30 Mayıs 2012

Daha ne kadar iğrençleşeceksiniz?


Başbakan'ın her tartışmayı yurtdışına giderken ya da gelirken başlatma geleneğinin son halkası, sokaktaki insanı her geçen gün biraz daha fasit daire içine sıkıştırdığı yeni konumuz kürtaj.

Başbakan, "Bazı terbiyeden muaf tipler, 'Başbakan bu işlerle niye uğraşıyor?' diyor. Bu ülkede her meselenin sorumlusuyum ben, başbakan olarak" diyerek, tartışmaya kendi açısından son noktayı koydu.

Sağlık Bakanı Recep Akdağ ise "Bazen 'Annenin başına kötü bir şey gelmişse ne olacak?' vesaire gibi şeyler söyleniyor. Gerekirse öyle bir bebeğe devlet bakar." vecizesi ile, 11 yıldır izlediğimiz 'Bozacının şahidi şıracı' filminin aranan adamlarından biri olduğunu kanıtladı.

Aslında ne kolay ağızdan kelimelerin düzenli bir halde çıkıp cümle haline evrilmesi. "Gerekirse öyle bir bebeğe devlet bakar"mış!

Kendisini ilk kez duyan biri sanacak ki, kendi halkına pırlanta gözüyle bakan bir iktidar var karşımızda. Öylesine şefkatli, halkının gözünün içine bakan bir iktidar (!)

Ya biz, başka bir ülkede yaşıyoruz ya da bu insanların ağızlarından çıkan kelimeler kulaklarına ulaşana dek başkalaşım geçiriyor. İnsanların gözünün içine baka baka yalan söylemek, boktan icraatlerini sanki onların istediğini yapıyormuşcasına sunmak, ciddi bir beceri işi.

Sezar'ın hakkı Sezar'a. Bunu cidden iyi beceriyorlar. Birkaç hafta sonra göreceksiniz, halkın bir bölümü "Kürtaj cinayettir" diye ortalarda dolanmaya başlayacak. Hayatları boyunca tartışmadıkları, akıllarının ucuna bile gelmeyecek bu konuda ahkâm kesecekler.

Bu devleti yöneten Sağlık Bakanı, "Gerekirse biz çocuklara bakarız" diyor ama yönettiği devletin www.turkiye.gov.tr isimli web sayfasında, Türkiye İstatistik Kurumu'nun verilerinin sadece İstanbul'da 625.000 çocuğun, "sokak çocuğu" olma riski ile karşı karşıya olduğunu gösteriyor.

Mutlaka sizin de etrafınızda mangalda kül bırakmayan tipler vardır. Attı mı Erciyes Dağı'nda etki yaratacak türden tipler. Recep Akdağ'ınki tam o hesap. Türkiye'de kimsesiz ve korunmaya muhtaç çocuk sayısının ne olduğunu biliyor musunuz? Ben söyleyeyim; tam tamına 800 bin (sekiz yüz bin) civarındadır.

Peki devletin koruması altındaki çocuk sayısının ne olduğunu biliyor musunuz? Bunu da ben söyleyeyim; 16 bin 595 çocuk.

Şimdi Recep (hanginiz olursa fark etmez) 800 binden, 16 bin 595'i çıkart bakalım sonuç ne çıkıyor.?

Sizin yönettiğiniz ülkede 783 bin 405 kimsesiz ve korunmaya muhtaç çocuk var. Siz bunların hesabını verebiliyor musunuz? Bu çocuklara barınma, yeme ihtiyacı sağlayabiliyor musunuz da, zengin züppeliğinde tavırlarla "Biz gerekirse bakarız" diye atıp tutuyorsunuz.

Sizin siyah camlı araçlarınızdan trafik ışıklarındaki çocuklar görünüyor mu bilmiyorum?

Şehrin arka sokaklarına hiç gittiniz mi ama oralarda neler yaşanıyor acaba bir fikriniz var mı?

Ailesinden şiddet gören çocukların, geleceklerine dair planlarınız var mı?

Gece yarıları banklarda yatan ufacık bedenler, bir saniye olsun aklınıza geliyor mu?

O çocuklar; oturduğunuz köşklerin, konakların pencerelerinden görünüyor mu?

Devlet olarak bakarlarmış! Ulan siz önce devlet olarak, memurunuza adam gibi koşullar sağlayın, onların açlık sınırında yaşamamasını sağlayın.

Siyasete bulaştırmadığınız bir tek kadın bedeni kalmıştı, onu da becerdiniz. İnsanların birbirinden nefret etmesi, farklı kutuplara girmeleri için bir konu daha buldunuz.

11 yıldır, tartışmadan, kinden, nefretten, kutuplaşmadan nemalanıyor bu siyasal iktidar. Yeni oyuncakları kürtaj oldu, evire çevire oynuyorlar. Üstelik Türk filmlerinden fırlamış, küstah zengin tiplemeleriyle. "Parası neyse veririz" der gibi, "Gerekirse devlet olarak bakarız" dile buyuruyor Sağlık Bakanı.

Siz çocuklarınızı özel okullarda, kolejlerde, zengin işadamı arkadaşların cebinden çıkan paralarla ABD'lerde okutuyor olabilirsiniz de, bu ülkede ayağı çıplak, üstünde bir önlük bile olmayan, yüzbinlerce çocuk var. Bırakın küstahlığı, ukalalığı da, bu insanların gerçek sorunları ile ilgilenin.

Kan üstünden siyaset, din üstünden siyaset ve en sonunda kadın bedeni üstünden siyaset. Daha ne kadar iğrençleşeceksiniz, o sınır nereye dayanacak, hayretler içinde izliyoruz.

Yiyeceğiniz tokat, tahmininizden büyük olacak. Emin olabilirsiniz.

29 Mayıs 2012

4 bin TL'yi bozuk para halinde içinize alsanız ya!


Türk Hava Yolları, hükümetin hava iş koluna grev yasağı getiren kanun teklifinin TBMM gündemine geleceği haberi üzerine bugün kabin memurları iş yavaşlatma eylemi gerçekleştiriyor. THY yönetimi, eyleme katılan 150 kadar çalışana, SMS vasıtasıyla işlerine son verildiğini bildirdi.

Olan bitenin en kısa özeti bu. Hükümetin anayasal hak olan greve yönelik yasak getiren kararına karşı insanların, iş yavaşlatması çok normal bir durum.

Ama işte yaşadığımız ülke Türkiye olunca, gerizekâlı bir coğrafyanın çocukları olarak, birtakım yavşaklar, "Kardeşim 4 bin lira maaş alıyorlar. Kim alıyor o kadar parayı? Adam gibi işlerini yapsın" ya da "Yolcu olarak mağduruz. Bu yapılan tam anlamıyla sorumsuzluk" türünden yorumlarla, hak gaspına karşı gerçekleştirilen ufak bir direniş örneğini eleştiriyor.

Bak şimdi embesilin evladı, bugün hava iş kolunda bir kanun taslağıyla grevi yasaklıyorsa, yarın senin işkolunda da grev denen anayasada sana hak olarak sunulmuş eylemi gayet rahat yasaklayabilir.

