
Koltuğa oturduğumda, kim kazansa mutlu olacağım bir final olarak izlemeye koyuldum. Fakat Hollanda'nın bu kadar kasaplığını gördükten sonra, içimde bir Franco uyandı. Ama tabii daha sonra takımda 7 Barcelonalı oynadığı gerçeği aklıma gelince, faşizanlıktan, ayrılıkçı ruhuma doğru yol aldım.
Ben hiçbir final maçında, bu kadar futbol oynamaktan uzak, rakibe neredeyse sürekli tekme atan bir takım görmedim. Bu takımın Hollanda oluşu insanı ayrıca üzüyor. (Cümleyi yeniden okuduğumda bir Hıncal tadı aldım. 1986 Dünya Kupası'ndan beri izlediğim final maçları diye parantez için düzeltmesi yapayım)
Almanya ile oynanan yarı final maçı sonrası Xavi, final maçında nasıl oynayacaklarına dair şöyle bir yanıt verdi:
"Nasıl oynayabiliriz ki? Bizim bildiğimiz futbol bu, bundan başka bir oyun bilmiyoruz."İspanya'yı durdurmak için Total Futbol'dan Fatal Futbol'a geçiş yapmayı tercih eden Hollanda, turnuva tarihinin en kötü final takımı performanslarından -en azından benim adıma- birini gösterdi. Garip bir anlayış gereği olsa gerek, İspanya'yı yenme taktiği futbol oynamamak haline geldi. Bunun tek farklı örneğini Paraguay sergiledi, onlar da kaleci hatasıyla erken teslim oldu.

Oysa finale çıkmış bir takım, oynatmamayı temel almamalıydı. Hele de bu takım Hollanda'ysa.
Daha üstünde bolca yazılıp çizilir fakat bir şey var ki, çok önemli. İspanya tüm dünyaya şunu kanıtladı ve gösterdi: Güzel futbol oynayarak da kazanabilirsiniz.
Açıkçası, benim 2010 Dünya Kupası'ndan aklımda kalacak ve hep hatırlayacağım şey bu olacak. Kazanmak için, futbolu olabildiğince çirkinleştirenlere, berbat sistemlere, defansif anlayışlara karşı, İspanya harikulade bir örnek.
Şimdi diyeceksiniz ki -diyen var ben biliyorum-;
"İyi güzel diyorsun da, bu adamlar sadece bir maçı 2 farklı kazandı. Bütün maçları 1-0'a bağlayarak kazandılar. Bu bir çelişki değil mi?"Bu bir çelişki değil. Çünkü İspanya'nın karşısında hiçbir takım futbol oynamayı düşünmedi. Önce oynatmamayı düşündü. Herkesin beyninin içinde döndürdüğü bir futbol anlayışı vardır mutlaka. Benimkinin içinde dönen ana fikir,
"Kimsenin ne oynadığınla zerre ilgilenmem. Ben oynamaya çalışırım."Bu anlayışla kaybeder misin, kazanır mısın bilemem ama en azından sahaya çıktığında topu her ayağına alana tekmeyi basmam, rakibim beni her geçmeye çalıştığında arkadan dalmam, kolundan çekiştirmem. Elbet sert oynanmalı, defansa önem verilmeli ama bir maçın kazanma taktiği bu olmamalı. Bu maçın Dünya Kupası finali olduğunu düşünürsek, söylemek istediğim daha da iyi anlaşılacaktır.
Eğer Robben'in karşı karşıya kaldığı pozisyonlardan biri gol olsaydı ve 2010 Dünya Kupası'nı Hollanda bu futbolla kazansaydı, bir futbolsever olarak, futbola dair inançlarım ciddi anlamda zedelenecekti.

Bugünkü 120 dakikada kazanan, gerçekten haklıydı ama salt kazandığı için değil. Kazanmayı gerçekten hak ettiği için.
Bir de maç boyu şunu düşündüm; Hollanda onlarca yıl boyunca sömürdüğü Güney Afrika'da 3. finalini kaybederek, gözyaşları dökmeliydi. O yüzdendir ki, Gyan'ın döktüğü gözyaşlarında ben de gözyaşı döktüm ama Sneijder'ın gözyaşlarına için için güldüm.
Daha çok şey konuşulup, tartışılır. Dediğim gibi, benim için İspanya'nın şampiyonluğu futbola dair inançlarım açısından önemliydi. Herkes kabul etmeli ki, İspanya bu turnuvanın en iyi takımıydı.
Bu arada, kupayı kaldıran kaptanın Casillas değil Puyol olması gerekirdi. Çünkü benim için şampiyon İspanya değil Katalunya ve Barcelona'ydı.
Son söz de, kişisel olarak dünya üstünde en beğendiğim futbolcuya gitsin yani Andrés Iniesta'ya. Golü attıktan sonra, formasını çıkarttığında Dani Jarque'nin ismini gördüğümde,
"Helal ulan" dedim. Harika bir futbolcu olmasının yanı sıra, müthiş bir adam olduğunu da görmüş olduk. Bu çocuğu sevmek için bir nedenim daha oldu.
(Not: Dani Jarque, her zaman bizimlesin)