bir dille "size başka yer bulacağız" denildi. Sözü geçen bloklar ve numaralar yaklaşık 6 bin insanı kapsıyor. Yani Ultraslan'a 6 bin kişilik yer ayrılmış ve onların dışındaki insanlara da, "Hak sahibi olsanız bile, oraya oturamazsınız" deniyor.

Şimdi buna ne isim verirseniz verin, ne kadar kıvırmaya çalışırsanız çalışın, bunun literatürdeki ismi 6 bin biletin Ultraslan'a 'peşkeş' çekilmesinden başka bir şey değildir. O boktan sezonda, elini cebine atıp, kombine alan adama 'siktir git' diyeceksin, sonra Galatasaray kültüründen filan söz edeceksin. Dileyen alınsın, isteyen darılsın ama öyle kültürün götüne koysunlar. Bu kültür değil, düpedüz, bayağılık ve adiliktir.

Kombine olayından ardından, şampiyonluk kupasının kaldırılmasından 2 gün sonra ise kulüpten Genel Kurula gidilmesi yönünde bir karar açıklandı. Genel Kurul'un telaffuzuyla birlikte gündemde birtakım isimler dönmeye başladı. Bu isimlerden birisinin adı Oğuz Altay. Oğuz Altay'ı tanımayan yoktur ama bir hatırlatalım, kendisi hani şu yukarıda sözü edilen peşkeşe konu olan Ultraslan'ın bir önceki başkanı.

Daha önce de, birkaç yazıda yazmıştım, sözü geçen şahıs, tenis kulüplerinde yanına Sebahattin Şirin'i de alarak insanları tehdit eden biri. Şimdi bu herif mi, Galatasaray Kulübü'nde yönetim kurulu üyeliği yapacak. Eğer Ünal Aysal, böyle bir seçim yapıyorsa, kendisinin bugüne dek yaptığı her şeyin üstünü karalamış olur. Açıkçası ben halen böyle bir şeyin olabileceğine inanmıyorum ama öylesine kuvvetle seslendirilmeye başlandı ki, ateş olmayan yerden duman çıkmaz dedirtiyor insana. 

Oğuz Altay'ın dışında, yeni yönetimde olacağı konuşulan bir başka isim de Haldun Üstünel. Haldun Üstünel de, tribünlerden çıkmış, bir Galatasaraylı futbolcuyu taraftara dövdürtmüş, Brezilyalı bir oyuncuyu da, bizzat kendisi tartaklamış biridir. 

Şimdi bu iki ismin yönetime alınacağını, Ultraslan'a peşkeş çekilen biletlerle birleştirdiğimde, Galatasaray'ı çok parlak günlerin beklemediğini söyleyebilirim. Elimizde bir puzzle var ve parçaları yan yana getirmeye başladığımızda, sanki olacaklara önlem alınıyormuş gibi bir his beliriyor içimde. Önlem olarak da, kombinelerin peşkeş çekildiği grubun kullanılacağını ve o grubun kullanılması için, eski başkanlarının da yönetime alınacağı, şu anda komplo teorisi gibi görünüyor olsa da, bana güçlü bir ihtimalmiş gibi görünmeye başladı.

Uzatmadan yazının başındaki 'eğer'le bitireyim. Eğer bu şahıs Galatasaray Yönetim Kurulu üyesi yapılırsa, hani diyorlar ya, "Kulübe küfredilir mi? Bilmem kime nasıl küfredersin" diye, pakedi daha açılmamış küfürler duyarsınız. Kimse kusura bakmasın ama Galatasaray Kulübü'nün yönetim kurul üyeliği bu kadar aciz, sıfatsız, niteliksiz insanlardan oluşmamalı. Haaa oluşacaksa da, kimse çıkıp ortalıklarda "biz farklıyız" iddiasında bulunmasın. 

Hep şunu derdim, "Bana ne babacan, kim yönetici olmuş, umrumda değil. Ben Galatasaraylı'yım, isimlerle işim olmaz."

Yok ama, bu olabilecek bir şey değil. Oldu olacak Sebahattin Şirin'i de basın sözcüsü olarak alıversinler yönetime. Gelen geçene verir ayarı (!) üç-beş gerizekalı ergen de mest olur o açıklamalara. 

Umuyorum o isimlerin yönetime alınacağı yönündeki haberler dedikodudan ibarettir. Eğer öyleyse, çıkıp özrümü dilerim ama Ali Dürüst gibi adamın yerine tercih edilen isim Oğuz Altay olursa 'sikerler öyle kulübü' der ve o isimler yönetimden ayrılana kadar da, taraftarlığımı askıya alırım. Haaa, kimsenin umrunda mı değil ama kimsenin umrunda olmaması da, benim sikimde değil.

İsteyen istediğini düşünebilir fakat benim burnuma ciddi anlamda pis kokular geliyor. Benim sevdiğim Galatasaray Kulübü, bilet peşkeş çekmez, karaborsacılığın aleni olarak yapılmasına göz yummaz, iti kopuğu yönetimine almaz. Alırsa da, o Galatasaray, benim Galatasaray'ım olmaz.

21 Mayıs 2013

Temizlik yapmadan kazanmaya çalışanlar

Harika bir ev aldığını düşün. Denize karşı, geniş odalı, içi şahane döşenmiş, bahçesinde renk renk çiçekler olan, havalar biraz soğuduğunda şömineni yakıp şarap içtiğin, güneşin pencerelerden süzülüp evi aydınlattığı.

Eve taşınıyorsun, oturmaya başlamışsın, her şey muhteşem fakat evsahibi olarak sen çöplerini sürekli bahçene atıyorsun. Bir gün, iki gün, bir hafta, üç ay, 5 yıl, 10 yıl. O çöpler artık dağ gibi olmaya başlıyor. Evin bahçesi artık görünmez hale geliyor, çiçekler çöplerin altında ezilip kalıyor. Evin içi leş gibi kokuyor haliyle. Ve senin yaptığın tek şey, almışsın eline bir kova, evin içini temizlemeye çalışıyorsun. Koltukları siliyorsun, yerleri süpürüyorsun, camları parlatıyorsun. Eeeee abicim, dağ gibi çöpü ne yapmayı planlıyorsun peki? Onu temizlemeden, evinin harika olması mümkün mü?