Bu "Ama onlar 5 bin lira alıyor" diyen serçe yavrusundan alınmış beyinle idareten yaşayan götveren, internet yasaklanınca "İnterneti nasıl yasaklarlar? Bunu yapmaya kimsenin hakkı yok. Haydi arkadaşlar Taksim'e!" diye kıçına kızgın demir sokulmuş gibi feryat eder.

Be amın evladı, madem birilerinin aldığı maaştan şikâyet ediyorsun, madenlerde çalışan insanların aldıkları ücret hiç aklına geldi mi?

Be orospunun çocuğu, madem birilerinin aldığı maaştan şikâyet ediyorsun, 701 TL asgari ücretle ev geçindirmeye çalışan insanlar hakkında hiçbir fikrin var mı?

Be götveren çiçeği, madem birilerinin aldığı paradan şikâyet ediyorsun, insan emeğini sömürerek milyonlarca dolar kazanan patronlara sesini çıkartabildin mi?

Neymiş, 4 bin TL alıyormuş. Ulan salak, keşke herkes insanca yaşayabileceği makul ücretle çalışabilse. Sen, birisi neden 4 bin TL alıyor diye götüne giresice klavyede 31 çekmekten arta kalan enerjini harcayacağına, neden başkaları 4 bin TL almıyor diye mücadele edeceksin.

Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz hesabı, bu emekçi düşmanı, tarihin en aşağılık iktidarı için bulunmayacak nimette bir vatandaşsın. Herif tüm dünyada hak olan bir grev hakkını, sayısal üstünlüğü bulunuyor diye bir yasayla yasaklayacak, sen iktidarın göt deliğine dilini yapıştırır vaziyette, hükümeti değil çalışanı eleştireceksin.

Bu ülkede böyle bir nesil türedi. Bir boktan haberi olmayan, asalak gibi yaşayan, klavye başından başka bir yer bilmeyen bir nesil türedi. Her boku biliyor yavşak, her şey hakkında fikri var.

Yavşaklar; alkole ya da internete yasak geldiği zaman tepki veriyor. Onun dışındaki her şeye laf atıyor.

Uyanın mal ordusu, uyanın! Herifler, çocuklarının, torunlarının haklarını elinden alıyor. Sen sikin taşağına denk, bilgisayar başında pineklerken hayatından çalınıyor.

Bir de yolcu muhabbeti var. Bu eylemler dünyanın her yerinde yapılır. Fransa'da, Almanya'da, İspanya'da v.s. v.s. Oralarda eylem yapıldığı zaman insanlar direkt olarak eyleme katılmasa bile o gün, uçağa binmez, trenle işe gitmez. Neden? Çünkü destek verir eylem yapan insanlara. Bilir ki, o eylemciler aynı zamanda kendisi için de sokaktadır, hak arar.

Bizdekiler, hastanede eylem olur doktora saldırır, demiryolunda eylem olur makinisti döver, THY'de eylem olur "Ay bu ne sorumsuzluk" diye grev hakkını yasaklayan iktidarı değil, hakları elinden alınmaya çalışan emekçiye laf söyler.

Orospu çocuklarına, "Bu insanlar neden grev yapıyor?" diye sorsan, biri biliyorsan götüm. Ama sor bakalım "Geçtiğimiz günlerde Acun'un neresi kanadı?" diye, bilmezse götün bayrak taşıyanıyım.

Asalak gibi yaşayan; televizyonlardan, gazetelerden (o da takip eden için) kendisine sunulandan başka bir bok bilmeyen, hayatı magazin-spordan ibaret iğrenç bir toplum haline geldik.

Gün geçtikçe daha iğrenç hale geliyoruz, daha aptallaşıyoruz, daha itaatkâr hale geliyoruz. Ulan 600 tane üniversite öğrencisi saçma sapan sebeplerden ötürü içeride yatıyor, bir kişi "N'oluyor lan!" diye sormuyor. Tabii ona dokunmayan yılan, isterse birilerini götüne girsin, umrunda bile değil. Ne zaman ucu kendisine dokunur o zaman, feryat eder. Ama o zamana dek, öyle bir köşede, film izler gibi olan bitene bakar sadece.

Bugün hava işkolunda yapılan işdurdurma eylemini çalışanların aldıkları para üstünden eleştiren malak emzirmeleri, yarın iş bulamayınca, işten çıkartılınca, birtakım anayasal hakları ellerinde alınınca ne diyecekler merak ediyorum.

Aptal olmaktan vazgeçin artık!!!

25 Mayıs 2012

Türk aile yapısından örnekler




Sadece 2 günlük ajanslara düşen haberlerin spotlarını yazacağım buraya. Yere göğe sığdıramadıkları Türk aile yapısının ne menem bir şey olduğunu görmek açısından, bize örnek sunabilecek haberler bunlar.

  • Samsun'da 48 yaşındaki Adem T, Rize'de tacize uğrayan ve olayı unutması için annesiyle Samsun'a tatile gelerek kız kardeşinin evinde kalan 14 yaşındaki M.H'ye tecavüz ettiği iddiasıyla tutuklandı.
  • Edirne'de bakkal işleten 57 yaşındaki C.K, 10 yaşındaki E.Y'yi "Kandil bugün gel seni öpeyim" diye yanına çağırdıktan sonra dudaklarından öpüp kızın vücudunu okşadı.
  • 28 yaşındaki G.K., boşandığı 23 yaşındaki eşini mezarlıkta dövdükten sonra tecavüz etti.
  • 2009 yılında 14 yaşında olan kız arkadaşı C.D'ye tecavüz ettiği iddia edilen 21 yaşındaki Samet Avcı, şikayet üzerine gözaltına alındı.
  • Antalya'da cip içerisinde avukat F.Ü'ye cinsel saldırıda bulunduğu iddiasıyla yargılanan Hüseyin S, 13 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.
  • 13 yaşındaki B.B.B'ye tecavüz etmek suçundan tutuklu yargılanan 28 yaşındaki Kemal Çimen, 13 yıl 2 ay 10 gün hapis cezasına çarptırıldı. Kemal Çimen'in, 13 yaşındaki kıza "Altına kilot giyme tamam mı?" diye mesaj attığı ortaya çıktı.
  • Ablasının kızı 15 yaşındaki T.O'ya taciz ve tecavüzde bulunduğu iddiasıyla tutuklu yargılanan 29 yaşındaki Selçuk A., 25 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
  • 2 dayısının tecavüzüne uğrayan ve olay tarihinde 17 yaşında olan S.D, hamile kalıp düşük yaptı. Bir dayı tutuklandı, diğer serbest bırakıldı.
  • Kendisinden ayrı yaşayan 3 çocuk annesi eşi Demet’i bıçaklayarak öldürdükten sonra ortadan kaybolan 32 yaşındaki İlhan Üçler, Niğde’de yakalandı.
  • Ankara'da sosyal paylaşım sitelerinden irtibat kurdukları yabancı uyruklu kadınları iş bulma vaadiyle Türkiye’ye getirip fuhuşa zorladıkları iddia edilen çeteye yönelik operasyonda 27 kişi gözaltına alındı. Çetenin, 17 yaşındaki Ş.E.’yi ise "lise öğrencisi istiyorum" diye sipariş veren emekli öğretim üyesi 66 yaşındaki Aydın D.’ye 50 bin TL’ye sattığı öne sürüldü.
  • 71 yaşındaki Yaşar Uzun, kızkardeşinin torunu 14 yaşındaki G.A’ya 3 yıl boyunca 15 kez taciz ve tecavüz ettiği iddiasıyla tutuklu yargılandığı 2’inci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 28 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
  • Kırıkkale'de eşinden 2 yıl önce boşanan 2 çocuk annesi 37 yaşındaki Şerife Karaköse, gayrimeşru ilişki sonucu dünyaya getirdiği 10 günlük bebeğini iple boğduktan sonra tarlaya gömdü.
  • Bursa'da eşinden ayrı yaşayan ve yasak ilişki sonucu dünyaya getirdiği kız bebeğini, çalıştığı işyerinin tuvaletinde doğurduktan sonra eşarbıyla boğarak öldürmekten yargılanan 26 yaşındaki Sinem Özyılmaz, müebbet hapis cezasına çarptırıldı.

