11 Ekim 2009

Maradona'ya 2. Tanrı kıyağı



Maradona'ya Tanrı'nın ikinci lütfû yaşandı bu gece. Tanrı bu kez Palermo aracılığı ile devreye girdi.

Her şeyin bittiği anda sahneye Palermo çıktı. Maradona'yı zor bir 90 dakika bekliyor Uruguay'da. Şurası kesin ki, bu Arjantin Dünya Kupası'na gitse bile fazla umut yok. Bir devrim de onlara gerekli...











Artık sistem yaratılmalı...


Sorun 2010 Dünya Kupası'na gidip gitmemek değil, sorun bir mantalite meselesi tamamen. 2010 şansın silinip gitmiş, mucizelere bağlı ama esasen mucize işin hikâyesi. Belçika deplasmanına Yusuf Şimşek ve Ceyhun Eriş'le gidiyoruz.

Her ikisi de, neredeyse futbolculuk kariyerlerinin sonuna gelmiş iki adam Milli Takım'da.

Kariyer demişken, hatırlatmadan olmaz. Ankaragücü'nde başlayıp Milli Takım'a uzanan yolda, Hagi ve Cech'dir iki nirengi noktası. Her iki ismin de, Fatih Terim'in, Fatih Terim olmasında payı büyüktür.

Biri kendi ismini yeniden var etmek için son şansını iyi kullanıp, Galatasaray'ı UEFA şampiyonluğuna kadar taşıdı. Bunda kendi dışında başka isimlerin de imzası vardır ama bugün herkes şunu gayet iyi biliyor ki, Hagi olmasaydı o şampiyonluk gelmezdi.

Bir diğer isim de, Petr Cech. Elinden kayıp giden o topla Fatih Terim'e hayatının en büyük ikinci şansını verdi. Cech o topu elinden kaçırmasaydı, Fatih Terim'in kariyeri üç aşağı-beş yukarı sona ermek üzereydi. Ama şans bazen en büyük belirleyici olur yaşamda.

Terim'in her iki Galatasaray döneminde bizzat kendi istediği oyuncuları hatırlıyorum. Capone, Bruno, Marcio, Ali Lukunku, Felipe, Bratu, Tamas, Petre, Mohamed Sarr, Fabio Pinto, Christian... Şu kadar adam içinde Galatasaray'a faydası olmuş Bir Capone'yi hatırlarım, gerisi yalandır.

Oyuncu tercihi konusunda ezelden beri yanlışı vardır. Milan'a gidip, Batista'yı aldırmaya çalışan, Kutuzov'u aldıran bir isimden söz ediyoruz. Bir futbol adamı eğer tüm tercihlerinde yanılıyorsa, orada bir hata var demektir zaten.

Kişilik yapısından söz etmeyeceğim bile. Futbol tarihimizin utançlarından birinde en büyük imza kendisine aittir, o meşhur İsviçre maçıyla. Bugün halen Yüce Divan'da yargılanan, arkasında yüzlerce faili meçhul olan Mehmet Ağar'ın Galatasaray soyunma odasından çıkmadığı günler, kendi açımdan bir başka utançtır.

Başa dönelim, Belçika maçına çıkıyorsun, yıllar önce Galatasaray'ın altyapısından çıkmış ve kendi isteğinle gönderdiğin Ceyhun Eriş'i, milli takıma kurtarıcı olarak ilk 11'de başlatıyorsun. Sonra Yusuf'u oyuna alıyorsun, bir umutla. 1 yıldan bu yana tek maçta yıldızı parlamamış Nihat yine ilk 11'inde.

Mezarcı zihniyeti tam. İleriye yönelik ne bir adım var, ne bir ışık. İsteyen Belçika'ya baksın, kimler oynamış. Olimpiyatlarda yarı final oynamış gençlerle çıkıyor sahaya. Advocaat alt metinde diyor ki; "Ben 2012 iskeletimi kuruyorum."

Bizimki ne diyor alt ve üst metinde "Güvendiğim oyuncudan vazgeçmem. Günü kurtarmak için her yolu denerim."

Terim bir dönemin sonuna gelmiştir, aynı şekilde Mustafa Denizli de. Futbol başka türlü oynanmaya başlandı. Bu oyunda; kaprislerin, inatların, "Ben yaptım oldu" demenin yeri yok artık.

Bugün hangi mesleği yapıyor olmanız önemli değil ancak kendinizi geliştiremiyorsanız, yaptığınız işte ilerlemeniz, var olmanızın imkânı yok. Şans, talih her zaman gülmüyor insana çünkü.

Milli Takım bundan sonra gelecek isim her kimse, ülke karakterini bir kenara bırakıp, gelen adamı daha birkaç maçta yemeye çalışmadan, yerin dibine sokmadan, "Go home" demeden kabullenebilecek bir isim bulmalı.

İsteyen İngiltere örneğine bakıversin, koskoca bir başarısızlık dönemini arkada bırakmak için İtalyan'ın birini getirdiler milli takımın başına. Ayda 256 bin TL vereceklerse, emin olsunlar Fatih Terim'den daha uygun bir ismi getirirler. Hem 5 maça bir tribünde oturmayacak biri de olur.

Türk futbolunun artık bir devrim yaşaması şart. "Arda olmazsa ne yaparız", "Aurelio'suz olmuyor", "Servet cezalıydı ondan kaybettik" sözlerini duymak, can sıkıyor. Sürekli mazeretler üretip, yarattığın mazeretlerle koskoca bir yalan balonu yaratmak daha da can sıkıcı.

Kaosla örülü bir futbol değil, sistemle donatılmış, isimlerin önemsizliğini her maç gözümüzün içine sokacak bir devrim yaşamamız gerekiyor. Bu devrimi yaşarken, milli takıma "Galatasaray'dan, Fenerbahçe'den, Beşiktaş'tan belirli sayılarda futbolcu alalım da dengeleri gözetelim" anlayışını terk edelim mümkünse.

İsmail Köybaşı'yı Beşiktaş'a geldiğinde değil, Gaziantep'teyken milli takıma alacak bir hoca bulalım. Nuri Şahin'i birkaç kez Milli Takım'a alıp, sonra bir kenara bırakmayalım.

Bu Milli Takımı 15 yıldan bu yana, çeşitli sebeplerle kendi halkından soğutanlar her şeyden önce, Milli Takımı ile halkını barıştırmalı. Ama hamasetle, göz boyamayla değil.

Milli Takım'ın başında bir spor adamı istiyorum özetle. Mafyatik ilişkilerden uzak, her önüne geleni azarlamayan, örnek olacak adam gibi bir adam istiyorum.

Göbekten futbola bağlı!


Bu göbekle nasıl futbol oynadığına halen anlam verebilmiş değilim...

Corinthians'ın, Gremio'yu 2-1 yendiği maçta ilk golü de bu göbekli adam attı. Dehşet içindeyim. Ve Brezilya'dan neden futbolcu alınmaz, benim adıma kanıtıdır da.