Bunu niye anlattım; "Biz kazanacağız" başlıklı futbol romantiklerinin deklerasyonu için. Özünde doğru mudur? Evet doğrudur ama her yanın pislikle sarılmışken, sen hiçbirine ses çıkartmamışken, şimdi ortaya çıkıp entel dantel bildirilerle futbolun temiz kalmasını sağlayamazsın.

Yapman gereken şeyi zamanında yapmayacaksın; holiganizmi, ırkçılığı, şikeyi, kirli ilişkileri görmezden gelip gazetedeki köşenden "Fenerbahçe 4-3-2-1 oynadı, Galatasaray stoper bulmalı" diye suya sabuna dokunmadan yazı yazacaksın, sonra bir bildiri ile futbolun temiz olmasını sağlayacaksın! Haaaa tabii ya, bundan sonra artık hiçbiri yaşanmayacak, emin olun. Futbolun temiz kalması için gereken tek şey, bu bildiriydi ve siz de gerekeni yaptınız.

Biber gazına karşılarmış! Biber gazı taraftara sıkılınca mı karşı gelmek aklınıza düştü! İşçiye, emekçiye, öğrenciye, memura, sokaktaki vatandaşa sıkılırken, sorun değil de, şimdi iki-üç statta sıkılınca mı sorun olmaya başladı bu? Ülkede futbol da dahil olmak üzere hiçbir şeye tek bir laf bile etme, ancak ve ancak romantizm sosuna bulanmış üç-beş kelime et, sonra "Biz kazanacağız" diye bildiri yayınlayıp, her şeyin temizleneceği umudunu taşı.

Kirli kaldığımız sürece, kimse kazanmayacak. Günü kurtarmak amacıyla imaj parlatmakla, kazanç sağlanmaz. Herifin biri seri katil, 14 insanı kesmiş diyelim. Sonra aynı adam çıkacak "Geriye dönüp bakmayalım, bundan sonra barış kazansın" diyecek, biz de geçmişini silerek, barışın kazandığını sanacağız! Vay anam vay, o ne güzel iş.

Bildiride sözü geçen utanma duygusu, adalet ve vicdan biraz içinizde olsaydı, bugüne dek, sesinizi çıkartırdınız yaşanan rezaletlere. "Yaşasın barış, çiçekler, böcekler" diyerek, kazanamazsınız. Önce içindeki irini akıtacaksın, her türden pislikle hesaplaşacaksın, sonra oturup bu oyunu nasıl kurtarırız, onun için harekete geçeceksin.

Minareyi çalan, kılıfı hazırlar misali, bildiride savunma baştan yapılmış; "Bunu neden şu zaman yapmadınız da şimdi yapıyorsunuz’ diye satır aralarında art niyet arayanlara, satır aralarına art niyet saklayanlara" diye. Çünkü onlar da biliyor, nasıl samimiyetsizlik kokan bir bildiri olduğunu.

Kaç kişi imzaladı bu bildiriyi? Bu bildiriyi imzalayanlar, "Futbol temizlenene kadar televizyonlara çıkmayacağız, gazetelerde yazmayacağız" diyebilir mi? Hadi ortak olma o pisliğe, yer mi?

Pislikten nemalanıp, kokuşmuşluk kabak gibi ortadayken çaba sarf etmeyip, süslü kelimelerle, sözümona adalet çağrılarıyla, ana fikri "Tamam bunlar yaşandı ama artık olmasın, olursa küseriz" olan bir yazıyla, futbolun kurtulacağını düşünüyorsanız, ya aptallık derecesinde safsınız ya da insanları aptallık derecesinde saf sanıyorsunuz demektir.

Önce temizlenecek bu ülke futbolu ve sporu, her türden iğrençlikten; sonra böyle bildirilerle çağrı yapmaya hakkınız olacak. Üç kuruşa beş köfte zamanı geçeli çok oluyor.

20 Mayıs 2013

Kâr-zarar hesabı öğrenin lan!


Haberi okurken 'nasıl yaa' dedim kendi kendime. Fenerbahçe'nin Emenike'yi yeniden aldığı ve tüm bu karmaşık transferler sonrasında Fenerbahçe'nin 4 milyon Euro kâr elde ettiği yazıyordu haberde.

Benim matematiğim cidden iyi değildir, hayatım boyunca da sevmedim ama bu kadar aptal bir matematiği çözebilecek kadar da beynim var çok şükür.

Haydi hesaplayalım o zaman.
Fenerbahçe, Emenike'yi almak için Karabük'e ne verdi? 9 milyon Euro. Şimdi bunu cepte tutuyoruz.
Spartak Moskova'ya kaça sattı? 10 milyon Euro.
Cepte ne vardı? 9 milyon Euro. Yani Fenerbahçe şu an hali hazırda almadığı oyuncudan ne kadar kâr elde etmiş? 1 milyon Euro.
Pekiii, şimdi geri alıyor değil mi? Evet.
Kaça alıyor? 8 milyon Euro.
Ne kadar kârdaydı Spartak Moskova'dan almadan önce? 1 milyon Euro.
8 milyon Euro'ya geri alınca ne oluyor? Emenike'yi 7 milyon Euro'ya almış oluyor.

İyi de hocam, 4 milyon Euro kârı nasıl elde ediyor. Hangi götten çıkar bu saçma mantık? Hiç matematiğin olmasa, yavrunun abaküsünü alsan şu hesabı yaparsın. Ama yılların muhabiri diye ortalarda dolanan Uğur Demirkırdı o hesabı yapamıyor.

Aslında hesap basit basit olmasına da, Fenerbahçe'nin nasıl zekice bir iş yaptığı vurgulanıyor güya. Hatta daha Türkçe anlatayım; göt yalamak için kendi götünden böyle bir hesap yapmış.

Tamam diyelim ki, bu muhabir arkadaş öyle bir mallık yapmış. İyi de birader, o haberi siteye koyan editörün dikkatini çekmez mi? Aynı gerizekâlı hesabı başka bir insan yapamaz çünkü. Yapıyorsa da, iyi niyet aramam veya iyi niyet olsa da editörlük aramam.

Hakikaten çoluk çocuğun eline düştü bu iş. Kimse yapılanın ne olduğunu bilmiyor. Kontrol mekanizması diye bir şey yok.