Bunların ne için yazıldığını az çok anlamışsınızdır. Behzat Ç. yine gündemde ve yine tehdit altında.

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde birtakım vekiller, bu konuyu tartışıp duruyor.

Dizideki polis rolünü yapan adam alkol alıyormuş.
Pavyona gidiyormuş.
Evli olmadığı halde beraber yaşıyormuş.
Çok küfür ediyormuş.
Türk aile ve yaşam kurallarına uygun olmayan davranışlar sergiliyormuş v.s. v.s

Ağzından "demokrasi" kelimesi düşmeyen adamlar, sürekli olarak ülkedeki insanlara nasıl yaşamaları gerektiğini öğretiyor, neyi yapıp, neyi yapmayacağını işaret ediyor.

Bu adamların partilerinde, 3 eşli olanlar var, 13-14 yaşında kız çocuklarıyla evlenenler var, soyguncular var, hortumcular var, varoğlu var işte ama bu yazılanların hiçbiri Türk aile yapısını zedelemiyor. Zedeleyen tek şey, hayali bir televizyon karakterinin alkol alması, bir kadınla birliktelik kurması.

Bu ülkenin köylerinde eşek sikiyor lan, neyin yapısından söz ediyorsun sen!

Görevdeki Türk polisi içer miymiş? Pezevenklein derdine bak. Polis sokakta şiddet uygularken rahatsız olmuyorlar, bir genç kızın karnındaki bebeğe tekme atarken rahatsız olmuyorlar, sokaktaki adama küfür ederken rahatsız olmuyorlar, işkence yaparken rahatsız olmuyorlar ama hayali bir polisin alkol almasından rahatsız oluyorlar.

Kafalarında yaşattıkları bir ülke var ve o ülkenin insanları var. Sanıyorlar ki; Türk insanı, son derece efendi, kibar, kötü söz söylemeyen, başkasını kırmayan, incitmeyen, yalandan riyadan uzak, çalmayan, yetim hakkı yemeyen dünya üstünde eşi benzeri olmayan bireyler.

Lan gerizekalılar; töreydi, namustu, tacizdi, tecavüzde, cinayetti derken, ülkedeki cezaevleri artık talep karşılayamaz hale geldi. Haa tabii, bir de keyfi içeri atılan insanlar var.

Bir dizi nasıl olur da, bu tanımlanamayan, kimsenin bilmediği Türk aile yapısına uygun düşmez.

Beynini siktiğim yavşakları, Uzay Yolu'nu izledik de, uzaya mı çıktık? İsmi üstünde hepsi kurgudan ibaret. Herif dizinin başında zaten yazıyor, "Her şey hayal eseridir" diye. Bunun üstüne halen, neyin tasasını taşıyorsunuz.

İnsanları o kadar tektipleştirdiler ki, kimin, neyi izleyeceğini bile bunlar karar verir hale geldi.

Misal, hayali kahraman Behzat Ç. Türk aile yapısı için son derece büyük bir tehlike yaratırken, 'gerçek kahraman' Acun Ilıcalı, Türk aile yapısına son derece uygun düşer.

Neden? Çünkü toplumun ve insanların uyuşturulması ile uyutulmasına hizmet eder. Yaptığı her şey el üstünde tutulur.

Ben bu heriflerin beynindeki Türk aile yapısına zaten uygun olmak istemiyorum. Çünkü bunlar gibi akrabamla evlenmeye yeltenmem, çocuk yaştaki kızlarla evlenmem, milletin cebindeki paraya göz yummam, kimsenin hakkını yemem.

Dindar, muhafazakâr, Türk aile yapısına uygun bir birey olmak istemiyorum, hatta sikimde bile değil. İsteyen seçimini bu yönde yaparsa, ona da "Neden yapıyorsun?" diye karışmam. Ama bana karışmak istiyorlarsa da, onların yapısının amına koyayım diye elimden geleni ardıma koymam.

Behzat Ç'ye karşı çıkış noktaları aslında dizinin içindeki bir replikte gizli: "Ben iyi bir adam olamadım, ama kimsenin de adamı olmadım."

Fotoğrafa gelince, Türkiye'nin başkenti muhafazakâr bir parti yönetimindeki Ankara'da önce tecavüz edilmiş, ardından da yakılarak öldürülen köpeklere ait.

Sonuç mu? Alayınızın götüne koyayım.

22 Mayıs 2012

Parası neyse verirler


Seçimlerin en büyük vaadiydi, İstanbul'a Çılgın Proje. Anlata anlata bitiremediler. İstanbul'un bu projeyi hak ettiğini, sadece etüt çalışmalarının bile 2 yıl süreceğini anlattılar.

İstanbul'un içinden iki deniz geçeceğini ve iki yarımada ile bir adadan oluşacağını anlattılar.

Proje açıklanırken, maliyeti hakkında şunları söyledi Tayyip Erdoğan, "Türkiye, 2023'e böyle muhteşem, çılgın bir projeyle girmeyi haketmektedir. Bu proje çok kapsamlı bir projedir. Projenin yeri ve maliyeti konularını açıklamayacağım, 3 aşağı 5 yukarı belirlenmiştir" diye konuştu.

Ülkenin kalbi sayılabilecek kente böylesi bir proje yapıyorsun ama kullandığın ifade "3 aşağı 5 yukarı" gibi esnaf ağzını kullanıyorsun.('Esnafları aşağıladın' diyen olursa sıçayım kafasına).

Proje açıklandığı gün, götünü iktidara dayamış olan medya "Muhteşem", "Harika", "Zaten yaparsa ancak Erdoğan yapar" türünden başlıklar attılar; İstanbul'un dünyanın merkezi olacağını, şehrin bambaşka bir çehreye kavuşacağını söylediler.

Seçim bitti, projeden eser yok, konuşan yok, hatırlatan yok. Salla sallayabildiğin kadar, kale boş, her vurduğun gol oluyor.

Gelelim bugüne. İstanbul'da facianın eşiğinden dönüldü. Haliç Köprüsü, Balat girişinde bağlantı yerlerinde ayrılma olduğundan ötürü apar topar trafiğe kapatıldı ve çalışmalar başlatıldı.


Bu kent 1999 yılında bir depremi kenarından, köşesinden yaşadı. O günden bu yana, köprüler ve viyadükler konusunda hiçbir ciddi ilerleme yaşanmadı.

Saçma sapan projelerle, halkın gözünü boyamaktan başka bir şey yapmayan Akp iktidarının yegane projesi, bu yoksul halkın daha da yoksullaşmasını sağlamak.

