11 Ocak 2010

Sirk terbiyesizleri!!!


Fotoğraf Çin'den. Bir sirk terbiyesizi (tashih yapmadım) bu arkadaş. Küçükken hemen hepimiz çok severdik muhtemelen sirk gösterilerinde bu güzelim hayvancıkların hoplayıp, zıplamalarını; doğaları dışında hareketler yapmalarını v.s. v.s.

Haliyle insan sonra sonra fark ediyor aslında olup biteni. Türkiye'de öyle yerleşik bir sirk kültürü yoktur. Ama son yıllarda yurtdışından çok sayıda sirk gelmeye başladı. Bu sirklerin ortak özelliklerinin başında da, özellikle hayvan sirki olması.

Ne yazık ki, bu hayvanların hepsi büyük işkencelerden geçerek, öğreniyorlar (!) bu doğaları dışındaki hareketleri. Ufacık kafeslerde aç bırakılarak (ödül verme diyorlar bunun adına) sonsuz bir biçimde itaat etmeyi öğreniyorlar. Tıpkı bu fotoğraftaki Kaplanlar gibi.

Olabildiğince uzak durmak gerekiyor bu tip sirklerden, gitmemek ve bu insanlara para kazandırmamak lazım. Yoksa her kuruşumuz, bu güzelim canlılara eziyet olarak geri dönüyor.

Burcu Esmersoy bir gelenek mi? -fotoğrafsız-

En başından belirteyim. Devamlı takip eden bilir. Lafımı, sözümü sakınmam. Öyle dansöz gibi kıvırarak ne konuştum, ne yazdım. O yüzden kimseye dokundurma yapmak için söylemediğimi en baştan belirtiyorum.

Bu spor bloglarında bir Burcu Esmersoy çılgınlığı var. Neredeyse her hafta bir kişi bu hatunu yazıyor (Şimdi biri çıkıp dese ki "Eeee, sen ne yapıyorsun?" diye, şapa otururum, sormayın mümkünse).

Hakikaten samimi bir biçimde belirteyim ki, aynı bina içinde çalışmış olmama ve çok yakından defalarca görmeme karşın bir kadın olarak hiç çekici bulmadım. Haliyle güzellik görece kavramdır, herkese göre değişir.

Mesleki anlamda da öyle süper parlak biri olduğunu da düşünmüyorum. Hatta bu mesleği bir geçiş olarak kullandığını düşünüyorum (Belki de öyle değildir, tamamen his durumu).

Bu talebin mantığını kavramaya çalışıyorum ısrarla bir biçimde. Amacım, sevenlerini kızdırmak ya da yazanları eleştirmek değil. Bir çılgınlık boyutunda ilerliyor bu hadise, sadece anlamaya çalışıyorum o kadar.

Ali Taran'dan izlenebilir filmlere


Garip insan modelleri vardır yaşamda. Eline attığı her şeyde, bir sihir olmasını bekler. Kendisini bir nevi peygamber görür. Her konuda "Ben yaptım" demeyi sever.

Bugün fark ettim ki, Ali Taran da, onlardan biriymiş. Türkiye'nin en ünlü reklamcılarından biri. Siyasetçilerin reklamcılığını bile yapıyor.

Neyse sorun bu değil. "Her işi yaparım" modeli olan bu arkadaş, 'No Ofsayt' isimli bir film yaptı. Filmi izlemediğim için iyi ya da kötü (Bir an içimden menfi ya da müsbet demek geçti. O an korktum kendimden) bir şey söyleyemiyorum. Ancak birtakım Türk filmlerinin gişe başarısından sonra önüne gelenin sinema sektörüne girip, abuk sabuk komedi filmleri çekmesine de çok sıcak bakamıyorum.

Zaten bu yüzdendir ki, Ali Taran gişede maymuna dönünce, "Bundan böyle sinemayla hiçbir işim olmaz. Ancak yer gösterici olurum. Sinemadan nefret ediyorum" gibi anlamsız bir açıklama yapmış.

