9 Aralık 2010

Vicdanınızı, olmayan insanlığınızı ve zihniyetinizi sikeyim


İşte siz bu kadar orospu çocuğusunuz. Üstüne yazılabilecek yüzlerce kelime, yüzlerce cümle var ama bu orospu çocuklarının ruh dünyalarını başka türlü adlandıramıyorum.

Lafa gelince hepsi Müslüman, hepsi iyilikten yana, hepsi birer sevgi çiçeği. Ama işte doğmamış bir bebeğin ölümünü böylesine iğrenç bir mantıkla sunuyorlar.

İçlerinde bitip tükenmek bilmeyen bir nefret var. Oysa her türlü imkân bugün ellerinde. İnsanları hedef göstererek öldürülmelerine neden olurlar ama ülkenin Başbakanı 'malum medya' diyerek başkalarını suçlar, bir genç kızın bebeğinin polis tekmesiyle ölümü böylesi iğrenç biçimlerde karikatür malzemesi yapılır ama ülkenin başbakanı kendisine yöneltilen en ufak eleştirilere bile aslan kesilirken, bu iğrençlikler karşısında suspus olur.

Aynı zihniyetin çocuğu bunlar. Biri açıkça dillendiremiyor, diğeri ise onun söyleyemediklerini dile getiriyor.

Hepinizin zihniyetini, olmayan vicdanlarınızı, benliğinize uğramamış insanlığınızı sikeyim hepinizin.

Biri 'seviye' mi dedi?


Kendisi öğrenci eylemlerini 'seviyesiz' buldu ve öğrencileri de 'illegal' ilan etti.

Şimdi seviye çetelesine bir bakalım, neler var, neler yok:

- Ben ülkemi pazarlamakla mükellefim.

- Ananı da al git!

- Askerlik yan gelip yatma yeri değildir.

- Ben çevrecinin daniskasıyım. Asıl çevreci benim.

- Ata'ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok.

- Dur dinle be. Dur dinle. 9 ay 10 gün bee.

- Maaşım yetmediği için ticaret yapıyorum.

- Lan bana anayasayı öğretme! Terbiyesizlik yapma!

- Anayasayı sarhoşlar hazırladı. Kaptıkaçtı maptıkaçtı.

- Benim ülkemde bu özgürlük yok. O nedenle çocuklarım ABD'de okuyor.

- Gözünüzü toprak doyursun.


Seviye öğreneceğimiz kişileri dikkatle seçmek gerekir. Sonra şiraze kayıyor. İşçisine, çiftçisine, yurttaşına ağzına geleni söyleyen birinden seviye öğrenmeye ihtiyaç yok.

Dikensiz gül bahçesinde dikenler boy vermeye başladı, iktidarı bir telaş aldı. İlk suçlama illegallik. 50 yıldan beri duyuyoruz, demek ki hâlâ tutuyor.

Paçalar tutuşmuş, birileri rahatsız olmuş. Birilerinin tekeri dönüyordu kendi ekseni etrafında ve yakınlarının yakınında ama çomak sokarlar diye panik başladı.

Sonsuz ve mutlak bir iktidar isteği, teslim olmuş bir halkla birleşince bir gün hesap verebilme ihtimalini akıllara bile getirmiyordu.

Artık ağır ağır o duygu su yüzüne çıkmaya başladı. Tüm korku, endişe ve panik bundan kaynaklanıyor.

Umuda dönüşmeyi bekleyen umutsuzluk çığlığı


Cumartesi günü öğrenci eylemi ve öğrencilerin yedikleri dayaklar ile dün Mülkiye'de yaşanan öğrenci protestolarından sonra kıvılcımlanan öğrenci eylemleri köşe yazarlarının öznesi haline geliverdi.

Bugüne kadar kimsenin dönüp, arkasına bile bakmadığı bu genç insanların sokaklara çıkması, okullarda siyasileri protesto etmesi kimi hastalıklı beyinler tarafından 'patalojik' kimi satılık kalemler tarafındansa "adrenalin tutkunu" noktasına getirildi.