Ama tabii onlar için birilerinin ölmesi önemli değil; tazminatı neyse verirler. İnsan hayatına maddi değer biçen, ülke yöneteni değil de, fabrika patronu gibi davranan adamlar için Haliç Köprüsü yıkılmış, insanlar ölmüş, umurlarında bile olmaz.

Katlettikleri insanların hayatlarına değer biçen adamların (adam diyorum lafın gelişi) hiçbir insani vasıf taşımaması ama bunun üstünden siyaset yapmaları, Ramazan çadırlarında gözyaşı dökmeleri, senede bir-iki kez uğradıkları gecekondularda halkın içinden başbakan (bakan, milletvekili vs. vs.) imajı vermelerie söyleyebilecek çok bir laf yok.

Bunca şey olup biterken, hiçbir şeyi görmemek, her şeye gözünü kapatmak da, bu halkın en büyük hatası.


Bunlar milyarlarca dolarlık servet ederken, kendisine dilenci muamelesi yapılmasını içine sindirmeyi, ben içime sindiremiyorum.

Devletin yaptığı katliama bir eder belirlemesine de, ilk kez şahit olduk. En resmi ağızdan "parası neyse veririz" küstahlığıyla hem de.

Tarifeyi açıklasınlar, hepimiz bilelim, insan hayatı ne kadar. Haliç çökmüş, köprü sallanmış, bunların hiçbir önemi yok. Nasılsa parası neyse verirler.

21 Mayıs 2012

Bok sinekleri


Bağcılar Çocuk Meclisi tarafından gerçekleştirilen Anayasa Çalıştayı’nda tavsiye kararları ve önerilerden bazıları şunlar:

  • Kadınlar da askerlik yapsın.
  • Sosyal paylaşım sitelerine engel konulsun.
  • İdam cezaları geri gelsin.
  • Tüm okullarda mescit yapılsın,
  • Başörtülü kadınlar devlet dairelerinde çalışsın.
  • Tek vatan, tek bayrak, tek dil ve vatanın bütünlüğünü pekiştiren bir anayasa yapılsın.
  • Andımız okullarda okutulmasın.
  • Cuma Günleri ders saatleri Cuma namazına göre düzenlensin.
  • Erken yaşta evlendirilen kız çocuklar korunsun.
  • Ailelere interneti nasıl filtreleyecekleri konusunda eğitim verilsin.
  • Kılık kıyafet serbestliği konusundaki yasak sürdürülsün.

Çocuk statüsündeki bu arkadaşlar, büyüyecek ileride ülke yönetecek, şirket sahibi olacak v.s. v.s.

Ülkenin başındaki şahıs, "Tabii ki dindar nesil yetiştireceğiz" derken, tam da bu fikirdeki arkadaşlardan söz ediyor. Birileri yine çemkirecek ama bu tip insanların çoğunluğa geçmesi durumunda, ülkenin nasıl bir şekil alacağını kestirmek güç olmuyor.

Tam da, bugünkü iktidarın istediği tipte çocuklar bunlar. İtaatkâr, kendisine empoze edileni kabullenen, hatta onu daha da ileriye götürebilecek, uslu çocuklar.

Tabii ilginç şeyler var istekleri arasında. Ülkede ölen onbinlerce genç yetmemiş olacak ki, kadınların da askere alınıp, onların da şehadet şerbetinden içmesi isteniyor sanırım!

Tüm okullara mescit yapılmasını istemek başlı başına fantastik bir fikir. Ülkede sadece Sünni Müslümanlar var, başka kimse yok ya.

Misal ben, "Budist tapınağı istiyorum. Gün içinde 10 saat ibadet edeceğim" desem, acaba nasıl bir tavırla karşılanırım. Hoşgörünün dibini mi, yoksa ebemin amını mı gösterirler?

Çocuk yaştaki kızların evlendirilmesine yönelik bir şikâyet yok. Bir kız çocuğunun 12,13,14 gibi yaşlarda evlendirilmesi gayet normal ama "Hadi bir kıyak yapalım" demişler ve "Erken yaşta evlendirilen kız çocuklar korunsun" diye öneride bulunmuşlar.

Bağcılar Çocuk Meclisi'nin tavsiye kararları ve önerileri böyle. Bu toplantıya kimler katılmış bir bakalım.

TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı AK Parti İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu.
AK Parti İstanbul Milletvekili Feyzullah Kıyıklık.
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanvekili AK Parti İstanbul Milletvekili Türkan Dağoğlu.
Bağcılar Belediye Başkanı Lokman Çağrıcı.
AK Parti Bağcılar İlçe Başkanı İsmet Öztürk.

Burhan Kuzu, "Biz yazsak bunları yazardık" demiş. Kafalarındaki anayasa 3 aşağı 5 yukarı böyle bir şey.

Faşizmin en güzel örneklerini sunan, kendisinden başkasına yaşama hakkı tanımayan, kendi tanımlamalarıyla "Tahammül eden" insanlarla çevrilmeye başladı etrafımız.

Ağzını açtın mı, "Hani bana saygı, sana saygı duymak zorundasın", eleştirdin mi, "Dinime, yaşama biçimime hakaret edemezsin, küfür edemezsin" diye götünü yırtan bu aşağılık tiplere karşı ciddi bir örgütlenme gerekiyor. Bunu bir siyasi parti çatısı altında yapmak hayal gibi. Çünkü medet umulan partiler de, bu iğrenç ve boktan sistemin çalışmasını sağlayan çarkları oluşturuyor.

Dindar nesil yetiştirmek isteyenler, bu gençlikle gurur duyuyordur. Tam istedikleri gibi efendi, dinine, milletine, bayrağına bağlı biricik evlatlar.

Bizlerse, Allahsız, kitapsız, gerekirse cezaevleriyle ehlileştirilmeye çalışılan, iğrenç varlıklarız.

Medyaya bir bakın, ne kadar cahil herif varsa, toplumda fikir önderi konumuna geçiyor. Tiyatroların kapatılmasını istiyor, sanatçının tarifini yapıyor, ülkedeki insanların nasıl yaşaması gerektiğine yönelik ahkâm kesiyor.

Son yıllarda cahillerin el üstünde tutulduğu, okumuş insanların aşağılandığı bir toplum haline geldik. Bu cahillik virüs gibi yayılıyor ve sanki olması gereken buymuş gibi davranılıyor.

Aslında pek çoğu boka üşüşen sinekten başka bir şey değil. Herif 15 yıldır sinema yapıyor, senaryo yazıyor, film yönetiyor ama "Neden Türk filmlerinde ezan yok?" diye ortalarda dolanıyor. Sorunun muhatabı, soruyu soruyor, tartışmayı izlemek için çekiliyor kenara.

E be göt lalesi, adama sormazlar mı, "Sen istasyon yanında büfe mi işletiyorsun?" diye. Yapaydın yavşak, kim engelledi. Engelleyen varsa, çık onu söyle.

Ne kadar sinek varsa, bokun başına üşüştü. Hepsinin derdi, bokun üstüne yapışıp, sıçanların götüne yakın olmak, başka bir şey değil.

Dindar nesle gelince. Onlara ne verirsen onu alıyor. Yarın devlet başka yönde bir propaganda yapsın, oraya meylederler. Çünkü kendilerine verilen hapları fark etmiyorlar.