Bak şu yukarıdaki print screen'e. Rıza Çalımbay ismi, aynı kare içinde nasıl farklı yazılır gör. Yahu gözünü seveyim, hadi birini yanlış yazdın Çamlıbay yazdın, be amına koyayım Çamlıbel ne lan! Herif bir Ali Rıza Silahlıpoda yazmamış Rıza Çalımbay yerine.

8 harf lan, üstelik Türkiye'nin en tanınmış eski futbolcularından ve teknik direktörlerinden biri. Hadi bunu kj'yi yazan mal yanlış yazdı; yanında, etrafında kimse olmaz mı? Bir kişi bakmaz mı buna? Bunu yazan herife, aldırırım bir kara tahta, bir hafta boyunca günde 5 bin kez Çalımbay yazdırırım yemin ediyorum. Bak bir daha yer mi aynı boku.

Bu iş çok ayağa düştü, hem de fena halde. 3 kuruşa çoluk çocuk çalıştırınca alınan sonuç bu oluyor. Her geçen gün, gazeteciliğin kalitesi biraz daha yerlerde sürünüyor. Bak bunlar yarın öbür gün, gazetelerde köşe filan yazacaklar, tehlikenin büyüklüğüne bak. Minik Altanlar, Yavru Ercanlar yetişiyor yani. Türkiye yaşanmaz olur lan!

18 Mayıs 2013

'Kanırta kanırta'

Galatasaray'ın 8. olduğu sezon, sanırım en yoğun futbol yazdığım sezon olmuştu. Çok kızdım, çok sinirlendim. Kızgınlığımın nedeni takımın 8. olması değildi, oynanan futbol ve kulübün içine düşürüldüğü durumdu.

Sonra, ismi 3 Temmuz olarak anılan bir olay yaşadık. Tarlaların sürüldüğü, işçilerin çalıştırıldığı, 'Kocaman yüreklilerin' eline 11'lerin tutuşturulduğu, kendisine gazeteci diyen soytarıların siparişle haber yaptığı, çocuklarına kolejlerden yer ayırtmak için yöneticilere dilenenlerin olduğunu görmüş olduk.

Bunları bilmiyor muyduk? Çok saf, hatta aptallık sınırlarında olmayanlar dışında Türkiye'de futbolda bunların yaşandığını biliyordu. O aptallık sınırlarında olanlar, halen şike yapmadıklarını düşünüyor tabii. Hatta bugünkü Karabük maçında bile şike olmadığını düşünenler vardır.

Bugün Karabük maçı sonrasında Gökhan Gönül'e maç sonrası tamamen spekülatif bir yanıt almak için bir soru soruldu. Gökhan Gönül de, yanıt olarak "Kanırta kanırta o şampiyonluğu aldığımızı biliyorum" dedi.

Kanırtmak, TDK'ya göre "Büküp zorlayarak yerinden oynatmak" anlamında ancak hepimiz biliyoruz ki, Gökhan Gönül'ün kullandığı anlam argodaki anlamıydı.

Yazının başında dedim ya, o sezon için çok kızgındım, çok saydırdım diye. 3 Temmuz sonrası Türkiye'deki pisliğin ortaya saçıldığı andan itibaren, Galatasaraylı olduğum için bir kez daha mutlu oldum. Bazı konular hariç, sportif açıdan bu kadar kızdığım için de, kendime kızdım.

Kanırta kanırta şampiyon olanların, kimleri nasıl kanırttığını sayfalar dolusu belgelerle ve mahkeme kararlarıyla gördük. Ama tabii sahaya yansımadığı yönünde dünyanın en gerizekalı savunması yapıldı. İbrahim Akın isimli futbolcunun tek başına bireysel olarak şike yaptığı gibi olaylara değinmeyeceğim bile.

Uzun uzadıya yazmayacağım. Evet bugün pankartı açanlar, o sezon 8.ci oldu ancak onuruyla, gururuyla oldu. Tarla sürmek yerine sahada mücadele etti ve yenildi. Şike yapmak yerine gayreti kadar başarılı oldu.

Öyle 'kanırta kanırta' şampiyon olmaktansa, her sezon 8.ci olmaya razıyım. Ağzımı açarsam, gıkımı çıkartırsan şerefsizim.

2010-2011 sezonunda Trabzonspor'un elinden şampiyonluğu çalınmıştır. Bu hırsızlık mahkeme kararlarıyla tescillenmiştir. UEFA'ya olmayan belgeleri veren bir adamın başında Türkiye Futbol Federasyonu'nun vermiş olduğu kararı da kabul etmiyorum.

Şenol Güneş'in emeği çalınmıştır,
Tolga Zengin'in emeği çalınmıştır,
Burak Yılmaz'ın emeği çalınmıştır,
Jaja'nın emeği çalınmıştır,
Yattara'nın emeği çalınmıştır,
Selçuk İnan'ın emeği çalınmıştır,
Gustavo Colman'ın emeği çalınmıştır... İsimlerini şu an hatırlamadığım 2010-2011 sezonunda Trabzonspor forması giyen, o takımda emeği bulunan malzemecinin, masörün, antrenörün emeği çalınmıştır.

'Kanırta kanırta' şampiyon olduğunu sananların, cezaevindeki hırsızdan, kapkaççıdan, hortumcudan farkı yoktur.

Bu garip hezeyanlar, çaresiz çırpınışlar, bugünkü sonucu değiştiremeyeceği gibi, Trabzonspor'un 2010-2011 sezonunun şampiyonu olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Değiştireceğini düşünenlerin CAS'taki davalarını neden geri çektiklerini, UEFA'nın Şampiyonlar Ligi'ne neden Trabzonspor'u gönderdiğini ülke menfaatleri masalını anlatmadan, gerçekçi ve inandırıcı biçimde anlatması gerekiyor.

Unutmadan, puan farkı 1'di değil mi sevgili Gökhan!

Not: Bu arada pankartı açan Ultraslan'a 6 bin bileti peşkeş çeken Galatasaray yönetiminin de umarım kafası ezilir. Birilerinin haklarının gasp edildiğini anlatmaya çalışanların, başkalarının haklarını gasp ettiğini de görmek gerekir.

16 Mayıs 2013

Irkçılığa yeni ortak çıktı

Bu ne kadar ırkçıyça,

Bu da o kadar ırkçı,

Bunun yaptığı neyse,

Bu yavşağın da yaptığı aynı şey

 Bu herif ırkçılığa ne kadar ortaksa,


Bu da aynı suçu işliyor


Bunlar da, aynı suçun ortakları.


