18 Kasım 2011

Özgürlük ve adaletin olmadığı yerde barış da olmaz

Ülke derin bir 'faşizm' gitgeli yaşıyor. Hem de özgürlük çığlıklarının atıldığı bir dönemde.

Üniversiteli iki genç, parasız eğitim talebinde bulunduğu için Berna ve Ferhat 19 ay boyunca cezaevine mahkûm ediliyor.

Sadece poşu taktığı için Cihan Kırmızıgül isimli bir üniversite öğrencisi 21 aydır cezaevinde.

Grup Yorum'un 1989 yılında çıkarttığı 'Gün Gelir/Cemo' albümüne ismini veren Cemo şarkısı, "Terör örgütünün faaliyetleri çerçevesinde suç işlemeye alenen teşvik eden, işlenmiş olan suçları ve suçluları öven nitelikte" bulunduğu gerekcesiyle suç unsuru sayılıyor.

Artvin'de protesto hakkını kullanan insanlar Hopa soruşturması adı altında toplanıyor ve 28 kişi hakkında 'THKP-C Devrimci Yol Devrimci Gençlik' dava açılıyor.
Üstelik bu davada, Lenin'in, Engels'in, Halit Çelenk'in, Stalin'in, Marx'ın kitapları 'yasaklı' sayılıyor.
Yine aynı davanın iddianamesinde sapı kırılmış, "Ankara Tabipler Odası Hekime Yönelik Şiddete Hayır" yazısı bulunan bir şemsiye, sarı-kırmızı-siyah renkli sopasız flama ve ÖDP yazılı flama da, suç eşyası sayılıyor.

KCK, Ergenekon, Devrimci Karargah ve sonu gelmeyen davalar. İnsanlar savunmalarını vermek için 3.5 yıl bekliyor bu davalarda.

Kitapların, şarkıların, bayrakların, flamaların suç olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Elinizi vicdanınıza koyarak, söyleyin bu ülkede özgürlük var mı?

Ama o özgürlüğün konusunda da, Başbakan ne diyor; "İstediğiniz kadar medyanın mensubu olun, özgürlüklerin de bir sınırı vardır. 25 kuruşa simit yok."

Bu cümleden ne anlıyoruz? 'Özgürlüğün sınırını da biz belirleriz.'

Bu kendi belirleme işinin yansımasını Abbas Güçlü'nün Genç Bakış programında izledik. Hemen öncesinde şunu hatırlatmakta fayda var. Abbas Güçlü ÖSYM skandallarını sürekli sayfasına taşıdığı günlerde Tayyip Bey ne söylemişti: "Diyorum ya görevlendirme var. Görevlendirenler de belli. Ben o kişinin sürekli bu işin üzerindeki kampanyasını ben söylüyorum. Delil belge falan değil. Sürekli mensubu olduğu yayın organının televizyonunda, köşesinde bu işi tahrik etti. Bunlar mahşeri vicdanda mahkum olacaklar. Gelecekte bedelini çok ağır ödeyecekler tabii."

Bu hatırlatmadan sonra Tayyip Bey'in bugün yaptığı açıklamayı da hatırlatalım; "Medya artık, emirle direktifle manşet atamıyor."

Abbas Güçlü'nün Genç Bakış programında ne olduğu ortaya çıktı? Bedelli askerlik konusunu 'iki karşıt grup' tartıştı. Ama baktık ki, karşıt grup dediğimiz 6 kişinin tamamı da Akp'li çıktı.

Şimdi toparlamak gerekirse, süreç bizi nereye getirdi? Süreç özgürlüklerin sınırlarını kendilerinin belirlediği, iki karşıt fikri bile kendilerinin tartıştığı, muhalefet yapılacaksa o muhalefeti de 'biz yaparız' mantığıyla, işi yalan dolana götüren koskoca bir terbiyesizlik tablosuyla karşı karşıyayız.

Daha önce de yazmıştım, her şeyi ele geçirme isteklerinden asla vazgeçmiyorlar. Şimdi bok atan çıkar mutlaka ama Milli Takım teknik direktörü bile direktifle belirlenmiştir. Spor Bakanı denen robotik cihaz "Gönlüm yerli adamdan yana" dedi ve apar topar Abdullah Avcı göreve getirildi. Şimdi 'hasiktir lan' diyeceksiniz de, Abdullah Avcı'nın milli takımın başına getirileceğini 3 yıldan bu yana söylüyorum. İki seçenek vardı önlerinde biri Ertuğrul Sağlam, diğeri de Abdullah Avcı'ydı. Sağlam biraz daha yıpranmış bir isimdi, o yüzden cepteki diğer isme yöneldiler.

