22 Haziran 2010

12. günden aklımda kalanlar


Gecenin sonundan başlamak lazım. Arjantin işi bitirmişti, diğer 3 takım grup ikinciliği için mücadele ettiler.

Ağırlıklı olarak Güney Kore-Nijerya maçını izledim, futbol kalitesi açısından olmasa da, nefeslerin kesildiği bir karşılaşma olduğunu söyleyebilirim. Güney Kore, iki golünü de duran toptan buldu, bu açıdan ilginçti. Her iki golde de ciddi baraj ve kaleci hataları vardı.

Üç takım arasındaki en avantajlı takım, Nijerya'ydı. Arjantin'in Yunanistan karşısında galip geleceği açıktı, bu açıdan alacağı galibiyetle ikinci turu aralayabilirdi. Maç içinde Yakubu ve Obasi'yle inanılmaz pozisyonlar kaçırdılar.

Yakubu'nun 3 metreden kaçırdığı gol (pozisyon net ofsayttı, olmaması iyi oldu) ile Güney Kore defansını 2'ye 1 yakaladıkları pozisyon dönüm noktası oldu. Doğrusu, Yakubu penaltıyı atarken bile şüphe içindeydim atabileceği konusunda.

İtiraf etmek gerekir ki, bu gruptan çıkan ikinci takımın, futbol adaleti açısından Güney Kore olması gerekirdi. Maçın son 10 dakikasını saymazsak, disiplinleri ve kondüsyonları sayesinde kazandılar. Geriye düştükleri zaman bile; hiç bozulmadan, oyun disiplininden kopmadan aynı mücadeleyi veriyorlar. Bu açıdan takdir etmek gerekir.

İkinci turda rakipleri Uruguay olacak. Uruguay'ın çeyrek finale çıkacağını ama bunu gerçekleştirirken, fazlaca zorlanacağını düşünüyorum.

Gecenin diğer maçını çok fazla takip edemedim. Yunanistan'ın oynadığı her maç ızdırap, Arjantin'inki ise festival niteliğinde. Arjantin'in sol kanadında oynayan Clemente Rodriguez'e ciddi anlamda bayıldım. Sol kanat arayan bir takım olsam bir dakika bile düşünmeden, Estudiantes'in kapısını çalarım.

Sonucu belli bir maç için konuşmak gereksiz ancak Maradona açısından, grupta oynanan 3 maç güven tazeleme anlamına gelmiştir. Belki sahada izleyemiyoruz ama saha kenarında kaçan gollere hayıflanması, gollerden sonra havaya zıplaması, mimikleri, jestleri onun halen izlenebilir olduğunu gösteriyor.

İkinci turda işleri çok da kolay olmayacak. Fakat bir şey var ki, oyun anlayışı ve stili olarak izlenmesi en güzel takımlardan biri. Her şeyi bir kenara bırakın, Maradona için bile izlenir bu takım. Messi'yi isim olarak saymak zaten abesle iştigal etmekle eşdeğer.

TURNUVAYA 'FRANSIZ' KALDILAR

Evet, bir Fanatik, Fotomaç başlığı ile yine birlikteyiz. Bir kez daha atmıştım, bu ikinci oldu, bir de final yapar kapatırım bu iğrençliği..


Herkesin beklediği oldu ve Uruguay ile Meksika ikinci tura yükseldi. Bu grupta da, futbol adaleti açısından ikinci tura çıkması gereken takımlar hedefe ulaştı.

Haliyle, bu maçları da dönüşümlü olarak izledim. Ağırlık Meksika-Uruguay maçı oldu, öte taraftan Fransa-Güney Afrika karşılaşması aksiyon açısından daha çok şey yaşattı futbolseverlere.

Teknik direktörünün futbolcusuna 'embesil' dediği, futbolcusunun teknik direktörüne küfür ettiği, yine futbolcusunun basınına "Kendimizi küçük takım gibi hissediyoruz" dediği bir milli takımın turnuvada bulduğu tek gol şans sayılmalı. Bu kadar şey içinde Domenech'i saymamam, bana bile şaşırtıcı geldi. O kadar çok şey yaşandı ki, rezaletin asıl sorumlusunu unutturuyor insana.