Irkçılığın son en son ortağı ise Galatasaray Başkanı oldu.

Şimdi kimi transfer edersen et, istersen 100 yıl üst üste bu takımı şampiyon yap, gözümde 5 paralık değeri yok bu herifin. Siyasal erke boyun eğen, onun ağzından konuşan, onun telkinlerini kulübe ortak eden her anlayış siktirsin gitsin.

Şimdi aklı evveller çıkar, "Galatasaray Başkanı'na küfür mü edilir?" diye. TT Arena'nın açılışında yaşanan olaylardan sonra Adnan Polat'ın yaptığı neyse, bugün de Ünal Aysal'ın yaptığı aynı şeydir. Bakalım ona gösterilen tepkiler, Ünal Aysal'a gösterilecek mi? Ama biz o kadar aptal insanlarız ki, iki çilekle, ırkçılığı de yer yutarız, yapılanları da afiyetle sindiririz.

Bu kadar aşağılık bir düzende yaşamaktan bıktım artık. Her şeyi sindirin içinize. Şikeyi sindirim, ırkçılığı sindirin, ahlaksızlığı sindirin, her türlü pisliği sindirin. Bunları yapanlarla, sindirenlerin arasında hiçbir fark yok.  

Not: Webo, Sow ve Yobo hatırlatması için Karakalem Nağmeler'e teşekkür ederim.

15 Mayıs 2013

Medyanın ırkçılık sınavı

Şurada medyanın tavrını sanırım en az 100 yazıda eleştirmişimdir. Salt spor konusunda değil, pek çok konuda samimiyetsiz, ahlak yoksunu, şerefsizliği sıfat olarak kendisine yakıştıran medyayı.

Bugün Fenerbahçe'nin basın toplantısından sonra hemen hemen hepsi, ırkçılık iddialarına belgelerle yanıt verildiği yönünde verdi haberi. Kimisi, "Salladım ama sorun neden?" diye ırkçılık gibi ciddi bir sorunu alabildiğine sulandırarak, kimisi de, "İşte neler yaşandı" minvalinden, ırkçılık yaptıkları kabak gibi ortada olan insanların saçma bahanelerine yer verdi.

Öyle ya da böyle koskoca medyada "Irkçılık yapılmıştır" diyen kimse çıkmadı. Üstelik, Fenerbahçe'nin kendisini gülünç durumlara düşüren basın toplantısının hemen ardından tüm gerçeklerin ortaya çıkmasına karşın.

Dünyanın en önemli meselelerinden birini, böylesine görebilmek için geniş bir mideye sahip olmak gerekir. Aşağıda örneklerini göreceğiniz kurumların başında olan insanlarla oturup konuşsanız, size basın etiğinden, mesleklerinin ne denli önemli olduğundan bahsederler. Ancak söyledikleri ve yaptıkları işleri üst üste koyunca, at götündeki kelebek gibi duruyor hadise.

Ntvspor, olayın görüntülerle aydınlandığını yazıyor

Hürriyet "Muz savaşları" adı altında olayı sulandırıyor.

Fanatik, olayın muzdan ibaret olduğnuu düşünüyor.

Posta, Fenerbahçe'nin yönetimi ağzından veriyor.

Radikal, bir ünlemle işi kotarmaya çabalamış.

Sabah, ırkçılığın olmadığını ırkçıların ağzından veriyor.

Vatan, ırkçılığı telaffuz edemese de, son görüntüleri veriyor.

Cumhuriyet'e göre böyle bir olay yaşanmadı.

Akşam da, ırkçıların savunmasına yer veriyor.

Fotospor'a göre belgelerle yanıt veriliyor.

Lig Tv, görüntülerle olayın yalanlandığını söylüyor.

Ntvmsnbc, işe tıbbi yönden bakıyor!
Bir tane basın organı, İstanbul'un göbeğinde, görüntüler ortaya çıkmasına karşın 'ırkçılık' yapıldı diyemiyor. Ellerinde daha fazla görüntü ve fotoğraf olmasına karşın yayınlayamıyor. Sonra bu yaptıkları mesleğin ismi gazetecilik oluyor. Mesleki duruştan, ahlaktan, etikten, namustan, şereften söz ediyorlar.

Altı üstü muz değil mi? Bu kadar büyütmeye ne gerek var. Muz savaşı dersin, muz cumhuriyeti dersin, olayı biraz yavşatır, biraz sulandırır, ırkçılık gibi dünyanın en ciddi sorunlarından ve suçlarından birini gözlerden kaçırırsın.

Bu yayınlardan sonra ne mi olacak? İnsanlar 2-3 gün sonra muzla ilgili şakalar yapacak, kafalara bunun ırkçılık değil de sıradan bir olay olduğu kazınacak, aslında bunun çok sıradan bir olay olduğu anlatılmaya çalışılacak. Görürsünüz, yarından sonra dünyadan örnekler sunulur, aslında Şükrü Saraçoğlu'nda muz sallayanların çok da büyütülecek bir şey yapmadığı yönünde yayınlar yapılır.

Neden şaşırıyoruz ki, bu medya neleri gözlerden kaçırmadı, neleri olmaması gerektiği gibi yansıttı ki. Bu olayın üstü böyle kapatılmaya ve sulandırılmaya çalışıldığı sürece ırkçılık denen tehlikenin boyutları da artacaktır.

Medya bir sınavdan daha başarısızlıkla ve alnının ortasına ahlaksızlık damgası yiyerek çıktı. Görüntülerde o var, bu var, hepsini geçin. Bunun adına ırkçılık denilmediği sürece, yapılan hiçbir iş şerefle ve haysiyetle bağdaşmaz.

İsteyen kızsın, isteyen götüne muz soksun


Bu ülkede inkar edilen çok şey oldu. Soykırımları inkar ettik, karakolda işkenceleri inkar ettik, toplu mezarları inkar ettik, devletin kendi vatandaşına yaptığı zulmü inkar ettik, cezaevlerinde ölümleri inkar ettik, tecridi inkar ettik, köy yakmaları inkar ettik, tecavüzleri inkar ettik, cinayetleri inkar ettik... O kadar çok şeyi inkar ettik ki, inkar ede ede bunların yalan olduğuna kendimizi inandırdık ve mağdurların asıl suçlu olduğuna kanaat getirdik.

