21 Eylül 2011

1 puana razı olmak yakışmıyor


Galatasaray'ın, Karabük deplasmanında aldığı puan, hazine niteliğinde oldu. 90 dakika boyunca 'hayatımda izlediğim en boktan 10 maç' sıralamasına ilk 5'e girmesi kesin, ilk 3'ü zorlar mahiyetteydi.

Her yabancı futbolcu için farklı bir ülkeye gelmek en zorudur fakat eğer kaleciyseniz, zaman mefhumunu biraz daha uzatmak mümkün. Çünkü kalecilerin uyum sorunu ne yazık ki, beklenenden daha fazla oluyor. Ligin ilk 3 maçı itibariyle Muslera'nın performansının pek parlak olduğunu söyleyemeyiz ancak enseyi daha ilk hatada karartmak da, mantık dışı. Hatalı bir çıkış yaptı, kırmızı kartı gördü ve bizleri böyle bir maçla baş başa bıraktı.

Galatasaray'ın 75 dakika 10 kişi kalması aslında bazı defoları göstermesi açısından yararlı oldu. Bugüne dek Galatasaray'ın 10 kişi kaldığını çok gördüm, üstelik çok daha kuvvetli rakipler karşısında ama böylesine ezildiğini tanık olmamıştım. Penaltıdan atılan gole kadar, Karabükspor sahanın her tarafında Galatasaray'dan üstündü.

Bu görüntüyü, 10 kişi kalmış Samsunspor'un Galatasaray'a uyguladığı baskıyla yan yana getirdiğimizde, sarı-kırmızılar için sevimsiz bir görüntü ortaya çıkıyor.

Öncelikle orta sahadan başlamak gerekir. Terim 3 maçta ne yaptıysa Melo ve Selçuk'un yanına 3. isim koymayı başaramadı. 10 kişi kalınca ak koyun kara koyun orta sahada kendisini daha fazla gösterdi. Var olan kadroda bu ikilinin yanına Yekta, Ceyhun ya da Ayhan'dan başka bir isim görünmüyor. Ayhan artık ağzıyla kuş tutsa, tribünlerle yıldızı barışmayacaktır, Ceyhun transferinden bu yana tercih sebebi olmadı, Yekta'ya gelince, Melo-Selçuk ikilisinin yanına konulduğunda pek uygun bir isim gibi görünmüyor. Yine de mecburen bu 3 isim, devre arasına kadar Eboue ya da Sabri gibi isimlerden daha yeğ tutulması gerekir.

Ujfaluši transfer edilmeseymiş (ki, bu transfere şiddetle karşı çıkmıştım, göt olduğumu görmek güzel) savunmanın hali nice olurmuş, insan düşünmek bile istemiyor. Gökhan Zan-Servet-Sabri-Hakan Balta-Çağlar tüm bu isimlere bakınca insanın içi kararıyor, bunalım hali çöreklenip oturuyor. Bu kadar yeteneksiz ve beceriksiz adamın yanında tek başına mücadele vermek Ujfaluši için zor olsa gerek. Neyse ki, Eboue'nin jokerlikten sağ beke geçişi gerçekleşti.

Hakan Balta, 10 kişi kalmış bir takımın sol beki olarak, bir kez bile ileri çıkmadı. Tek kanadı kırılmış kuş gibi, sağdan sağdan kanat çırparak uçmaya çalıştık ama olmadı tabii.

İşlemeyen bir orta saha, sol kanadı olmayan, pres yapamayan bir takımla alınan 1 puan gerçekten de mucize gibi. Mucizeyi gerçekleştiren de, pazar akşamının herkes tarafından eleştirilen ismi Baros olması manidar oldu.

Fatih Terim'in yapabileceği çok şey yoktu, yaptığı müdahalelerle oyunu tutmaya çalıştı fakat sahada varlığı ile yokluğu fark edilmeyen bazı isimlerle bunu yapabilmesi imkânsız. İlerleyen haftalarda Hakan Balta, Servet, Gökhan Zan gibi isimlere geriğinden fazla güvenmesinin sonuçlarını göreceğiz.

Stoperde Servet ve Gökhan Zan yerine, Semih'i görmeyi tercih ederim. Bu kazuletlerden bir şey olmayacağını görmek için müneccim olmaya gerek yok. Semih hata yaparsa, en azından 'evladımızdır' der, sineye çekeriz.

Acı ama gerçek, savunmadaki bu isimlerle her maç gol gelir. Galatasaray kazanmak istiyorsa, rakip kim olursa olsun minimum 2 gol atmayı becermesi gerekir. Yoksa, 1 puanlara daha çok razı olunur, hatta bugünkü gibi 'şükür' denir.

Not: 3 güne bir maç, 3 güne bir yazı. Allah belanı versin Federasyon.

