2 Ocak 2012

Alın size vefa lan!


"Galatasaray Efsanelerini Anıyor" projesi kapsamında, her maç öncesi bir futbolcusunu anıyor. Yarınki İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçı öncesinde ise sıradaki isim Tarık Hodziç.

Yaşım 8-9 civarlarında. O zamanlar televizyonda maç yayını filan yok. Evde radyo başında abimle (tamam lan tamam ağabey diye yazılır da idare edin) ikimiz otururduk. Şimdi nasıl inanın bilmiyorum ama o zaman maçlar dönüşümlü anlatılırdı.

Atıyorum Beşiktaş, Ankaragücü deplasmanında, Galatasaray evinde Eskişehir'le oynuyor, Fenerbahçe Altay deplasmanında, Bursaspor evinde oynuyor. Bunların hepsinin yerleri belliydi. Murat Ünlü İzmir'den, Tansu Polatkan İstanbul'dan, Hüseyin Başaran Ankara'dan. Öyle düşünün işte. Haa bir de, bu aradaki bağlantı için sürekli "Şimdi merkeze bağlanıyoruz" derdi, o an maçı kim anlatıyorsa. Bu arada hatırladığım maç anlatan spikerler de, Tansu Polatkan, Abidin Aydoğru, Murat Ünlü, Levent Özçelik, Hüseyin Başaran, İlker Yasin, Necati Karakaya'dır. Unuttuklarım da kusura bakmasın, velakin yüzyıl geçti aradan.

Ben tabii sürekli Galatasaray maçı anlatılsın diye bekliyorum. Abim de Beşiktaş'ı bekliyor. Lan maç 0-0 gider, bekle bekle Ali Sami Yen'e bağlantı olmaz. Yarak kürek ne kadar maç varsa hepsini dinliyoruz. Tak diye "Şimdi merkeze bağlanıyoruz" diye bir ses geldi mi, görme heyecanı, yerinde duramazsın. Merkezden de şu anons gelir "Evet sevgili seyirciler şimdi mikrofonlarımız Ali Sami Yen Stadı'nda."

Lan yüreğin atacak gibi olur, götünün üstünden kalkar doğrulursun. Stadın sesini dinlersin ilkin. Böyle hayvani coşkulu bir ses varsa, banko gol atılmıştır ya da penaltı vuruşu vardır. Sik gibi bir sessizlik varsa, taşaklara gelmişsindir golü yemişsindir. Ya da son seçenek; yine sik gibi sessizlik olur, bağlanırlar ve "Evet Ali Sami Yen'de henüz gol sesi çıkmadı. Galatasaray sıfır, Eskişehirspor sıfır" der. Bak bu golden bile güzel gelirdi bazen. Sessizlik var diye gol yediğmizi düşünürdüm ama 0-0 olunca manyak gibi rahatlardım.

Bizim parlak olmadığımız dönemler, daha şampiyonluk nedir görmemişim. Bizim kalede Eser vardı, acayip sevdiğim adamlardandı. Cüneyt, Raşit, Fatih Terim, Çaycı Ahmet, Mustafa Denizli, Sejdic ve Tarık Hodziç de takım kadrosunda bulunan adamlardı. Zaten Seydic ve Hodziç iki yabancımızdı.

Gazetelerde sırf spor sayfasına bakıyorum, başka bir boka da bakmıyorum. O yüzden çok net anımsarım, bu ikili yani Sejdic ve Hodziç, devre arasında Yugoslavya'ya, ülkelerine gitmişlerdi. Elemanlar gidiş o gidiş geri gelmediler. Eğer yanılmıyorsam, Ali Uras'tı başkan. "Gelmezlerse futbol hayatları biter" diye açıklama yapmıştı.

İki satır yazayım dedim konu uzadı. Yarın "Galatasaray Efsanelerini Anıyor" serisinin konuğu Hodziç. Lan, Hodziç yazıyor da, hayatımız boyunca adamı Hoçiç bildik biz. Benim için halen Hoçiç'tir değişmez.

Hoçiç'le röportaj yapmışlar, bu şahane insan demiş ki, "Türkiye'den önce Belçika'da oynadım, orada da para kazanıyordum ancak orada Galatasaray'daki gibi arkadaşlık, seyircinin bağrına basması söz konusu olmadı. Ben Galatasaray formasını giymeyeli 30 yıl oldu. Ancak Fatih Terim başta olmak üzere birçok eski arkadaşımla haftada bir telefonlaşır konuşuruz. Saraybosna'nın en iyi yerinde bulunan iş yerime (Bilmeyene not: Şampiyon-Galatasaray'dır kebapçının ismi ve her taraf baştan aşağı sarı-kırmızıdır) verdiğim isimle, takımıma olan sevgimi bugüne kadar hep gösterdim. Çünkü ben Galatasaray'a çok şey borçluyum."

Bak işte, Hoçiç candır, canın kuytusudur, içidir. 3.5 yıl futbol oynadı bu takımda, aradan geçti 28-30 yıl ve adam "Çünkü ben Galatasaray'a çok şey borçluyum" diyor.