13 Mayıs 2012

Daha ne kadar devam edecek?

İlk gördüğüm şampiyonluk değil bu. 12 şampiyonluk görmüşüm şu yaşıma kadar, 3 yıla bir kupa ediyor. Bir futbol takımı taraftarı için hatrı sayılır bir rakam.

Bu yıl sanırım futbol izleyiciliği ve taraftarlığımda yaşadığım en boktan yıldı. İnsanların bu denli birbirine nefret dolu olduğu, bu denli düşman baktığı bir seneye rastlamamıştım. Kendimi bunun içinden sıyırırsam, kendime saygımı yitiririm. Zaman zaman ben de aynı duyguları paylaştım, kendimle savaştım çok kez, aynı şeyleri hissetmemek için ama teslim olduğum zamanlar oldu. Sürekli olarak "insanlıktan ayrılmayın" diyen bir adam için ikiyüzlülük olduğunu söyleyebilirim ama yine de, hep o çizgide kalmaya gayret ettim.

Çok şey birikti senelerden bu yana, insanların içinde. Elimizde tuttuğumuz bardak zaten doluydu, şike ve teşvik davasıyla birlikte play-off denen saçmalık da suyu parmaklarımızda hissetmemize neden oldu.

Bilmiyor muyduk, bu yıla kadar bu ülkede şike yapıldığını, teşvik primi verildiğini. Hangimizde leke yoktu? Hangimiz "Biz temiziz" diyebildi vicdanıyla yüz yüze geldiğinde. Kendi adıma rahatım, bunu her zaman söyleyebildim, itiraf edebildim, o yüzden bu noktada son derece rahatım.

Garip bir sene oldu dedim ya, biraz önce sevdiğim bir Fenerbahçeli arkadaşımın yazısını okudum. Halen efsaneler yaratma peşinde, maçın sonucunu hakeme, cemaate bağlama gayretini görünce çok üzüldüm.

Bu kadar kör olmak, olan biteni inatla reddetmek, yakışmıyor kimseye. İnanın bunları öyle entel-dantel görüneyim diye yazmıyorum. Çünkü çok sevdiğim Fenerbahçeli arkadaşlarım var. Ne bileyim, Alican diye bir adam var, apaydın bir adam. Cem var, Arda var v.s. v.s.

Her şey kabak gibi ortaya çıkmışken, tüm olan biten iki tane futbolcuya yüklenmişken, Veliefendi'de bazı atların sadece kendilerine gösterilen yolda gitsinler diye takılan at gözlüklerini sonbahardan yaza kadar gözünde tutmak başka bir anlayışı gerektiriyor. Biliyorum, şu yazıyı okuyan Fenerbahçeli adam, yine reddedecek, yine "Biz temiziz" diyecek, yine "Cemaat" naraları atacak, yine "onur mücadelesi" teraneleri okuyacak.

Kör olmak, her olan bitene sırtını dönmek, ülkenin genel sorunu. Al işte gencecik bir üniversite öğrencisi Cihan Kırmızıgül, 11 yıl cezaevinde yatacak. Hakkında hiçbir delil yok, hiçbir görüntü yok ama bir insanın hayatı çalınacak. Bugün konuşup, yarın unutacağız. Cihan'sa cezaevinde gün sayacak, volta atacak.

Biraz insaf artık. Koskoca bir sezon boyunca, nefret tohumu ekip, para hırsı yüzünden, birilerinin gönlü hoş olsun diye 4 insan hayatını kaybetti. "Bu heyecanı yürek dayanmaz" diye yüzsüz yüzsüz başlıklar atıldı, kimsenin umrunda bile olmayan boktan bir lig zorla parlatılmaya çalışıldı.

Ülkenin dört yanı adaletsizlikle sarılmışken, insanlar aptal yerine konup, sokaklara salındı "şike yapmadık" diye. İnanmaya zorladıkları fikirlerle donatıltılar. Yarakta kıl olmayacak birtakım kanaat önderleri peydah oluverdi, fanatikliği yüzünden işsiz kalmış gazeteciler nefreti pompaladıkça pompaladı, son 4 yıldır her türlü davada iktidara destek veren amigodan bozma köşe sahipleri ilk kez bir davada karşı görüş bildirdiler.

O kadar birikti ki her şey, dün akşam 90 dakikanın sonu geldiğinde, "sahamızda kupa kaldıramazsınız" diye ayaklandı. Metrobüste Fenerbahçe formalı bir kız tartaklandı, insanlar forma renklerinin farklılığı için birbiriyle yumruklaştı, bıçak çekti, hiç tanımadığı bir adama nefret dolu baktı.

En geç Salı günü, her şey unutulacak, kimse bir şeyi hatırlamayacak. İçimizdeki nefreti büyütmeye devam edeceğiz, bir sonraki sezona kadar.

Basit bir eğlence olan futbol, her geçen gün daha tehlikeli bir hal almaya başlıyor. Daha gaddar hale geliyoruz günbegün.

Lig TV'si, bahis siteleri sahipleri, gazete sahipleri, bu işin kompradorları, para babaları ellerini ovuşturdu bütün sezon. Hele hele son haftalara girildiğinde avuçları yanacak hale geldi.

Herkes bu işin rantına dahil. Hayatta bir bok olmayan üç-beş orospu çocuğu twitter'da takipçisini artıracak diye klavyesinden nefret akıttı, bloğundan kan kustu, köşesinden sokakta karşılaşsa sarılacak adamlara birbirine yumruk sallattı.

Hepimiz iyice zıvanadan çıktık. Kendi taraftarının taptığı Alex, rakibinin elini sıkma nezaketini gösteriyorsa, sen de artık rakibinin elini sıkmayı öğren. Bilmiyorsan, nefretini akıtmaktan vazgeç.

Bu yıl yaşadıklarımız umarım bir daha yinelenmez. Çünkü ne yazık ki, su tersine akmaya başladı ve tersine akan nehir, pek çok kişiyi olduğu yerde boğacak.

Şampiyonluk mu? Bugün Galatasaray, yarın Beşiktaş, Trabzonspor, Fenerbahçe, Bursaspor, Kocaelispor v.s. v.s. Çok değil, 2 gün sonra unutup, bambaşka şeylerle ilgileneceğiz, transferlerle oyalanacağız, yeni sezondan, yeni umutlardan dem vuracağız.

Galatasaray hak ettiği bir şampiyonluk aldı. Oynamamamız gereken 6 maçın sonunda, birilerinin "şampiyon" payesini vermesini bekledik.

Hükümetin atadığı Yıldırım Demirören denen futbol zararlısının başında olduğu kurumun o payeyi vermesine gerek yoktu. Galatasaray zaten 34 maçın sonunda şampiyon oldu.

"İki kere şampiyon olduk" söylemini daha ilk duyduğumda saçma buldum, halen de aynı şeyi düşünüyorum.

Galatasaray bütün sezon boyunca doğru ve güzel bir futbol oynamaya çalıştı, kupa almışsın, almamışsın ta götüne koyayım, umrumda bile değil. Herkes vicdandan, adaletten söz ediyor ya, zerre adaletiniz, zerre vicdanınız varsa bu takımın şampiyonluğu hak ettiğini görmüşsünüzdür.