Güney Afrika, gardı düşmüş Fransa'yı hele de 10 kişi kaldıktan sonra 2-1'le bırakması ciddi bir başarısızlık. Turnuvanın en kötü iki teknik direktörünü karşı karşıya getiren karşılaşmanın en ilginç yanı, bundan önceki maçlarda gol atmamak için çabalayan iki takımın gol atmaya çabalaması oldu. Sonuçta ikisine de iyi oldu. Hele de Fransa'ya.

Bir dönem, bu buhranı atlatmaları mümkün görünmüyor. Fransız futbolunda özellikle milli takım açısından derin kırılmalar yaşanması olası. Laurent Blanch'ın, yola silbaştan başlaması gerekiyor. İşi kolay değil.

Gruptan çıkan iki takıma gelince. Turnuva öncesinde ve ilk maçlar sonunda Uruguay'a şans tanımadığımı söylemiştim, sağlam yamuldum. Halen de ısınabildiğimi söyleyemem. Kiminle oynasalar, rakibi destekleyeceğim gibi görünüyor.

Fakat hakkını vermek gerekir, sağlam adım atıyorlar. Defansları çok sağlam, orta sahaları sert ve gereksiz top kayıplarını minimize yaşıyor, forvete söz söylemek de imkânsız. Cidden, niye sevmiyorum ki? Taş gibi takımmış.

Yarın Slovenya-İngiltere ve Gana-Almanya maçı mutlak izlenmeli. İngiltere'nin izlenebilirliği elenmesine bağlı olacak. Basınlarının "Beatles'dan sonra en iyi grup" diye yorumlamıştı, grupta çıkan takımları. Olası kötü bir sonuçtan sonra daha yaratıcı başlıklar ve en aşağılayıcı yorumları merakla bekliyorum.

Gana-Almanya maçı ise, futbol açısından çok sağlam bir maç olacak. Büyük ihtimal basınımız, iki kardeşin mücadelesi şeklinde görecektir. Kupa, seyri gittikçe artıyor, tek üzüntüm kendi kıtalarında ikinci tura hiçbir ülkenin çıkamayacak olması. Son ümidim Gana...

Bu ülkenin insanları


Bugün bir gazeteci olarak öğrenmiş oldum ki, yaptığım haberlerle PKK'ya 'bilerek ya da bilmeyerek' yandaşlık yapıyormuşum.

Şehit cenazelerindeki ayılıp, bayılma görüntülerinin gösterilmesiyle yapıyormuşum bunu.

Aslında Başbakan Erdoğan haklı. Onların hepsi var olmamış sanal görüntüler. Ya da o görüntüler yaşanıyor olsa da, görmezden gelmemiz gerekir. Hiç olmamış gibi, hiç yaşanmamış gibi öyle kısa, satır veya kısa haber olarak "Hakkari'de PKK'lı teröristlerin karakola saldırması sonucunda 9 asker şehit olurken, 14 asker de yaralandı" diye vermeliyiz.

Misal, olayın olduğu gün gazetenin manşeti "Türkiye binde iki büyüdü" haberi olmalı. Sürmanşette, Başbakan Erdoğan'ın o meşhur elini göğsüne götürdüğü fotoğrafla birlikte "Dünya, Başbakan Erdoğan'ı alkışlıyor" haberi olmalı.

Manşetin hemen altında, "Yargıtay Başkanı'ndan şok ses kaydı" diye bir haber ve onun da altında, "AB, Türkiye'yi almadığına bin pişman" başlıkla haber yer almalı.

Artık gazetenin alt kısımlarını da "Stoch'tan mesaj var", "Galatasaray'ın yeni bombacısı", "Quaresma'dan sonra hedef Robben" haberleriyle sayfayı tamamlamış oluruz.

Neden böyle bir sayfa yapmalıyız? Başbakan tarafından PKK yandaşı ilan edilmemek için.

Aslında, bu ülkede hiç acı yaşanmıyor, yoksulluk yok, çöpten beslenenler tamamen ütopya, 5 lira için sokakta insan kesenler de yok. Bu ülkede borçlarından dolayı her gün onlarca insan da intihar etmiyor, külliyen yalan.

