26 Aralık 2011

Serpiştirilmiş mesaj mı, duruş mu ya da ne boksa...


Behzat Ç'ye ilişkin çok şey yazıldı, çizildi. Sanırım üstünde en fazla durulan konu, bir polisin, belli çevrelerce çok sevilmesi ve bir polisten kahraman olup olmayacağı. Hadisenin bu noktasına girmeyeceğim, velakin bir noktadan sonra kendi içinde açmazları ve çıkmazları olan, ayrıca da herkesin baktığı pencereden farklı görünebilir.

Tüm bu tartışmalar dışında asıl takıldığım konu, geçen haftaki bölümde, konu alınan kayıp anneleri oldu. Dizinin başından beri kimi zaman gecekondu yıkımlarına, sokak çocuklarına kimi zamansa sıcak gündeme dokundurmalar yapması hepimizin hoşuna gitti. Bugüne dek, çok fazla rastladığımız karşı duruşlardan değildi çünkü.

Benim itirazım da tam bu noktada başlıyor. Direkt söyleyeceğim, bu tavırlar bana samimi gelmiyor. 80 dakikalık dizinin içine iliştirilmiş, birkaç dakikalık görüntüler, konuyu sadece değinme noktasıyla bitiriyor.

Bu tip durumlarda, kendi reflekslerimi harekete geçiririm ve "Ben olsam ne yapardım?" sorusunu sorarım. Eklemek gerekir ki, herkesin aynı şeyi düşünmesini de beklemiyorum.

Dizinin kısa sürede fenomen haline geldiğini söylemek yanlış olmaz. Dizi kısa sürede, büyük kitlelere ulaşınca filmi yapıldı mı? Yapıldı.

Açık açık konuşalım, filmin yapılma amacı, televizyonda görülen ilginin, sinemada banknota çevrilmesinden başka bir şey değildir. Televizyondan, sinemaya her geçişin amacı ne yazık ki bu oluyor.

Tam bu noktada, biraz önce yazdığım samimiyetsizlik olgusu devreye giriyor. Karşı duruşu olup aynı zamanda da sinemayla ilişkisi olan insanların, böylesi bir film çekmesini beklerim çünkü.

Dedim ya, "Ben olsam ne yapardım?" diye, işte ben olsaydım, yapacağım şey, bu ülkede acısı hiç bitmemiş, onlarca olayı projeksiyon aletine yansıtmak olurdu. İyi niyetli çabalara rağmen, bu ülkede gelişmiş bir siyasi-politik sinema yok. Üstelik sayısını hatırlayamayacağımız kadar kanlı olaylar, büyük acılar yaşınmasına rağmen.

Samimiyetsiz gelmesinin sebebinin çıkış noktası tamamen bu sebeptir. Televizyonda bok gibi para kazanıyorsun, bunu sinemaya harcarken, "1 koyar 3 alırım" düşüncesini hissettirmeye başladığın an, bazı şeyler sorgulanabilir hale geliyor.

Behzat Ç. ekibi Kahramanmaş'ta annesinin karnında öldürülen bebeği, 12 Eylül'de ülkenin pek çok cezaevinde işkencehanelerden geçirilmiş insanları, Sivas'ta yakılan aydınları, Bahçelievler katliamını, faili meçhul kalmış onlarca cinayeti v.s. v.s. konu alan bir filmi beyaz perdeye aktarmak, şu yapılan iki üç dakikalık görüntülerden daha farklı anlamda olacaktır.

Tabii şunu da söylemek mümkün, "Birader, hiç konu almasalar, hiç değenmeseler daha mı iyi?"
Elbette iyi değil ama şu an yapılan da öyle büyük övgülere mazhar olamaz. Eğer gerçekten bir şey yapılmak isteniyorsa, bir dizi içine serpiştirilmiş mesajlar yerine, başıyla-sonuyla bir olayı adamakıllı aksettirmek çok daha samimi ve ayrıca konuyu bilmeyen onbinlerce insanı aydınlatmak olacaktır.

Umarım, halkın üstünden deveyi hamuduyla götürenler, halka doğru düzgün karşılık verebilirler.

Başıma bir şey gelmeyecekse altın vuruş yapayım; iyiden iyiye bu konuların sömürüldüğünü ve üstünden para kazanıldığı hissine kapılıyorum.

Eklemeden geçemeyeceğim; zaten yapılması gerekenlerin, övgü almasına alıştırılmamıztır asıl ayıp olan. Bu ülkede yaşayıp da, bunlara gözünü kapatan, kulaklarını tıkayanlar zaten insan olamaz.

Not: İzlediğim tek dizi olduğunu da belirteyim.