28 Ağustos 2010

Tramplenci blogger'lar


Sanırım bir yıl kadar önce yazmıştım, birtakım blog sahiplerinin kapağı medyaya atma derdinde olduğunu. Şimdi ortalarda dönen tartışmayı görünce birkaç kelam etmek istedim, hem gazeteci hem de blog sahibi olarak.

Türkiye'de gazetecilik ve gazeteciliğe bakışa dair birkaç post yazmıştım. Tabii bu tip hadiseler genelde gümbürtüye gider, pek kimsenin ilgisini çekmez. İşe öyle teknik filan bakmıyorum, genelde bu durumlarda gayet düz bir bakış açım vardır.

Gazetecilik denen işe, "Haa gazeteci mi, siktir et!" mantığıyla bakılsa da, dünyanın en saygın mesleklerinden biridir. Medya Türkiye'de, haber alma özgürlüğüne açılan pencere değil de patronların, siyasi iktidarlarla güç imtihanına dönüşmesi, mesleğin bokunun çıkmasını da beraberinde getirmiştir.

Bu bakış açısı, haliyle mesleği yapanların kalitesinin düşmesine neden olmuştur. Çünkü artık sorgulayan, araştıran, başına buyruk insanlar yerine "Peki abi, hemen abi" tavrındaki yalamalar basını istila edince, bu mesleğin itibarı ciddi şekilde zedelenmiştir.

Nasıl zedelenmesin ki, bir bina dolusu emir kulunun herhangi bir biçimde duruş göstermesi beklenebilir mi? Tabii ki hayır.

Kişisel görüş itibariyle mesleğim konusunda katıyım. Yani bir makine mühendisinin, bir iktisatçının, binlerce gazetecilik mezunu işsizken, o işi yapmasına sıcak bakmıyorum. Elbette bunun istisnaları olabilir. Eğer o işi yapabilecek yetilere sahipse, gerçekten bu işe ciddi anlamda gönül verecekse yapmaması için hiçbir neden yok. Tabii öyle zart diye köşe vererek değil.

Oysa artık bazı gazeteler, birtakım blogger'lara "Tut şunun ucunu" diyerek, rahatlıkla yazı yazdırabilir duruma geldi. Burada gazete yönetenlerinin 'cin fikirliği büyük pay sahibi. 'İstihdam çalmak' diyorum buna. O gazetede minik bir fotoğrafı ile isminin bulunmasının insana ne büyük haz verdiğini gayet bilirim.

Para almamak pahasına eşe-dosta gösterilen sayfada bulunan ismin tadı hiçbir şeyde olmaz.

Ancak senin almadığın para, bir başkasının alması gereken maaş, bunu aklının bir tarafına koymak lazım.

Gelelim işin ahlaki başka bir boyutuna, yani tartışmaya asıl neden olan konuya. Yabancı basından alınan haberleri, hiçbir biçimde kaynak göstermeden yazmak, gerçekten de emek hırsızlığı oluyor. Üstelik bundan nemalanan insanların sayısı azımsanmayacak kadar.

Bu, bir süre sonra şunu getiriyor: "Çalmak kötü bir şey değildir. Bunun üstünden para kazanılabilir." -zaten kazanılıyor da- Yok işte öyle değil. Haber de olsa, birinin evine girip bilezik de alsan, aynı kapıya çıkıyor, benim beynimin içinde, yapılan şey.

Bu kadar şeyin sadece futbol üstünden dönmesi de, ülkenin genel algısının yansımasıdır. Tramplen adamlar, basına sıçramaya çalışırken, sadece futbol üstünden bu işi yapıyorlar. Neden? Çünkü yazması kolay, çünkü kahvedeki adamın bile bu konuda söyleyecek sözü var, çünkü üstünde öyle çok da düşünmeye gerek yok, çünkü ülkedeki en gerizekâlı adamlar bile bu işten bok gibi para kazanıyor.

Bloglardan sıyrılıp, medyaya sıçramaya çalışan insanlar da bunun farkında. Yoksa amaç medyaysa, amaç gazeteci olmaksa, gel birlikte politika sayfası yapalım ya da ekonomi servisine sokayım seni, olmadı 3. sayfada çalış.

Yer mi? Yemez.

Niye? Yeterli altyapı yok da ondan. Ama futbol için bu gerekmiyor. Futbolcu eskisinden tutun da, hakem artıklarına ve Türkçe konuşamayanına kadar herkes futbol konuşup, futbol yazıyor. Haliyle bunları görüp, "Ulan bundan daha iyi yazarım" diye iç sesiyle karşılaşıyor insanlar. Tabii daha iyi yazarsın, çünkü diğeri zaten hiç yazamıyor. Kendini karşılaştırdığın örnek, başlı başına yanlış.