Bu kadar inkarın arasına bugün ırkçılığı da ekledik. Komik bile nitelenemeyecek, acizlik sınırlarını aşan, insanın kanını donduran savunmalarla. Üstelik özür dileneceği yerde, suçlamalarda bulunarak.

Herkes şu cümleyi mutlaka duymuştur, "Benim, Kürt arkadaşlarım var." Garip bir savunma halidir bu, Kürt meselesine ilişkin konular tartışılırken. Artık bayatlasa da, bundan 15-20 yıl önce bu cümleyi çokça duydum. Vicdan aklamak ve yaşananları örtbas etmenin en güzel yoluydu bu cümle. Köyler yakılırken, insanların evlerine girip götlerine cop sokulurken, işkencelerden geçirilirken, pek çoğumuz "Benim de Kürt arkadaşlarım var" deyip, işin içinden sıyrılmaya çalışırdık. Çünkü onun, Kürt arkadaşlarının olması aslında Türkiye'de Kürt sorunu diye bir şeyin olmadığını gösteriyordu güya. Yaşananları reddetmenin bundan daha güzel bir yolunu da, senelerce bulamadık.

Fenerbahçe Kulübü'ndaki basın toplantısında sarf edilen, yani "Benim siyahi arkadaşlarım da var" cümlesi, ırkçılığın inkarından başka bir şey değil. Artık üstünde konuşmayabiliriz bu konunun çünkü onun siyahi arkadaşları varmış (!) Artık bu açıklamadan sonra Drogba da, sınırları dahilinde tek bir ırkçılık vakasına rastlanmamasına karşın güzel ülkemizi dünyaya rezil ettiği için siktirsin gitsin (!) Öyle ya, muz sallayanlardan birinin siyah arkadaşları var, diğeri ise midesinden ameliyat olduğu için muzla besleniyor. Haaaa, neden elinde sallıyor, Muslera ısınmak için çıktığında el-kol hareketi yapıyor ve ona sinirleniyor, öteki tam elinde muz varken tezahürata katılıyor. Irkçılıkla uzaktan yakından ilgili değil bu yaşananlar. Ahlaksız Drogba, adi Dany, şerefsiz Eboue!!!

Kulüpte gerçekleştirilen şu basın toplantısından utanan pek çok Fenerbahçeli olduğuna eminim. Bu ırkçı pisliklerin aklanmak için oraya getirilmesinden utanan Fenerbahçeliler olduğunu da. Ama belli ki, Fenerbahçe kurumsal olarak bu pisliğin ortağı konumuna gelmiştir. "Ülkemiz karalanıyor" ile başlayıp, "Tribünlerde ırkçılık yapılmamıştır"la biten bu rezilliğin başka bir açıklaması olamaz çünkü.

Orta oyunu sahnelemek yerine bu kadar zor muydu "Yapılanlardan ötürü özür dileriz. Bu kişilerin kombineleri iptal edilmiştir ve bir daha stada girmelerine izin vermeyeceğiz" diyebilmek. Her pisliği halı altına süpürmek, her yaşanan rezalette bir suçlu aramak daha kolay değil mi?

Biz yaşanan her pisliğe bir kılıf bulduğumuz için bugün bu kadar içimiz kararmış, dibi tutmuş tencere gibi yüreklerimiz. Vicdan duygumuz tozlu raflarda kalmış, unutulmuş gitmiş. Kimse kendisine toz kondurmuyor, kimse yanlış yapmıyor ya da yapsa bile mutlaka tahrik edilmiştir.

Doğrunun tarafı olmaz, siyahı, beyazı, mavisi olmaz. Doğru doğrudur ve onun yanında yer almak, kimseyi incitmemeli. Fenerbahçe Kulübü, bir özürle şu işi rahatlıkla kapatabilirdi ama onlar da, yüzyıllardır bu ülkenin ezberinde olan şeyi yapmayı seçtiler ve inkar ettiler.

Bu inkar politikası ve yapılan basın toplantısı seneye de başka statlarda Drogba'ya muz sallanmasını, Dany'ye muz atılmasını beraberinde getirecektir. Sadece Drogba'ya değil, bütün siyahlara yönelik bu tip ırkçı davranışlar olacaktır. Çünkü biz doğru olan yerine, ülke refleksi olan inkarı seçtik.

Göreceksiniz, bu olayın sonunda bütün suç Drogba'nın üstüne yıkılacak. Yalan söylediği için, ülke imajını karaladığı için, Fenerbahçe'yi zan altında bıraktığı için. Birtakım gerizekalılar çıkıp, dava açacaktır bu bahaneleri ard arda sıralayıp.

3 gündür ırkçılığın tartışıldığı ancak yok sayıldığı bir ülkede, Negro isminde bisküvi çıkartılıyorsa daha bu konu üstünde çokça konuşuruz.

Bu ülke Osmanlı'dan beri iliklerine, kemiklerine kadar ırkçılıkla bezenmiştir. Bunu yok saymaya çalışmak, yaşanmamış gibi davranmaksa ırkçılığın daniskasıdır ve o ırkçılığa ortak olmaktır. Fenerbahçe de, bugünkü basın toplantısıyla kurumsal olarak ırkçılığa ortak olmuştur. İsteyen kızsın, isteyen darılsın. İsteyen de götüne muz soksun. Ama durum tamamen budur.

Kendisine 'büyük' diyen bir kulübün böyle aşağılık açıklamalarla komik duruma düşmesi de, hakikaten insanı üzüyor. Şike, ırkçılık, başka ne kaldı? Sırada ne var? Yazık.

Ülkenin o çok duyarlı köşe yazarlarının şu konu hakkında kelam etmemesi de başka bir çirkinlik. Gözler önünde yaşanan ırkçılık hakkında sözü olmayanın, bundan sonra yazacakları da güvenilir ve objektif olmaktan çıkmıştır. İçine kimi istiyorsanız onu dahil edin. Lig TV'de yorumculuk yapıp, para kazanmak, ahlaklı olmaktan daha yeğ bir durum halini alıyor olmalı.

Not: Düzenlenen basın toplantısındaki saçma video time kod hikayelerine girmeyeceğim. Yapılmamış da, Drogba yokmuş da muhabbeti için sağda solda dolanan fotoğraflara ve videolara bakmanız yeterli.