Başa geçelim. Artık dinlediğimiz şarkılar, türküler; okuduğumuz kitaplar; taşıdığımız flamalar, bayraklar yasaklı durumda. Cezaevlerinde siyasi tutukluların sayısı her geçen gün artıyor ve üstelik hiçbiri hüküm giymeden tecrit koşullarında yargılanıyorlar.
Üniversiteli muhalif gençler, talepleri yüzünden, boyunlarında taşıdıkları poşular yüzünden cezaevlerinde çürütülüyor. Gazeteciler, yayınlamadıkları kitaplara, telefon görüşmelerine istinaden yine hücrelere atılıyor.

Biz şimdi bu tabloya bakarak, bu ülkede 'özgürlükler var' nasıl deriz?

Evet adalet var. Adalet artık kadın katillerinin daha az yargılanması için var.
Halktan para toplayarak, kurdukları boktan derneklerde o paraları iç edenler için var.
Haklarında adi suçtan yargılama kararı olmasına karşın, dokunulmazlık zırhına bürünenler için var.

Dünyanın afilli, fiyakalı yaldızlı kâğıtlar içine sararak, bize sunduğu Türkiye'nin adalet terazisi artık işlemiyor.

Şarkılar tehlikeli, kitaplar yasaklı, talepler suç unsuru. Meclis'te timsah gözyaşları dökerek, eleştirdikleri 12 Eylül'den tek farkımız askeri bir yönetim olmaması.

Faşizm sadece öldürmez. Faşizm aynı zamanda zalimin hakimiyetidir. Türkiye faşistlerin hakimiyetindedir, kimse kendini kandırmasın.

Bu yazıyı yazarken, Cemo dinledim, poşumu boynuma bağladım ve gözüm kitaplıkta Lenin'in 'Sosyalizm ve savaş' kitabına ilişti.

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın dediği gibi "Zulmü her kabul ediş daha büyüğünü doğurur."

Kedisini kaybeden bir kişiden...


Az sonra öleceğim.
Son bir kez daha bak gözlerime.
Boşluğa diktiğime bakma, görür seni gözlerim.
Az sonra öleceğim.
Son bir kez daha gözgöze gel benle,
Son bir kez bakışlarımızla konuşalım.
Az sonra...
Çok uzaklara bakarmışçasına bir noktada takılıp kalacak yeşil gözlerim.
Sen en çok gözlerimi, bakışımı severdin, biliyorum.
Bir de asilliğimi...
Bir de sakinliğimi...
Şimdi daha da sakinleştim, değil mi?
Zaten üzdüm, bir de yormak istemem seni.
Az kaldı, birazdan öleceğim.
Ne telaşım kalacak ne ortada dolanan ilaçlarım.
Sahi, bu ilaç lekeleri çıkar mı bu bebekli battaniyeden?
Son bir kez gözgöze gel benimle.
Az sonra öleceğim.
Son bir kez kucakla beni,
Sıcaklığını özleyeceğim.
Ama en çok sen özleyeceksin beni okşamayı, biliyorum.
Kadife başımı öpmeyi özleyeceksin, koklamayı...
Patilerimi göğsüne dayayıp oturduğum anları hiç unutma.
Unutma o anki mırıltılarımı, mutluluğumu,
Mutluluğumuzu...

İstersen son bir defa okşa tüylerimi,
Son bir defa tüylerimin rengini kazı aklına.
Bak, başımın üstüyle kulaklarım renkli benim,
Kuyruğum bir de.
Bir de sırtımda tarçın rengi bir leke var.
Diğer yerlerim bembeyaz, unutma.
Unutma tüylerimin rengini.
Karnım ilaçlardan, kandan böyle kırmızı.
Çok kirlendim.
N’olur beni böyle hatırlama, e mi?
Ben hep temizdim biliyorsun.
Titiz kızım derdin bana ya zaten.
Beni hep temiz hatırla.

Az sonra öleceğim.
Son bir defa öp beni.
Ben senin çeneni yalayamam, hiç takatım yok.
Ama ben seni çok sevdim minicik kalbimle, bunu unutma.

Az sonra öleceğim.
Son kez tüylerimin arasına burnunu göm, kokla beni.
Hâlâ mis gibi kokuyorum bak.
Ben senin kokunu hiç unutmam, sakın korkma.
Son kez kavra yumuşacık patilerimi,
Bir de en çok patilerimin altındaki tüyleri severdin sen sahi.

Tut, öp patilerimi istersen, bak üşümüşler.
Sıcacık avuçlarının arasında son kez okşa.
Battaniyelerin içinde bebekler gibiyim.
Biraz küçüldüm mü ne?
Ben eski ben değilim...
Karnımda boydan boya dikiş izleri,
İlaçlar yapış yapış yapmış.
Kanlar bulaşmış o ipek tüylerime.
Gücüm olsa yalar temizlerdim biliyorsun,
Yine de sen beni temiz hatırla.