Sen üniversitede okumuşsun ya da okuyorsun, kendini karşılaştığın adamın lise diploması yok. Sen rahatsız değilsen, o ayrı.

Haa emek sömürüsü filan denilmiş. Bak orada, reklam alan hiçbir blogger kusura bakmasın ama emek sömürüsünden söz etmek hiçbirinin haddine değil. Sen bloğunda Endonezya'da, Tayland'da, Çin'de, binlerce çocuk işçi çalıştıran Nike'ın, Adidas'ın reklamlarını alacaksın, sonra çıkıp "Emek sömürüsü"nden dem vuracaksın. Orada 'dur' derler adama. Bloğuna bakacağım, hatun fotoğraflarını boy boy göreceğim, "alternatif medyayım" diyeceksin, farklı olduğunu bağırırken.

Sen dersen ki, "Benim etikle, duruşla ilgim yok" eyvallah! Neyin reklamını almak istersen onu al. Ama öyle zart-zurt diye atıp tutmayacak kimse.

Yazının özü Borges'in postundaki bir cümlede yatıyor. Demiş ki, "Twitter'imda sayısız medya insanı beni izler iken teker teker kendimi ve bazen bu işi meslek edinme gibi uçuk hayallerimi baltalıyorum ama ortada olan ortada."

İşte sorun tam olarak bu. Bir 'gazeteci' blogcuları takip edip, haber çıkartmaya çalışmaya başlamışsa, ortada bir yanlışlık vardır. Ben Borges'i takip ederim ama onun haberini yapmam. Okurum, eğlenirim, kızarım, küfrederim, alkış tutarım. Fakat bunların hepsini blogger olarak yaparım. Gazeteci olarak Borges'i kaale almam. İster Borges, ister bir başkası olsun, bir gazeteci olarak, kendimi bir blogger'la aynı kefeye bile koymam. Blogger olarak benden çok iyidir, çok daha zekidir. Orada 'eyvallah' demesini bilirim. Ama işim gücüm yok, twitter'dan birilerini takip edip, haber çıkartmaya çabalayacağım. Tabii canım! (Borges özelinde değil söylediklerim, kime gidiyorsa, alsın üstüne.)

Gazeteci olmaya heveslenen gençlere tam da bu noktada sesleneyim. Senden haber alıp, sayfasına koyan adam zaten gazeteci değildir. Büyük beklentilerle bu işe girip, ellerine aylık bin lira tutuşturulan çocuklardır. Bu işe girmek isteyen blog sahiplerinin talip olduğu iş budur. Tabii algıda milyon dolar alan Rıdvan var, yüzbinlerce dolar alan Ahmet Çakar var.

Temelde söylemek istediğim şey şu; eğer gerçekten istiyorsa ve yeteneği varsa, herkes her işi yapabilir. Bu konuda dirsek çürütmeye, bu işin çilesini çekmeye hazırsa neden olmasın.

Ama blog yazıyorsun, iki tane dandirik TV programına çıkıyorsun, bizzat iktidar eliyle, senin babanın, benim cebimden çıkan vergiyle kurdurulmuş gazetede yazıyorsun diye de, gazeteci olamazsın onu bil.

Herkes kendi söylediğinin önemli olduğunu varsayar. Muhtemelen bu yazıyı sonlandırmadan "Siktir lan!" diyen onlarca insan olacaktır. İnsanın kendine bakması, kendini izlemesi, kendini sorgulaması önemlidir.

Hiç yorum yapmamıştım ama yeri gelmişken yapayım. Yazdığınız yazılarda, çıktığınız TV programlarında kullandığınız jargonu iyi tahlil edin. Ağzınızdan ya da kaleminizden çıkan kelimeleri iyice tartın. Eleştirdiğiniz, yerlerine geçmeye çalıştığınız adamlarla o kadar benzer yanlarınız var ki. Benzer hayat görüşü sığlıklarına sahipsiniz, hayata karşı duruşunuz tıpkı o adamlar gibi, yani sağda-solda muhabbet ederken dalga geçtiğiniz adamların minik versiyonlarısınız.

Herkes için söylemiyorum. İsteyen üstüne alınsın, isteyen alınmasın. Cin gibi çocuklar yok mu? Elbette var. Ama gösterdiğiniz duruş ancak ve ancak Çarşı tadında. 1 Mayıs'ta Taksim'e giderken, İnönü'de Diyarbakırspor maçında "PKK dışarı" diyen güruh benzeri...

Bugün şu yaşanan tartışmanın gerçek sorumluları, gazetelerin içini boşaltıp, iki kelimeyi bir araya getiremeyen insanlarla dolduranlardır. Birçok blogger, sağıma-soluma baktığım çalışanlardan daha doğru insanlar yoksa. Ama ne onların, ne de diğerlerinin şu masalarda oturmaya hakkı yok.