Buralarda "vefa, vefa" diye dolananlar vardı ya. Kimisi, siyasi oldu, kimisi gazeteye kapağı attı, kimisi antrenör oldu, kimisi teknik direktör oldu, kimisi menajer oldu. Bu kimiler uzar gider amına koyayım. Bu adamların hepsi, deve yüküyle para kazandı bu kulüpten. En boktanı 3-5 milyon dolar kazanarak ayrıldı ya da bıraktı futbolu. Bugün yaptıkları işleri bile Galatasaray sayesinde yapıyorlar, haberleri yok malak emzirmelerinin.

Ama birtakım ibneler, sakız gibi yapıştılar bu kulübe. Üstelik arkadan konuşmadık laf da bırakmadılar. "İbne basın" dediğimiz heriflere, takım içinde ne olup ne bitiyor yumurtladılar. Sonra çıkıp "Biz bu kulübe çok şey verdik ama onlar..." diye her türlü boku söylediler. Yalan söylediler, iftira attılar, taraftarın gözünde bu kulübü küçük düşürmeye çalıştılar.

O yüzden birtakım pezevenklerden nefret ediyorum. Futbol oynamak dışında hiçbir vasfı olmayan adamlar, bu boktan sistem sayesinde milyonlarca dolar kazandılar Galatasaray Kulübü'nden.

Yeniyetme taraftar bilmez, bu Hoçiç'ler, Seydiç'ler öyle ahım şahım paralara da oynamadılar. Şimdi alınan paralarla karşılaştırırsan, devede kulak kalır. Ama işte adam 30 yıl geçse de "Her şeyimi Galatasaray'a borçluyum" diyor.

'Vefa' dediğin şey, sanki tek taraflı, bir taraf sahada top oynarken, diğer taraf yani kulüp bunları asgari ücrete mahkûm ediyor zannedersin, puştları dinleyince.

Artık herkes biliyor, Tarık Hodziç'in Türkiye'de gol kralı olan ilk yabancı olduğunu. Onun bir tek gol krallığını, soytarı kılıklı kralların gol kralı olmasına değişmem.

Şu bazı yavşakların (biri değil alayı) konuştukları ile Hoçiç'in söylediklerini bir kefeye koyun, tartın bakalım. Sonuç ne çıkacak acaba?

Öyle forma öpüp, yumruk şov yapmakla adam olunmuyor.

Vefa mı? Alın amına koyayım, öğrenin Hoçiç'ten. Ama tabii bunu anlamak için zekâ gerekiyor. Onu aramak da benim beyinsizliğim olsun...

Yardım elini uzatamamıştık, şimdi fırsatımız var


18 Ekim'de "Yardım elinizi uzatın" diye bir çağrıda bulunmuştum.

Van'da öğretmenlik yapan Ezgi kardeşimiz, Ergin vasıtasıyla, "defter, kalem, okuma kitabı" gibi şeyler talip etmiştik. Bu olaydan 5 gün sonra, bütün ülkeyi sarsan bir deprem oldu ve gönderdiklerimiz Ezgi'nin yıkılan evinin altında kaldı. Zaten süre kısaydı, bazılarımız hiçbir şey gönderememiş bile olabiliriz.

Ezgi öğretmenimiz, aradan geçen zamandan sonra yeniden Erciş'e dönmüş.

Erciş'te, Başbakanlık Afet ve Acil Durum Başkanlığı'nın topladığı 300 milyon TL'nin bir kuruşu bile girmemiş. Yardım bile yapılmamış, insanlar kaderlerine terk edilmiş.

Ezgi öğretmenimiz, bir yurda gitmiş ancak bir gün sonra "Yer yok" gerekçesiyle çıkartılmış. Devletin kendi öğretmenine reva gördüğü muamele bu minvaldeyken, yeniden harekete geçmek gerekir.

Ezgi öğretmenden haber var, ihtiyaçları çok fazlaymış. İlk etapta istekleri "Pastel, sulu boya, yapıştırıcı, makas, elişi kâğıdı. fon karton, oyun hamuru, her türden oyuncak, resim kâğıdı, defter, kalem, okul öncesi için hikâye kitapları, ıslak mendil"

İsterseniz, yardım edecekleri bir gruba ayırırız ve her grup bir şeyler yollar, isterseniz de, aşağıda vereceğim adrese, herkes gönlünden ne koparsa yollasın.

Bir şeyler yapmak lazım, öyle kıçımızı devirdiğimiz yerden, "ah, vah" diyerek, kimseye yardımcı olamayız.

Hadi lan, kaç tane çocuğun eğitimine yardımda bulunacağınızı düşünün. Kaç çocuğun umudu yeniden yeşerecek, kaç öğrencinin yüzünde gülümseme belirecek?

Haydi harekete geçelim...

ADRES: Ezgi Diken adına Van Erciş PTT şubesi

Toplanan paralara ne mi oldu? Orasına da siz karar verin.