Zorla mı soktular birader? Paranın kokusunu aldın, "Bir film patlatırım, bu sığır seyirci de doldurur salonu, ben de cebimi doldururum." diye düşünmedin değil mi?

Film, gişe yapsa sinemaya bayılırdın, hatta en büyük aşkın olurdu. Sinemasız bir günün bile geçmezdi değil mi? Samimiyetsiz insanlar topluluğundan oluşuyoruz.

Bu arada 10 günden bu yana epey film izledim. Bazı bloglardaki gibi dizi ve film eleştirisi içine girecek değilim. Eleştirmenlik yapacak kalibrede hissetmiyorum kendimi. Ama "İzledim, siz de izlerseniz pişman olmazsınız" diyeceğim birkaç film olacak. İzledikten sonra pişman olursanız söz veriyorum, buradan özür dileyeceğim, herkesin huzurunda. Koala sözü...

The Invention of Lying: Son zamanlarda izlediğim en eğlenceli filmlerden biriydi. Bazı sahnelerinde yarıldım diyebilirim. Mutlaka ama mutlaka izleyin. Sadece Ricky Gervais'in performansı için bile izlenebilir. Ayrıca Jennifer Garner süper sevimli bir hatun.

Invictus: Clint Eastwood'un yönetmenlik koltuğuna oturduğu şahane bir film. Mandela'nın devlet başkanlığına gelmesinin ardından, yıllarca halkını ezmiş ve sömürmüş beyazlarla nasıl bir kaynaşma yolu bulduğunu izliyorsunuz.

Gerçekten bir lider olarak müthiş bir zekâ örneği göstererek, beyazlar ve siyahların birarada yaşayabileceğini gösteriyor. Matt Damon ve Morgan Freeman izlenir.

Spor-Sen kuruldu


Türkiye'ne sporun en büyük sorunlarından biri olan sendikalaşmada ilk adım atıldı.

Teknik direktör, futbolcu, malzemeci ve temizlik işçisi olarak spora hizmet veren 7 kişi Spor Emekçileri Sendikası'nı (Spor-Sen) kurdu.

Sendikanın kurucusu eski futbolcu Metin Kurt. Kurt, sporda çeşitli kademelerde görev yapan arkadaşlarıyla 12 Eylül öncesinde Amatör Sporcular Derneği olarak başlattıkları örgütlenme çalışmasının müdahaleyle birlikte sonlandırıldığını söyledi.

METİN KURT'UN AÇIKLAMASINDAN SATIR BAŞLARI

Günümüzde spor bir oyun, sporcular da bir oyuncu değil. Spordaki hakim anlayış sporu metalaştırıp sporcuyu spor işçisi durumuna getirdi

Sporda da bir demokrasi mücadelesi verilmesi gerekiyor. Çünkü sporcu-yönetici ilişkisi köle-efendi biçiminde gerçekleşiyor.

Örgütlenme alanında çeşitli kademe ve branşlarda spor yapan ya da hizmet veren en az 500 bin kişi var.

Sporcunun amatörü ve profesyoneli var ama ikisi de aynı işi yapıyor. Profesyonelle aynı işi yapan amatörlerin bazı haklardan yoksun bırakılması Anayasa’nın ’eşit işe eşit ücret’ ilkesine karşısında büyük haksızlık.

Birinci amatör kümede bir sporcunun en azından asgari ücret alması gerekmektedir. Yöneticiler de zaten bu sözü vermekte ama bunun gereğini yapmaktan kaçınmaktalar.

Sendikamızın tabanı vardır. Tabanı, 12 Eylül’de kapatılan Amatör Sporcular Derneği’dir. Aynı kadro yola yeniden çıkmıştır. Kitle örgütleri ve özellikle DİSK, Spor-Sen’in yanındadır.