4 Şubat 2011

OSTİM'den geriye kalanlar


Daha geçen gün yazmıştım, "Kimin hayatı Defne Joy'dan daha değersiz ki?" diye.

Ankara OSTİM'de ölenler, geride ciğerleri dağlayacak öyküler bıraktı. Hiçbirinin ismini bilmiyoruz, hiçbirini tanımıyoruz..

Mesela Aydın ve Aydemir kardeşler, kaynakçılık yapıyorlardı. Her ikisi de, yanarak can verdi.

Ya da işçi emeklisi Abdullah Karakulak. Üniversiteyi kazanan oğlu için emekliliği bir kenara bırakıp, yeniden çalışmaya başladı, asgari ücrete talim ederek.

Üniversite eğitimini, ailesine bakmak için yarıda bırakan Hüseyin Yıldız.

Ya da Keçiören Belediyesi'nden işten çıkartıldıktan sonra uzun süre işsiz kalan Abdulkadir Kurt. Daha yeni işe başlamıştı ama patlamada öldü.

Babasıyla aynı işyerinde çalışan Aytaç Akkaya ölürken, baba Ramazan Akkaya yaralı olarak kurtuldu.

Makine mühendisi Dilek Gürer ve diğerleri...

18 insan yanarak ya da patlama sonucu hayatlarını kaybetti. Hepsinin ayrı hikayeleri vardı. Ortak noktaları hayat kavgasıydı. Kavgada yaşamlarını kaybettiler.

Şu fotoğraftaki kişi, sabahtan beri bakıyorum. İsmi, işi, mesleği hiçbir şeyi bilmiyorum. Ama sanki çok yakın bir tanıdığımı kaybetmiş gibi hissediyorum. Bir kapı önünde yanmış, parçalanmış bir ceset.

Hepsinin başı sağolsun..

Şimdi tekrar sormak lazım. Hangisinin hayatı daha değersizdi?

Olmuyor, olmuyor, olmuyor; olmaz da


Evde internet mağduru oldum o yüzden yazamadım dünkü maça dair söyleyeceklerimi.

Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Dün Galatasaray iyi mücadele etti ama futbolcu kalitesi ve yönetim (gerek teknik direktör, gerekse de kulüp yönetimi) farkıyla Gaziantepspor kazandı.

Dün sahaya çıkan iki takıma bakıldığında, oyuna sonradan dahil olanlarla birlikte Gaziantepspor'un Galatasaray'dan üstün olduğunu söylersem kimse kızmasın. Hadi biraz insaflı davranayım ve "Eşit güçte" diyeyim.

Şu yönetim hadisesine girelim önce. 300 bin Euro'yu 'çok' bulan yönetim Cenk Tosun'u almaması, aptallık olmuş. Aptallığın boyutu, Gaziantepspor'un 550 bin Euro'ya aldığı Cenk Tosun'la, 3 milyon 750 bin Euro'ya Yekta'nın alınması karşılaştırıldığında daha net ortaya çıkıyor.

Biliyorum, aynı mevkide oynamıyorlar fakat iki rakam arasındaki karşılaştırma Galatasaray'ın nasıl yönetildiğinin kanıtıdır. Be aptal herifler, 300 bin Euro nasıl 'çok' olur.

Neyse maça dönelim. Neill ve Kewell'ın takıma katılmasıyla biraz daha takıma benzer bir görüntüsü vardı Galatasaray'ın. Fakat bu kez defans berbattı.

Bir kere anlaşalım, Cana'dan stoper filan olmaz. Eyvallah, adam canını dişine takıyor, yırtınıyor ama hamleleri feci, sürekli adam kaçırıyor. Sözün özü, Cana stoper değil. Stoper olarak alınan Neill ise orta sahada oynadı, gayet de başarılıydı.

İyi de, takımda bir stoper sıkıntısı olduğu belliyken neden devre arasında buraya bir adam düşünülmedi? Neden yama mantığıyla taşlar yerinden oynatılıyor? Yanıtı bilenler versin. İnsanlara, bu boktan takımın bir şeyler yapabileceği umudunu dağıtanlar versin hatta.

Hagi'nin Hakan Balta inadı gün geçtikçe daha çekilmez bir hal alıyor. Hakan Balta'ya tanıdığı opsiyonun yarısını Insua denen çocuğa gösterse sol kanadımız böylesi parasız geçişli otoban görüntüsü çizmez. Herif ağır, sürekli adam kaçırıyor, her deparı basanın arkasından, giden eski sevgiliye bakar gibi bakıyor, hamlelerinin tamamına yakını hatalı. Nedir bu ısrar anlamış değilim. Yabancı kontenjanına takılıyor desek, o da değil.

Yenilere gelelim. Stancu, Zapata, Culio ve Yekta. Stancu ve Culio hariç ikisinin de pek kalıcı olacağını düşünmüyorum. Zapata'nın 3 gol yemesinden ötürü söylemiyorum bunu. Adamın önünde doğru düzgün bir savunma hattı yok. Ancak yediği 3. goldeki duruş hatasını maç boyunca tam 4 kez yakaladım. Sürekli önde duruyor, Leo Franco tadı bıraktı damağımda.

Yekta için zaten bir şey söylemiyorum. Bugün "Yekta Yekta" diye ortalığı ayağa kaldıranlar, 6 ay sonra Yekta'ya Barış muamelesi yapacak, bundan eminim.

Galatasaray'ı izlemek her geçen gün biraz daha işkence hali almaya başladı. Hagi maçtan sonra "İyi oynuyoruz kaybediyoruz, kötü oynuyoruz kaybediyoruz" dedi. Sorun da bu zaten. Galatasaray'ın iyi oynadığını düşünmek. Galatasaray iyi futbol filan oynamadı dün. Sadece iyi mücadele etti.

"3-2 avantajlı bir skor" muhabbetleri dönse de, Gaziantepspor'un İstanbul'da daha rahat bir galibiyet alacağını Popov, Wagner, Cenk, Sosa, Olcan gibi adamlar, tipik deplasman oyuncuları. Ukalalık yapmak istemiyorum ama turu kaybettiğimizi düşünüyorum. Ki, adamların son dakikada net bir penaltısı da verilmedi.

Hadi diyelim, bu turu geçtik. Kim Beşiktaş maçından umutlu?

Tolunay Kafkas, çok sağlam adımlar atıyor ve adım adım ilerliyor. Kurduğu takım, oyuncu seçimleri, oynattığı futbolla Türkiye'de iyi bir teknik direktör yetiştiğinin kanıtı. Kesin ve net olarak söyleyeyim, bugün Galatasaray'ın başında Hagi mi yoksa Tolunay Kafkas mı deseniz, tereddüt bile etmeden Tolunay Kafkas derim. İçimdeki his, en geç iki yıl içinde Galatasaray'ı çalıştıracağını söylüyor.

Haa, unutmadan. Olcan Adın, güç geçtikçe daha iyiye gidiyor. Kesin bir dille ifade etmek lazım ki, şu gün itibariyle Arda'nın çok önünde. Arda her geçen gün geriye giderken, Olcan ilerliyor.

Galatasaray ne yazık ki, tadını yitirmiş şaraba döndü. Gayet lezzetli bir şarap fırsatını yönetim aptallıklarıyla sirkeye çevirdiler. Bu tat bir süre daha damakta kalır.