14 Mayıs 2013

"Masum değiliz, hiçbirimiz"


Dün gencecik bir insan öldürüldü, henüz 20 yaşında, hayatının baharında bir genç. Sebep ne peki; üstündeki formanın farklılığı. Burak Yıldırım'ın üstünden nice edebiyatlar yapılacak, herkes lanet okuyacak yapılana, 13 Mayıs, 14 Mayıs, 15 Mayıs, 16 Mayıs, 17 Mayıs.... 18 Mayıs'ta Burak Yıldırım'ın ismini kimse anmayacak. 12 Mayıs 2014'te mezarı başında 15-20 kişi toplanacak, hepsi o kadar işte. O yüzden şimdi arkasından yakılan ağıtların hiçbirini samimi bulmuyorum.

Uzun bir süreden bu yana, futboldan tiksiniyorum. Yöneticisinden taraftarına, medyasından futbolcusuna kadar hepsinden nefret ediyorum hem de. Renklere düşman gözüyle bakılıyor. Herkes Fenerbahçeli, Beşiktaşlı ya da Galatasaraylı olsa bile sorun devam edecek gibi. Çünkü içimizdeki farklı seslere de tahammül edemiyoruz. "Onu nasıl eleştirirsin, bunu nasıl söylersin, o adam takımı taşıdı, şampiyonluklar onun sayesinde" vs. vs. bitmiyor hiç. Lan, benim fikrim bu, beğenmezsin olur biter. Senin gibi düşünmek zorunda mıyım veya sen benim gibi mi düşünmek zorundasın. Niye her farklı sesi bastırmaya kalkıyoruz bu ülkede anlam verebilmiş değilim.

Hiçbir nedenin böylesine bir cinayeti haklı çıkartabilmesi mümkün değil ama maalesef bu ülkede her cinayetin haklı (!) nedeni vardır. Gencecik adamın biri mezara giriyor, diğer gencecik adam hapse. Ne uğruna peki? Aptal bir oyun yüzünden, bir hiç yüzünden, eğlenmemiz gereken bir aktivite yüzünden. Sadece iki saniye mantık sınırlarında düşünse, o bıçağı kalbine saplamaz muhtemelen. Bütün hayatının çürüyeceğini bile bile insanın böyle bir şey yapabilmesi cidden akıl sınırlarıma ters düşüyor.

Buradan sonra yazacaklarıma fazlaca tepki gelse de, fikrimi söylemekten şaşmayacağım. Böylesi konular bıçak sırtıdır çünkü ve ne yazsan, birilerine ters gelecektir söyleyeceklerin. "Çiçekler, böcekler, lanet olsun" gibi şeyler yazmadığım için de, gelecek tepkilere şimdiden hazırlıklıyım.

Olayın ilk duyduğum anda, kuzenimle konuşuyordum, ona söylediğim şey "Ne psikopatlar içinde yaşıyoruz?"du. Sonra Beyaz TV'de, maktulün arkadaşının ifadesini izledim. "2 kişiydiler. Şşşt dedi, kalbinden bıçağı soktu". Hakikaten mantıksız geldi, bir insanın, karşısındaki insana, başka renk forma taşıyor diye, hiçbir şey söylemeden "şşşşt" deyip, kalbine bıçak sokması, çok garip. Ne bileyim, filmlerde olur bu tip şeyler. Normal hayatta böylesine psikopat, böylesi soğukkanlıca cinayet işleyebilecek insanların olabileceğine ihtimal vermiyorum.

Eğer durum bu minvalde yaşanmışsa, Yusuf Ortak, filmlere ilham kaynağı olabilecek nitelikte manyağın biri ama diyorum ya, bana bir yerinden mantıksız geliyor bu olay. Ama tekrar ediyorum, olay nasıl yaşanmışsa yaşanmış olsun, cinayet hiçbir nedeni geçerli kılmaz.

Burak Yıldırım'a bakıyorum GFB denen grubun üyesi. Türkiye'nin genel tavrıdır kör ölür badem gözlü olur. Tıpkı bu çocukta da benzer bir durum var. Belki melek gibi bir gençti ama böyle saçma sapan gruplara dahil olup holiganizmi yücelten insanların sağlıklı bireyler olduğunu düşünmüyorum. Twitter'da yazılanlara baktım, yahu herkes Burak'ın doğumundan bıçaklandığı o ana kadar yanındaymış gibi. "Cennette bir fazlayız, mekanın cennet olsun..." gidiyor da gidiyor bu liste. Kimse kusura bakmasın ama logosunda kılıç olan bir gruba üye olan kimseye böyle peşin peşin melek sıfatını takamam. Kaldı ki, kim melek bu dünyada. Hepimizin tonla defosu var.

Twitter ve facebook'un peydah olmasıyla, bu takım rekabetinin iyice boku çıktı. İnsanlar, tanımadığı insanları peşin peşin yargılıyor ya da tam tersini yapıyor. Salt futbol meselesinde değil, hemen hemen her konuda garip bir nefret ağı var bu iki sosyal mecrada. Bir şey söylüyorsun, kitlesel lince uğruyorsun, bir olay meydana geliyor herkes kin kusuyor. İş futbol mevzusu olunca, haliyle söyleyecek sözü olan daha çok kişi var. Çünkü bu ülkede futboldan anlamayan yok.

Burak Yıldırım cinayeti, Mühendis Oktay cinayeti ile harmanlanarak Galatasaray'ın katilliğinden dem vurulmaya başlandı. Kin kusmak için bahaneler üretmekte üstümüze yok. Şu muhabbeti sevmiyorum ama ölen Uğur Fakılı için kimi katillikle suçlayacağız peki?

İki cinayeti bir kulüple bağdaştırmak nasıl bir ahlaksızlık ürünüdür, hangi hastalıklı beyinlerden çıkar, anlaşılır gibi değil. Biri linç tuşuna bastığı anda, herkes aynı dilden konuşmaya başlıyor. Üç-beş takipçi alabilmek uğruna böylesine ahlaksızlaşabiliyor muyuz biz? Lan hakikaten bu kadar mı iğrenç insanlardan oluştu bu güzelim coğrafya.