Az sonra öleceğim.
Beni yıllarca besledin, minnettarım.
Ama ben kısacık hayatımı sana adadım, bunu unutma.
Az sonra öleceğim.
N’olur üzülme, aklım sende kalmasın.
Hayat dediğin kısacık işte.
Ben, benimkini yaşadım, bitti.
Biliyorum, daha erkendi.
Ben de beklemiyordum henüz ölmeyi.
Ama ölümler hep erken gelirdi, değil mi?

Az sonra öleceğim.
İçim rahat gidiyorum, yalnız değilsin.
Tarçın, Mahzun, Beyaz, İpek...
Yalar temizlerdim, koynumda uyuturdum hepsini,
Üzerlerinde kokum kaldı benden hatıra.
Sana bensizliği unutturabilirler mi bilmiyorum,
Ama onları okşarken de beni hatırla...

Az sonra öleceğim.
Ben senle çok mutlu yaşadım.
Ne yatağını ne yastığını yasaklamadın bana, daha ne olsun.
Ne de sevgini...
Ne döktüğüm tüyler battı gözüne, ne saçtığım kumlar.
Beni sevdiğin için seni suçlayanlara hiç aldırmadın.
Beni kimse senin kadar sevemezdi, bunu biliyorum.
Hatırlıyor musun kucağına geldiğimde okuduğun gazeteni bırakırdın,
Ördüğün örgüyü.
Sigaradan nefret ederdim ben,
Sigaranı bile söndürürdün bazen, yeni yaktığın halde.
Ben yatmak için seni beklerdim sabırla,
Sen beni göğsüne alırdın sevgiyle.
Ne zaman sevgini istesem verdin bana, sakınmadın.
O sıcak geceleri hiç unutmam ben,
Sen de unutma.

Az sonra öleceğim.

Sana resimlerden gülümseyeceğim artık.
Belki bakamayacaksın, için kanayacak gözlerime bakarken.
Pişmanlıklar yaşayacaksın benden yana,
Acabalar, keşkeler...
Bunu yapma.
Beni hepten kaybedeceğini bilseydin kıyamazdın, biliyorum.
Doktor amcalara beni teslim ederken korkudan ben titrerken,
Sen ağlıyordun.
Gördüm, en son gözyaşların kaldı aklımda,
Bir de telaşın...

Dışarıda yağmur yağıyordu,
Sen üşüyordun.
Ben korkuyordum.
Yapayalnızdık ikimiz,
Bir sen vardın kocaman hastanede, bir de ben.
Bir de aramızdaki kocaman sevgi...
Bir de hissettiğim o kocaman acılar vardı.

Ameliyatım bitince yağmur dindi,
Ama acım dinmedi.
Bunları üzül diye söylemiyorum,
Kader işte,
Ne olur kendini suçlama...
Sen beni sevdiğinden canımı yaktırttın, biliyorum.
Hiç aklımıza gelmemişti böyle olacağı, artık ağlama.
Yoksa hiç kıyar mıydın bana?
Bir gün kaybolmuştum, hatırlıyorum da,
Delirecek gibi oluşun, perişanlığın...
Beni bulduğunda sarılmandan anladım kalbindeki yerimi.
Ne çok sevildiğimi bir daha anladım.
Yine gidiyorum.
Ama bu sefer döner diye boşuna umutlanma.

Az sonra öleceğim.
Son kez beni balkona çıkar, günbatımını göster bana.
Pötibör bisküviyi çok severdim, biliyorsun.
Çayın yanında her bisküvi yediğinde,
O vanilya kokusunda,
Beni hatırla.

Az sonra öleceğim.
Acı miyavlamalar bırakacağım kulağına son kez, hazır ol.
Belki hatırlamak istemeyeceksin ama;
Sana veda inlemelerim onlar, bil ve korkma.
Kedilerin vedası öyle olur işte.
O zaman minik bedenime son kez sarıl, beni sensiz bırakma.
En son sıcaklığın kalsın üşüyen bedenimde.
Bir de burnumda kokun...
Gittiğim yerde çok ihtiyacım olacak.
Sımsıcak sarıl bedenime, artık canım yanmaz, korkma.

Az sonra öleceğim.
Artık hayâlinde sev beni,
Ben seni orada bekleyeceğim.
Unutma.

Az sonra öleceğim,
Elveda...

Not: Bir arkadaş gönderdi bunu. Kedisini kaybeden biri yazmış. Fena oldum lan, öyle böyle değil. Canım kızlarım, bugün yaş mama alacağım size