Çocuğuna harçlık veremediği için kendini asan insanlar yok bu ülkede. Fabrikası kapandığı için kafasına kurşun sıkan işadamı hiç yok.

Bu ülkede göçük altında kalan insanlara hiç rastlanmıyor. Göçük altında kalsalar bile, kendi hatalarından kaynaklanıyor. Zaten böyle bir haber olsa da, kime hizmet ettiği belli olmayan medya, yalan söylüyor.

Bu ülkede, taş attığı için 12 yıl hapis cezası alan çocuklar, polis panzerleri altında kalan çocuklar, aileleri tarafından satılan çocuklarsa hiç yok. Bizim çocuklarımız mutlu, bizim çocuklarımız hep gülümsüyor.

Bu ülkede, parasızlık nedeniyle böbreklerini satışa çıkartan insanlar da yok. Gürbüz, sağlıklı, toraman insanlardan oluşan bir coğrafyanın evlatlarıyız.

Bu ülkenin siyasetçileri, erdemli, onurlu insanlardan oluşur. Üstünde toplu iğne başı kadar leke olduğunda bile istifa eder, gururuna yediremez çünkü.

Bu ülkede yolsuzluk olmaz, yer yoktur. Öyle başka ülkelerde olduğu gibi oğluna gemi almaz, girişimci çocuklarına 17 yaşında şirketler kurulmaz.

Bu ülkenin başbakanı, genelkurmay başkanı siperde çömelmez. Başı dik, alnı ak pür-i paktır yönetenleri, karar vericileri.

Bu ülkenin dağlarında; Ilgazlar'da, Munzur'da top sesleri, kurşun sesleri duyulmaz, sarı papatyaların üstüne kan damlamaz. Bu ülkenin mor sümbüllü dağlarında herkes el ele verip; kırlarda, çayırlarda koşar, birbirine gülümseyerek.

Evet, bu ülkenin gazetecisi hain, alçak, namussuz. Olmayanı yazar, olanı saklar.

Domenech'in boykot yorumu


Raymond Domenech: Onları bu yaptıklarının adı konulmamış bir cinnet hali, embesillik ve aptallık olduğuna ikna etmeye çalıştım ama engel olamadım.

Bir noktada bu maskaralığı durdurmaya karar verdim. Fransızların yaşananları bilmeye hakkı var diye düşündüm ve oyuncularımın yazdığı bildiriyi alıp okudum. Yoksa hiçbir şekilde bu davranışı desteklemiyorum


Bir şey söylerdim ama bugün küfür yok...

Boşverin futbolu, Marsel'i izleyin


Türk tenis tarihi açısından bugün tarihi bir gündü. Kariyerinde üçüncü kez, büyük bir turnuvada ana tablo oynayan Marsel İlhan, 17 numaralı kortta tarihi bir zafere imzasını attı.

Brezilyalı Marcos Daniel karşısında ilk iki seti kaybeden Marsel, muhteşem bir geri dönüşle karşılaşmayı 3-2 kazanarak, 31 numaralı seri başı Victor Hanescu'nun rakibi oldu.

Maçtan sayılar vereyim. 31 ace ile kariyer rekoru kıran Marsel İlhan, direkt puan vuruşlarında Brezilyalı rakibine 84-56'lık üstünlük sağladı.

İlk seti tie-break'le 6-7 kaybeden Marsel, ikinci setde de rakibine 4-6 ile boyun eğdi. Üçüncü setin başlamasıyla muhteşem geri dönüşü başlatan genç tenisçi, dördüncü setin başında kırdığı servisle 3-0'ı buldu ve setin sonuna kadar avantajını koruyarak maçı final setine taşıdı.

Final setini 24 dakikada 6-1'le kazanan Marsel İlhan böylece adını ikinci tura yazdırdı.

Şimdi ikinci turdaki rakip Rumen Victor Hanescu. Hanescu daha önce beş kez katıldığı Wimbledon'da üçüncü turu geçme başarısı gösteremedi.

Maçlar NTV Spor'da, kaçırmayın derim. Can sıkıcı bir futbol maçındansa, dünyanın en prestijli tenis turnuvasındaki genç bir çocuğu izlemek yeğdir.