Tekrar altını çizeyim ve öyle sonlandırayım. Cinayeti haklı çıkartabilecek bir neden yok. Hangi şartlar altında oluşursa oluşsun genç bir insanın bedeni toprağa girmiştir. Hele hele bunun takım rekabeti adı altında yapılması, cahillikten başka bir şey olamaz.

GÖRÜNTÜLER SONRASI

Dün bu yazıyı yayınlamamamın nedeni, bugüne yarına MOBESE görüntülerinin düşeceğini beklemekti. Biraz önce görüntüleri izledim. 'Ölünün arkasından konuşulmaz' derler ama birkaç kelime etmek farz oldu. Burak Yıldırım'ın bir melek olduğuna inanmamıştım, görüntüleri izlediğim zaman, düşüncemin doğru olduğuna kanaat getirdim.

İçlerinde Burak Yıldırım'ın da olduğu sayıları 7-8 kişi olan bir grup, Yusuf Ortak'a önce arkadan bir laf ediyor, sonra üzerine gidiyor. Yusuf Ortak da, bıçağı çıkartıp sallıyor. Haaa, bir insan niye bıçak taşır, önce onu sorgulamak lazım. Kazık kadar adam oldum, ömrü hayatımda bıçak taşımadım. Taşıyanın da, özgüvensiz, korkak adam olduğunu düşünürüm. Buraya kadar eyvallah ama birader, tek bir kişiye toplu halde saldırmak neyin nesidir? İki günden bu yana "delikanlı, melek" sıfatları havalarda uçuşuyordu kimse kusura bakmasın ortada ne delikanlılık var ne de meleklik mevcut. Üstünde "Futbol adam bıçaklamaktır" atkısıyla ortalarda dolanıp, üzerinde farklı forma olduğu için 7-8 kişi, lince koşar gibi birinin üstüne çullanmayı, ne vicdanım ne de aklım 'delikanlı' olarak nitelendiremez.

Altı üstü bir futbol maçı yahu.
Bu kadar zor mu sarı-kırmızı formalı bir adamı sindirebilmek?
Bu kadar zor mu siyah-beyaz formalı bir adama tahammül etmek?
Bu kadar zor mu sarı-lacivert formalı insanların da var olduğunu kabullenmek?

Herkesin aynı takımda olduğu bir ülkede yaşamak mı güzel olan. Eğleneceksin, güleceksin, üzüleceksin, belki ağlayacaksın üzüntüden ya da mutluluktan. Ama birkaç saat sonra unutup, hayatına devam edeceksin. Neyin yerine koyuyoruz bu takımları anlayabilmiş değilim.

Maç bitmiş, kazanmışsın 2-1. Ertesi gün birkaç Galatasaraylı arkadaşını kızdırırsın, Fenerbahçeli arkadaşlarınla konuşurken "Yine koyduk" dersin, olur biter. Git evine işte, yolda adam çevirmek neyin nesi.

Sürekli söylüyorum ya, taraftar gruplarının hiçbirinden zerre hazzetmiyorum diye. Şu olayda bir kez daha ortaya çıkmıştır. Garip bir biçimde holiganizmi kutsallaştıran, bunun bir bok olduğunu savunan, adam dövmekle, birilerini kovalamakla övünen tipler oluşmaya başladı etrafta. Çarşı'nın, Ultraslan'ın, GFB'nin çok sikinde değil mi şu olaylar. Herifler atkısını satıyor para kazanıyor, montunu satıyor para cukkalıyor. Bu holiganizm kutsallaştırırken, 3-5 kişi musluğun başında, işin kaymağını yiyor. Etrafındaki asalaklar da, bedava bilete kabadayı kesiliyor, sözümona takım sevgisini bahane ederek.

Birileri Kadıköy'de şampiyonluk kutlaması yaptırmadıkları için övünür, diğerleri Beşiktaş'ta yaptırmadıkları için, ötekiler Eskişehir'de, Karşıyaka'da, Ankara'da... Koca bir sezon geçiyor ve senin övündüğün şey buysa, o cinayetin ortaklarından biri de sensin demektir. Bu hastalıklı fikirlerle holiganizmin ne şahane, ne güzel bir şey olduğu aşılanıyor insanlara. Bunun adına "delikanlı taraftar" diye de sıfat ekliyorlar.

Kendilerine 'delikanlı' sıfatı takanların, Burak Yıldırım'ın 'arkadaş' diye gördüklerini videoda izlerseniz, aslında katilin de, maktulün de, ne söylenen kadar suçlu, ne de söylenen kadar melek olduğunu görürsünüz. Hatunu sevmem ama çok doğru sözler "Masum değiliz, hiçbirimiz."
Biraz sert olabilir ama su testisi su yolunda kırılır. Her ikisi için de öyle olmuştur. Keşke biri bıçak taşımasaydı, diğeri de yanından geçip giden adama sataşmasaydı. Bugün ne biri toprak altında, ne de diğeri parmaklıklar arkasında olacaktı.

Olan iki aileye olmuştur. Bu yazı dahil her şey laf-ü güzaftır.

Irkçılığın yaşanmadığı ülke: Türkiye


Ne vakittir doğru düzgün yazamadım, kişisel sıkıntılar, bu ülkedeki futbola bakışın çarpıklığı, insanların iki yüzlülüğü, çoluk çocuğun buraya gelip sürekli küfür etmesi vs. vs. derken, iki aya yakındır tek kelime yazamadım. Bloğu wordpress'e taşımaya çalıştım, tonla hata oldu, ondan da vazgeçtim, kaldığım yerden devam edeyim dedim.

Derbi diye yine rezalet izledik. Neredeyse gelenekselleşmeye başladı bu rezalet. Aktörler bilindik Volkan, Sabri, Emre, Meireles. Biri taşaklarını avuçlar, diğeri el ense çeker, öbürü gırtlak sıkar; bunun adı da 'dünya derbisi' olur. Her zaman olduğu gibi haksız kimse yok.

Volkan adam öldürmeye teşebbüs ettiği için haklı, Meireles Portekizce'de "Evimize hoşgeldiniz" anlamına gelen taşak sıvazlarken haklı, Sabri auta çıkan bir top için kavgaya sebebiyet verdiği için haklı. Sorsan, hepsi haklı. Suçlu kim? Suçlu derbi diye bu soytarılığı izleyen milyonlarca gerizekalı olarak bizleriz. Fillerin tepindiği sahnede, çimen olmaya hep razı olduk.