Fenerbahçeliler için 17 Mayıs 2010'da şöyle bir cümle kurmuştum ve bu cümle halen geçerliliğini koruyor: "Eğer siz Fenerbahçeli'yseniz ve hâlâ 'Tüm Türkiye'ye karşı savaşıyoruz' diye düşünüyorsanız, daha bol bol travma geçirmeye hazırlanın derim."

Rakibine kupasını almaması için stat ışıklarını kesen, karanlıkta bırakan zihniyete lanet olsun. Siktiğimin ülkesinde, renk ayırt etmeden el sıkmayı öğrensin herkes.

Futbol yüzünden kimseye nefret duymak istemediğim için, bir dönem futboldan uzak kalmayı tercih edeceğim. Kim kimi transfer ederse, kim ne bok yerse yesin.

4 kişi öldü bu yıl, 4. Gidin bunları, o insanların annelerine, sevgililerine, eşlerine, çocuklarına anlatın, bakın size ne yanıt verecekler.

Unutmadan, geçen hafta Şenol Güneş, "Şu anda çok büyük sorunlar var ülkemizde. Güneydoğu'daki ortamdan daha gergin bir durum söz konusu" dediğinde yerden yere vuranlar vardı. Şenol Hoca'yı bu yüzden çok seviyorum...

12 Mayıs 2012

Seni şampiyon olacaksın diye sevmedim









Sonuç her ne olursa olsun, siz şampiyon oldunuz zaten.

Kompradorlar, para babaları, şikeciler için düzenlenmiş 6 maçın ta amına koyayım.

8 Mayıs 2012

Gururu olmayanın, namusu da olmaz


Bu ülkede pek çok kez, mızrağın çuvala sığmadığı olaylarla karşılaştık. Hele hele son 11 yılda, neredeyse mızrakların tamamına yakını çuvala sığmadı, at götündeki kelebek gibi göze çarptı.

Toplumun adalete olan inancı her seferinde sarsıldı.

Deniz Feneri diye bir dava yaşadık. Almanya adli makamlarınca "Almanya tarihinin en büyük yolsuzluk davası" olarak adlandırılan Deniz Feneri e.V. Derneği'nin 41 milyon Euro'nun büyük bölümünün amacı dışında kullanıldığı, 17 milyon Euro'sunun Türkiye'ye gönderildiği ortaya çıktı.

Almanya,'da önce soruşturma başlatıldı, ardından da failleri mahkemeye çıkartarak yargıladı ve hapis cezaları verdi. Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi'nde görülen davanın savcısı Kerstin Lötz, "Davanın asıl failleri Türkiye'de" iddiasında bulundu.

Davanın Türkiye ayağının başlatılması için Almanya'daki mahkemeden davanın tüm belgeleri istendi. Bu belgelerin Türkçe'ye çevrilme süreci bile 1 yıl kadar sürdü. Bu 1 yıllık süre içinde derneğin Türkiye ile ilgisi olmadığı, Almanya'daki ve Türkiye'deki derneğin farklı dernekler olduğu, sadece isim benzerliği olduğunu, Başbakan Yardımcısı konumundaki zat yani Bülent Arınç defalarca televizyon ekranlarından söyledi.

Gel zaman, git zaman davanın Türkiye ayağında 3 yıl sonra hareketlenmeler yaşandı. Savcılar Nadi Türkaslan, Mehmet Tamöz ve Abdulvahap Yaren, iddianamelerini tamamladı ve operasyonlar başlatıldı. Operasyonlarda Zahid Akman ve Kanal 7 yöneticilerinin de olduğu 9 kişi tutuklandı.

Bir de baktık ki, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Deniz Feneri davasını örgütlü suç kapsamına alan üç savcıyı görevden aldı ve Sincan Savcılığı da, Nadi Türkaslan, Mehmet Tamöz ve Abdulvahap Yaren için 11 yıl hapis istemiyle iddianame hazırladı.

Hadise buraya kadar anlaşılmıştır umarım. Özet geçmeme karşın, Son 11 yıllık süreç içinde, Türkiye'de ucu iktidara dokunacak bir olayın üstü nasıl örtülmeye çalışıldı gayet açık ve net biçimde görülüyor.

3 Temmuz 2011 günü, Türkiye'de Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım'ın da içinde bulunduğu, futbol dünyasını sarsan bir soruşturma ile tanıştık.

Olayı bugüne kadar özetlemeyeceğim, zaten şu bloğu takip eden herkes gayet iyi biliyor neler yaşandığını. Sonuç itibariyle gördük ki, İbrahim Akın ve Serdar Kulbilge denen iki futbolcu arkadaş, bireysel olarak tek başlarına şike yapmışlar. Bazı yöneticiler ve menajerler de bireysel teşebbüste bulunmuş.

Bu iki dava arasındaki benzerliklere şöyle bir bakın.

Dünyanın her yerinde şike yapan takımlar düşürülürken, Türkiye'de eşi benzeri olmayacak biçimde kulüplere ceza verilmeden pislik temizlenmeye çalışıldı.

Türkiye'deki Deniz Feneri davasında nasıl savcılar hakkında bugün 11 yıl hapis isteniyorsa, şikeye bulaşmamış takımların üstüne de o pislik atılarak, adaletin işlemesini sağlayanlarla, adaleti kendilerine uydurmaya çalışanlar aynı sepette toplanmaya çalışılıyor.

Deniz Feneri'nin Türkiye ayağında, aralarında eski RTÜK Başkanı Akman'ın da olduğu 20 kişi hakkında "suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve örgüte üye olmak" suçlarından takipsizlik kararı verildi, suçlama "resmi belgede sahtecilik" olarak düzenlendi. Şike davasında ise şikenin sahaya yansımadığı gibi ancak götümüzle güleceğimiz bir suç unsuru bulunarak, şeref yoksunlarının kıçı kurtarılmaya çalışıldı.

Her iki davaya sahip çıkanların da, aynı yüzsüzlük, aynı omurgasızlık, aynı onursuzluk ve gurursuzlukla, kitlelerine sahip çıktığını görüyoruz.

Sonuç itibariyle, her iki davada da, kitleler dolandırıldı, insanlar aptal yerine ve ülkenin başında bulunan iktidar da, bunlara hem arka çıktı hem de sahiplendi. Üstüne, istedikleri gibi cezalar verilmesini sağladı. Yani cezalandırılmamalarını sağladı.

Başta dedik ya, mızrağın çuvala sığmadığı durumlar var diye, her iki olayda da o mızrak çuvala sığmadı. Bugün takımlarına aptal gibi sahip çıkanlar, eğer varsa vicdanlarında asla ve asla aklamayacaklar yapılanları.

Çok ilginçtir, kendisini 'Son Kale' olduğunu savunanlar ve bunun üstünden mağdur edebiyatı yapanlara sahip çıkanlar, suçladıkları siyasal iktidardan başkası değil.

Dolandırıcılık yapıp, yüzsüzce "temiziz" diyenlerle; maç satın alıp "temiziz" diyenler, birbirinden ayrı fikirlerde olduğunu düşünüyor ama aynı onursuzluğu sergiliyor.

Onur, gurur, edebiyatı yapıp, ahlak bekçiliğine soyunanların yüzsüz yüzsüz "Bu da geçer" demelerini bir noktaya kadar eğlenceli buluyorum ama belli bir yerden sonra mide bulandırmaya başlıyor.