İşin ilginç yanı köşelerinde kapışan, sanki farklı şeyler söylüyormuş gibi davranan isimlerden Mümtaz'er Türköne, öğrencilerin eylemlerini ve söylemlerini 30-40 yıl öncesine ait olmakla suçluyor, onun karşısında öğrencilerden yana tavır almış gibi duruş göstermeye çabalayan Cüneyt Özdemir de, bu eylemlerin demode olduğunu söylüyor. Yani aslında bok ve kaka arasında gel-gitler yaşıyor her iki isim de.

Eyüp Can'ın yazısını okudum az önce ve o da, öğrenci eylemlerini "adrenalin bağımlılığı" şeklinde yuvarlamış. Franklin McCain'den alıntılarak savını doğrulamaya çalışırken, alt metinde bu eylemlerin aslında doğru olmadığını olumlama çabasında. Bir gün önce şu an çoktan istifa etmesi gereken Hüseyin Çapkın'a ince ince methiyeler düzen Eyüp Can, öğrencilerin şiddetten yana tavır almasını eleştiriyor.

Peki bu öğrencileri bu kadar öfkelendiren, yeniden eylem sahnesine çeken şey, bu ucuz hikâyelerle açıklanabilir mi? Resmi kayıtlara göre 3 milyon 300 bin, gayri resmi rakamlara göre 10 milyona yaklaşan işsiz sayısı bu gençleri umutsuzluğa sürüklemiyor mu?

Ekonomik olarak harika yönetildiği söylenen bir ülkenin başbakanı "Her üniversite mezunu iş bulmak zorunda değil" diye, üniversitede açıklama yaparken, bu genç insanları 'patolojik' olarak değerlendirmek ne kadar sağlıklı?

Geleceklerinden endişeli üniversite gençliği; bu ülkede yapılan sınavlarda dönen üçkâğıtların hesabını sormaktadır aslında.

Geleceklerinden endişeli üniversite gençliği; kendilerine yutturulmaya çalışılan refah, ferah, ekonomisi güçlü Türkiye yalanlarının hesabını sormaktadır aslında.

Geleceklerinden endişeli üniversite gençliği; özelleştirme adıyla yağmalatılan devlet kurumlarının hesabını sormaktadır aslında.

Geleceklerinden endişeli üniversite gençliği; vergilerle gırtlağına basılan anne-babasının hesabını sormaktadır aslında.

Geleceklerinden endişeli üniversite gençliği; mezun olduktan sonra birkaç şanslı arkadaşı dışında kendisini bekleyen işsizliğin hesabını sormaktadır aslında.

Geleceklerinden endişeli üniversite gençliği; her yandan bastırılmış, sıkıştırılmışlığın verdiği isyanla hesap sormaktadır aslında.

Geleceklerinden endişeli üniversite gençliği; bu ülkedeki haksız gözaltıların, tutuklamaların hesabını sormaktadır aslında.

Geleceklerinden endişeli üniversite gençliği; ülkenin büyük bölümü açlığı ve yoksulluğa mahkûm edilirken, birdenbire peydah olan zenginliğin hesabını sormaktadır aslında.

Yani sözün özü, üniversite gençliğinin bu eylemleri umuda dönüşmesini bekledikleri bir umutsuzluk çığlığıdır.

Bu genç insanlara, 'patolojik' değerlendirmesi yapmak sanırım Mümtaz'er Türköne'nin patolojik bir vaka olduğunun açık kanıtıdır.

'Patolojik' yani hastalıklı olmak durumu, bugün süregelen sistemin devamını isteyenlerin durumunu en iyi şekilde özetliyor.

"Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir" sözünün yaratıcısı bir adamın sağlıklı olmasını beklemek de bizim açımızdan 'patolojik' bir durum oluşturuyor.

Bu çığlığı medya plazalarında binlerce dolar maaş alan, Nişantaşı-İstinye Park arasında mekik dokuyan birkaç gazetecinin anlayabilmesi mümkün değil.

Plaza camlarının ardından her şey başka görünüyor insana. Oysa sokağın dili ve pratiği bu ülkede umutsuzluğun kanser gibi yayıldığını gösteriyor.