Hep karşı tarafın haksızlığını, kendimizin haklılığını savunmak için yapılan pisliklere göz yumduk. Bir kez bile, "yeter" diyemiyoruz. Bunu söyleyemediğimiz için sahada futbolcu kılıklı hayvanların yaptıkları bir süre sonra normal gelmeye başlıyor.

İşin bu boyutunun yanı sıra, aslında şu derbiyle ilgili konuşulacak temel mesele, tribünden sallanan muzdur (muhtemelen cinayet meselesini soracak vardır, yazısını yazdım, 13 Mayıs tarihiyle duruyor, zamanı gelince koyacağım).

"Türkiye'de hiç ırkçılık olmadı" diye koskoca bir yalan dönüyor. Aslında biz siyahları çok severmişiz, geleneksel misafirperverliğimiz buna müsaade etmezmiş, muzu sallayan "hayatım boyunca ırkçılıkla mücadele ettim" diyor, televizyonlar bu olayı normalleştirmeye çalışıyor.  Ülkenin başbakanı bile çıkıp "biz ırkçı ve bencil bir millet değiliz" diyorsa olayın tıpkı Zokora vakasında olduğu gibi kapatılacağı aşikardır.

Biz hep kendimizi kandırıyoruz, bu ülkede ırkçılık olmadığını söyleyerek. Balık hafızalı olduğumuz için unutuyoruz her şeyi.

Bu ülkede ırkçılık olmadığı için Galatasaray tribünlerinden "Kahrolsun İsrail, o. çocuğu Balili" diye bağırıyoruz.
Bu ülkede ırkçılık olmadığı için Beşiktaş tribünlerinden "Sivaslı ayılar, İstanbul'da ne arar" diye bağırıyoruz. (Eboue konusunda yediğim küfürlerin haddi hesabı yoktu, hatta en son biri orospu çocuğunun yorumu halen duruyor, Beşiktaş tribünlerinde ırkçılığın olmadığını görmek için bkz yazının sonundaki fotoğrafa. Herkes kendini kandırmaya devam etsin. Yazının ana fikrini anlarsan, söylediğimi de anlamış olursun.)
Bu ülkede ırkçılık olmadığı için Fenerbahçe tribünlerinden Drogba'ya Eboue'ye muz sallıyoruz.
Bu ülkede ırkçılık olmadığı için Trabzon tribünlerinde "Ermeni Oğuz'a Trabzon'da soykırım" diye bağırıldı.
Bu ülkede ırkçılık olmadığı için yurdun dört bir yanında Diyarbakırspor için "PKK dışarı" diye tezahüratlar yapıldı.

Sokakta işler farklı mı peki? Köpeklere 'Arap' isminin verildiği, Alevi'yi, Laz'ı, Kürdü, Ermeni'yi, Rum'u, Yunan'ı tarih kitaplarında bile aşağıladığı bir ülkede "ırkçılık bu ülke sınırlarına girmemiştir" yalanıyla insanları kandırmaya devam ederiz belki. Ya da aslında bunların ırkçılık olmadığı masalıyla eğleriz.

Bu kadar olayı kulak arkası edip, hiç yaşanmamış mı sayacağız? Bu yaşananlara rağmen halen ırkçılığın olmadığını mı varsayacağız? Ülke imajı diye, sallanan muzları görmemiş gibi mi yapacağız? Tehlike burada başlıyor işte. Sen sahanın ortasında aleni olarak siyahi bir futbolcuya küfreden futbolcuna ırkçılıktan ceza vermezsen, ülkenin milli takım kaptanlığını koluna takmaya devam edersen, yaşanan onlarca olayı sumenaltı edersen, o tribünlerden muz da sallanır, 'maymun' diye bağırdığın adama saldırmak için sahaya da dalarsın, televizyonda çıkıp 'bunlar saatçi' diye aşağılarsın da.

Şu olay görmezden gelinmesin artık. Görmezden gele gele iş muz sallamaya kadar geldi işte. Olayın üstünü kapatmak için muz sallayan yaratığı televizyonlara çıkartıp "hayatım boyunca ırkçılıkla mücadele ettim" yalanına inanacak kadar aptal mıyız biz? Olay yaşanmıştır ve cezası verilmelidir.

Galatasaray Kulübü, eğer bu olayın üstüne gitmezse, onlar da muzu sallayan kadar suçludur ve yapılan ırkçılığın ortağıdır. FIFA mı FIFA'ya gidilsin, UEFA mı UEFA'ya gidilsin ama bu işin takipçisi olunsun. Böyle bir olayda ortaya karakter koyamayan bir kurum, "ben dünya kulübüyüm" iddiasında bulunmasın.

Drogba dün o yazıyı yazmasaydı, medyanın umrunda bile olmayacaktı bu hadise. Tribünden sallanan muzu "Derdiden ilginç kareler" diye sunan medyanın, ırkçılık karşısında duruş göstermesini düşünmek aptallıktan başka bir şey değil.


Onlar Türkiye'de ırkçılık olmadığı için İtalya'daki ırkçılığı konu alan haberler yapıyorlar. Bizim ülkemizde yaşanmıyor ya, ondan olsa gerek.


Tribünde muz sallanıyor, onun haberini yapmıyorsun ama tribünde muz sallayan adam "Ben ırkçı değilim, Drogba hayranıyım" diye televizyona çıkıp iğrençliğini aklamaya çalışınca, onu haber yapıyorsun. Öyle de ahlak sahibi bir medya sahibiyiz. Bu ülkede her kurumda şerefsiz, ahlaksızlık mevcut ama hiçbirisi medya kadar olamaz.

(Kimse çıkıp da, Drogba'nın yazdıklarının haber yapılmasını örnek göstermesin. Tribünde sallanan muzu sallayan yaratığı haber yapmayıp, sonra aynı yaratığın aklanma çabasına yardım için haber yapmak, şerefsizlikten başka bir şey değildir.)

Irkçılık bu ülkenin genlerinde var, bıraksın herkes kendisini kandırmayı. Sadece tarih kitaplarına bakmak, ülke topraklarında türetilmiş atasözlerine bakmak bile bunun için yeterli.


Yazıda bahsi geçen ırkçı olmayan, asla ırkçılık yapmayan taraftar tipolojisi. İyiye sahip çık, kötüye "yaaaaauuuv olur böyle şeyler de". Tam embesil mantığı.