İktidarın kopyacıları


3 Temmuz'da başlatılan 'şike operasyonu' sonrası Türkiye'de Fenerbahçeliler ayağa kalktı. Gösteriler düzenlendi, sokaklarda yüründü, statlarda basın emekçilerine saldırıldı, gazete köşelerinde önce "Biz yapmayız" dendi, sonra "Ama herkes yaptı" noktasına kadar gelindi. Bloglarda, tarihsel süreçler, ancak bir gerizekâlının kafasından çıkabilecek tarihsel örneklendirmeler, 'Cumhuriyeti biz kurduk' söylemleri hepsi ama hepsi son buldu.

Ne zaman son buldu? Futbol Federasyonu'ndan yapılan "Bu sene kimse küme düşmeyecek" açıklamasıyla beraber. Zaten bütün bu hengame, göt yırtma seanslarının derdi buydu; ligde kalabilmek.

Neden kimse, Şampiyonlar Ligi'ne gidilmediği için şu an sokaklarda değil, eylem yapmıyor diye insan düşünüyor. Çünkü, bu gereksiz eylem ve söylemlerin çapının Edirne'yi aşmayacağını herkes gayet iyi biliyor. Burada öttürülen borunun sesi, bırak İsviçre'yi, Bulgaristan sınırına bile gitmez.

Dün Fenerbahçe ve Manisaspor arasındaki karşılaşma, dün akşamdan beri medyanın sayfalarını kaplıyor, ekranlarından düşmüyor. Peki Fenerbahçe'ye verilen 2 maçlık seyircisiz ceza neden verilmişti? Shakhtar Donetsk'le yapılan hazırlık maçında, basın emekçilerine yağdırılan maddeler yüzünden.

Şimdi aynı basın yapılanları unuttu ve bu cezanın ne kadar da muhteşem bir şey olduğunu anlatmaya başladı. Her ne kadar, seyircisiz maç cezasına karşı çıksam da, verilmiş cezanın çekilmeden, böyle evrilmesi ve bunun üstünden destanlar yazılmasını da mantıksız buluyorum. Üstelik bir güruh yapılanları unutmuş halde "İşte kadınlarımız" diye, herkese locadan bakmaya devam ediyor.

Cezasahası'nda Soner süreci ve yaşananları 'Şikeci olmak varmış!' başlığıyla şahane tespit etmiş. Üstüne ne bir eksik ne bir fazla ekleme gereği yok diye düşünürken, Semih'in attığı golün sayılmamasının ardından Fenerbahçe'nin kalesinde bulunan tanımsız cismin yaptığı açıklama geldi.

Ne diyor bu cisim; "Her gün uğraştıklarımız, her gün birilerine cevap vermelerimiz yetmiyormuş gibi, bir de bazı görünmeyen hareketlere maruz kalıyoruz. Haykırışım verilmeyen gole. Semih, pozisyonda görünmüyor bile. Verilmeyen bir golümüz var. Hakemler o dakikaya kadar mükemmel maç yönetti. Son dakika verilmeyen gol var. Her gün anamız ağlıyor bazı şeylerle uğraşmaktan. Hiç olmazsa bizim hakkımızı yemeyin. Sadece bunu istiyorum."

O dakikaya kadar mükemmel maç yönetmiş hakem. Tabii Bekir'in, Kahe'yi indirmesine verilmeyen penaltı da bu mükemmeliyetin bir örneği, bu tipe göre.

Türkiye mazlumu seviyor. Sürekli ağlayan, sızlayanlara sempati ile bakıyor. Ligin daha üçüncü haftasına girilmişken, önce Aykut Kocaman ekranlarda arz-ı endam etmeye başladı içinde gözaşı barındıran, ağlak cümlelerle, sonra daha ilk hakem hatasında bu tip ağlamaya başladı.

Süreci her yönüyle kendi lehine çeviren, 2010-2011 sezonuun ikinci devresinin yarısından fazla maçı bağlayıp yüzsüz yüzsüz ortalarda gezinenler, üstüne bir de hak-hukuk edebiyatı yapıyor. Üstelik daha ilk hatada ve üçüncü maçlar oynanırken.

Türkiye'de Akp iktidarı 9 yıldır bu mazlum edebiyatı ile iktidarda bulunuyor. Yapılan her işte iktidar, yapılamayanlarda ise muhalefet gibi davranan Akp, spor kulüplerimize de iyi bir örnek oluşturmuş. Fenerbahçe de, bunun başını çekmiş vaziyette. Bu mazlumluk, seneler boyu sürecektir, hatta zaman zaman daha yükses sesle dile getirilecektir, cam simidi olarak.

Evet dün Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda tarihi bir akşam yaşandı. 'Krizi fırsata çeviren' Akp hükümeti gibi Fenerbahçe Spor Kulübü de. Bank Asya yollarına düşmeleri gerekirken, her yönden kârlı çıktıkları bir sene oldu.

Unutmadan, bu cemaat işi ne oldu? Cemaat deniyordu, herkesin ağzında bu vardı. Salon yapılıyor değil mi? Üstüne reklam anlaşmaları da devam ediyor.

O değil de, bugüne dek, statlara kadınlar giremiyor muydu? Ceza ojbesi olmayı kabullenen herkese tebrikler (!)