Gerek siyasal iktidar, gerekse de, şike yaptığı kabak gibi ortada olmasına rağmen mazlumu oynayan güruh; ne kadar iğrenç olduğunuzu anlamak için aynaya bakmanız yeterli.

Üstünüzden asla atamayacağınız bir lekeyle yaşamak zorunda kalacaksınız. Ama pek çoğunuzun işkembesi alabildiğine geniş, bunu da sindirirsiniz kolaylıkla.

6 Mayıs 2012

4 Mayıs 2012

Biz de dişlerimizi sıkıyoruz











Samsun'da Ondokuz Mayıs Üniversitesi'nde bugün açılışa katılan Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç'ı protesto etmek isteyen öğrencilere önce özel güvenlik görevlileri, ardından da polis böyle saldırdı.

Toplumu dindar yapmak isteyenler, aslında kindar insanlar yarattıklarının farkında değiller.

Tıpkı kendi söyledikleri gibi, dişlerimizi sıkıyoruz, kimilerimiz sıkarken, kırıyoruz o dişleri. O günün geleceğini bekliyoruz. Sonsuza kadar iktidar kalamayacaklarının farkında bile değiller.

Üniversitelerdeki özel güvenlik terörü gerçekten fazlasıyla can sıkmaya başladı. Hiçbir yasal dayanağı olmayan, paralı köpeklerin öğrencilere, sanki can düşmanıymış gibi vurması, tokatlaması kabul edilebilir bir durum değil.

Hep söylüyorum, iyi ki şu dönemde öğrenci değilim. Bana şöyle bir tokat atacak, gece evine giderken; kolunu, bacağını kırmadan bırakmam, bir de kulağına fısıldarım "Okul hatırası" diye.

Üniversitelerimiz özgürleşti değil mi? Türban serbest bırakıldı ve özgür hale geldi. Öyle ya, bundan 10 yıl önce üniversitelerin özgürleşmesinin önündeki tek engeldi, şimdi kimse sesini çıkartmıyor.

Kendilerine yönelik tek bir olumsuz tepkiye bile tahammülleri yok. Öğrenci, işçi, memur, tiyatrocu v.s. v.s. Kendileri gibi düşünmeyen kimseyi etraflarında görmek istemiyorlar.

Dişlerimizi sıkıyoruz, kırılırcasına sıkıyoruz hem de. Kimse bunları unutmuyor, herkes alabildiğine kinini içinde biriktiriyor. Tokat atana, yanağımızı çevirmeyeceğiz, bundan emin olun.

3 Mayıs 2012

Kocaman yürek ve Şenol Güneş


Şenol Güneş'i kaç kez yazdım bilmiyorum. Bilen zaten biliyor, bilmeyene de not düşeyim; Türkiye'deki kirletilmiş futbol ortamında dürüstlüğüyle, onuruyla, duruşuyla adam gibi adamların başında gelir. Belki Galatasaraylılar kızıyor ya da kızacak ama Fatih Terim'le mukayese bile etmeyecek derecede de seviyorum.

Aykut Kocaman, pazar günü Beşiktaş maçı sonrasında yaptığı "Artık ülkenin spor kamuoyunun vicdanı olduğunu düşünüyorum. Adalet duygusu olduğunu düşünüyorum. Her takımın maçları izleniyor. Sonu hayırlısı olsun" açıklamasıyla Galatasaray'ın 4-2 kazandığı Trabzonspor maçını işaret etti. Ehh, sahadaki futbol yere göğe sığdırılamayan Kocaman yürekli arkadaşı tatmin etmiyordur.
Süper Final'de oynadığı 2-0 kazandığı Trabzonspor maçı dışında rakiplerini sonuç olarak yenmesine karşı, sahadaki futbola baktığımızda yetersiz bile denilmeyecek düzeyde kaldığı çok açık.

Dün Şenol Güneş'in, yaptığı açıklamalardan sonra Fenerbahçeli arkadaşlar, arşiv karıştırarak, kamuoyunda gördüğü saygıyı hak etmediğine yönelik zırvalarda bulunuyorlar.

Aykut Kocaman'la ilgili 2004-2005 sezonunda Fenerbahçe'nin (80), Trabzonspor (77) önünde 3, Galatasaray (76) önünde 4 puan farkla kazandığı şampiyonluğu deşmek lazım. Madem tarihten günümüze başlıklı sınıftayız, birkaç derse bakmak kimseyi rahatsız etmez sanırım.

2004-2005 Türkiye 1. Süper Ligi 23. haftasında Fenerbahçe, Malatyaspor deplasmanına çıkacaktır. Dönemin Malatyaspor teknik direktörü Aykut Kocaman ani bir kararla, İlyas Kahraman'ı kadro dışı bırakır. İşin ilginci İlyas takımın en etkili futbolcusudur ve o yıl kadro dışı bırakıldığı 3 hafta dışında tek bir maçı bile kaçırmamıştır.
Keza Bilal Kısa da, İlyas'la birlikte takımın en iyi ve en kaliteli futbolcularındandır. Bilal de, sezonun neredeyse tamamında ilk 11'de çıkarken, 23. haftadaki Fenerbahçe maçında, teknik direktör Aykut Kocaman'ın tasarrufuyla 88. dakikada oyuna dahil edilir.

Aykut Kocaman'ın, İlyas Kahraman'ı kadro dışı bıraktığı gün, Cemil Turan'dan Fenerbahçe altyapısından yetişmiş Serkan Özsoy'a bir telefon gelir. Cemil Turan, Malatya Finansbank şubesine 300 milyar lira gönderildiğini ve bu paranın arkadaşlar arasında pay edilmesini söyler ve ekler, "Eğer gerekirse 100 milyar daha gönderelim." Serkan Özsoy, bu paranın takım içinde pay edilmesini sağlar.

İşte, o kadar garip ki, bu telefon geldikten sonra da Aykut Kocaman ani bir kararla İlyas'ı kadro dışı bırakır.

Şimdi buraya kadar yazılanlara "Siktir lan, nereden biliyorsun? Götünden sallama" diyecek arkadaşlara, "Hooooop bir yavaş gel" şeklinde yanıt vermek istiyorum.

2004-2005 sezonunda Malatyaspor İdari Menajeri kimmiş bir bakıverin. Ben kendisini abim diye biliyorum ama emin olmak isterseniz siz yine de emin olmak için bakarsınız, sonra çemikirirsiniz.

Sadece tuttuğumuz takımlar üstünden birilerine sonuna kadar sahip çıkmak ve başkalarına da bok atmak genel bir refleks halini almış durumda. Adamın yöneticisi bok yer yine sahip çıkar, taraftarı sıçar ona sahip çıkar, başkanı siker ona da çıkar.
Yanlışın rengi yoktur, yanlış yanlıştır. Rengine sevdalandığım takımın yöneticisi bir bok yediyse, ilk ben sıçmalıyım ağzına ya da teknik direktörü bir yanlış yapmışsa "Hoooop hoca orada dur" demeyi bilmeliyiz.

Ama yok, öyle değil, Türkiye'de bu işler böyle yürümüyor. Biz sapına kadar sahip çıkarız, götümüzü sikseler gıkımızı çıkartmayız.

Şenol Güneş'e laf söyleyecek en son adam Aykut Kocaman'dır. Şenol Güneş'i şike yapmakla, takımını yatırmakla suçlayacak adamın alnını karışlarım. Şenol Güneş, bu ülkede futbolu çekilir kılan figürlerin başında gelir.
Ezbere kelimelerle konuşan adamların olduğu bu kirli dünyada, doğru bildiğini söyler, kimseden çekinmeden. Çünkü onun kirli bir geçmişi, utanılacak tarihi yoktur.

Sportif olarak başarılıdır veya başarısızdır, orasını tartışırsınız da, adamlığını ölçebilecek kimse yok bu ülkede.

Şenol Güneş'in teknik direktörlük yaptığı ülkede, Yıldırım Demirören'in Futbol Federasyonu başkanlığı yapması, egemenlerin istedikleri kararları alması, her zaman olduğu gibi pisliklerini, kokuşmuşluklarını örtbas etmeye çalışmaları, bir yöneticinin "Şike saha içinde sonuca yansımamışsa, saha dışında da sorun yoktur" diye yüzsüzce bunun kabul edilebilirliğini savunması, utançtır.

Ya Şenol Güneş bu kirli ortamda daha fazla kalmamalı ya da bi iğrenç tipler spatulayla kazınmalı.

Ama biz öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, Şenol Güneş gibi tertemiz adamlar futboldan soğutulur; Yıldırım Demirören, Nihat Özdemir, Aykut Kocaman gibi sinsiler, leş yiyiciler, emek hırsızları futbola hakim olur.

Aykut Kocaman, eğer zerre adamsa, gram insansa, pazar günü yaptığı açıklamalardan ötürü özür diler. Gayet iyi biliyoruz, böyle bir şey yapmayacak çünkü onun geçmişi de, tıpkı bugünü gibi kirli.

Bu iki ismi karşılaştırmak hata ama Aykut Kocaman, Şenol Güneş'in sıçtığı bokun içine girse arınır. Aralarındaki fark budur.

Umarım bu boktan ve kirli futbol ortamında Şenol Güneş hoca gibi insanlar çoğalır.

"Futbolu eskiden fakirler oynar, zenginler izlerdi; şimdi zenginler oynuyor, fakirler izliyor" diyebilecek kaç tane adam var bilmiyorum ama vuvuzelanın sadece boru olduğunu sananların olduğu yerde Şenol Güneş, söylediği kelamlarla o boruyu karşısındakinin götüne sokmayacak kadar da zariftir.

İyi ki varsın hocam, hep olursun umarım...

2 Mayıs 2012

Devleti için çalışanlar ve davalarından vazgeçenler



Bu milleti için, cinayet işledi.



Bu, devleti için kurşun sıkanlardan.



Bu, devletine büyük hizmet edenlerden.



Bunlar, ülkesi için adam astı.



Bunlar da devletin ve milletin menfaati için namus davalarından vazgeçti.

Hepsi göz yaşartıyor. Bu liste de uzayıp gidiyor.
Yedik, hepsini yedik. Devleti için, milleti için kurşun sıkıyorlar, adam öldürüyorlar, gencecik insanları asıyorlar, 'asla vazgeçmeyiz' dedikleri davalarından vazgeçiyorlar.

Hepsi çok seviyor vatanını, milletini, devletini, bayrağını, sporunu, futbolunu.

Memleketin sihirli kelimesi "Ülkem için yaptım." Destansı bir yanı da var, her yaptığının önüne bir perde çekiyor.

Nihat Özdemir'in bugün toplantıda yaptığı açıklamadan, aynen alınmıştır: "Eğer şike suçu, daha açık konuşmak gerekirse maç skorunu bağlama suçu sahadaki oyuncular tarafından yerine getirilmediyse, saha dışında da bir sorun yoktur."

Süreci gerçekten de iyi yürüttüler ve son darbeyi de "Vatan-millet-Sakarya"ya bağladılar.

Özür dileriz, memleketin menfaatleri için vazgeçtiniz 45 milyon Euro'dan. Yanlış anlamışız, yanlış değerlendirmişiz, hep bizim kötü niyetimizden kaynaklanıyor, sizin gibi düşünmeyen herkese de yazıklar olsun!

"Biz temiziz" diyen adam kim? Nihat Özdemir. Hakkındaki "suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve örgüte üye olmak", "ihaleye fesat karıştırmak", "görevi kötüye kullanmak", "rüşvet" ve "kamu kurumu aleyhine dolandırıcılık" gibi suçlamaların tamamından aklandı. Tıpkı Deniz Feneri sanıkları gibi suçsuz yani.

Buna inanan varsa, Pamuk Prenses saflığındaki beyninizi sikeyim...

'Sütü bozuk' pezevenkler



Bir iktidarın hemen her projesi, uygulaması, elini attığı her şey fiyasko ile sonuçlanır mı? Sonuçlanır.

Milli Eğitim ve Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın ortaklaşa uygulamaya koyduğu "Okul Sütü Projesi"nin daha ilk gününde, birçok ilde yüzlerce öğrenci zehirlendi. Şu olay, dünyanın herhangi başka bir yerinde olsa, bu iki bakan istifa eder, yapılan ihale iptal edilir, sütü bozuk çıkan firmalara ağır para cezaları verilir.

Tabii bizim ülkemizde onur kavramı pek kullanılan, ihtiyaç duyulan bir kavram olmadığı için istifa filan hak getire.

Peki bizde ne oluyor? Diyarbakır'da 110 öğrenci zehirleniyor, vali açıklama yapıyor: "Birkaç öğrenci zehirlendi diğer çocuklar da psikolojik olarak etkilendi" diye, olayın büyütülmemesi gerektiğini söylüyor.

Edirne Valisi "Aç karna içmiş olabilirler" diyor.

Çocuklar zehirlenmiş, bunlar 'psikolojik' diyor. Hepsini psikolojik olarak dürteceksin, kastıra kastıra, anlayacaklar psikolojik nasıl olurmuş.

Sözün özü, valiler olayı örtbas etmeye çalışıyor. Günümüzde valiler zaten, olabildiğince yalama, olumsuz da olsa her şeye alabildiğine sahiplenme gibi görevleri var. Gerçi kimisi, kamyon tepesine çıkıp, kömür de dağıtıyor.

Rezilliklerle dolu bir ülkede yaşıyoruz, elini attığın her şey elinde kalıyor, basit bir projeyi gerçekleştiremeyecek kadar beceriksiz adamlar tarafından yönetiliyoruz.

Daha ne bekliyoruz? Daha ne kadar sikileceğiz, daha ne kadar fakirleştirileceğiz, daha ne kadar ellerini cebimize sokmalarına, hayatlarımızı şekillendirmelerine göz yumacağız?

İki açıklamayla, gönülleri alırlar, kimse merak etmesin. 11 yıldır yapılan başka bir şey yok. Biri iyi polis, öteki kötü polis oynuyor, sonra olay kapanıyor.

Koskoca Deniz Feneri davasını; savcılara soruşturmalarla, el çektirmelerle, görev değişiklikleriyle kapattılar, bu okyanusta kum tanesi olur ancak.

Sütler bozuk mu, bayat mı bilemem ama bizi yönetenlerin tamamının sütünün bozuk olduğu apaçık ortada.

1 Mayıs 2012

1 Mayıs