22 Aralık 2011

Poşet Hayati -2-


İçerisi karanlık ama dışarıdan her şeyi duyuyorum. Zenginin evindeki karanlık oda bile başka oluyor. Bu odanın kendisi, Hacer Abla'nın evinden daha güzel. Sesler geliyor dışarıdan ama bir türlü anlam veremiyorum konuşulanlara. Bana 'pis' diyen kaltağın sesi olduğu belli. Aha kapı da açıldı.

- Berkecannnn. Kaç kere dedim sana şu yediğin çikolataların ambalajlarını bu odaya atma diye? Hacerrr bu odadaki kâğıtları da toparla. Bu odayı da iyice sil.

Berkecan nedir lan! Böyle isim mi olur. Ya Berke koyarsın, ya Can. İkisini birleştirince Voltran mı oluşuyor. Yemin ediyorum, Berkecan diye ismim olacağına bana 'naylon' denmesine razıyım. Ne naylonu lan, göt lalesi deyin, ağzımı açmam. Aranızda Berkecan yok değil mi? Varsa alınmayın oğlum, sizin hatanız değil, koyanın hatası. Hacer Abla da geldi, garibim daha geleli bir saat olmadı kan ter içinde kalmış.

- Suat, bu gömlekteki, saç kimin?
- Hangi gömlekteki hayatım?
- İş gezisinden getirdiğin beyaz gömlek.
- Aman be hayatım, birinden düşmüştür.
- Biliyorum o düşmeleri ben!
- Saçmamala Aydan. Şu paranoyak halin can sıkıcı hale gelmeye başladı.


Karı manyak lan. Önüne geleni azarlıyor, herkese emirler yağdırıyor. Görseniz bir boka da benzediği yok. Çakma sarışın, boyu 1.60 ya var ya yok. Sırf makyaj, başka da bir numarası yok. Gece o makyaj çıkınca sikime benzemiyorsa, granül poşet değilim.

- Suat otelde bastığımı unutuyorsun herhalde. Paranoyak demeyi kes artık.
- Oldu bir hata hayatımın aşkı, bir daha hiç yaptım mı?
- Bu ne diyorum!
- Hostesten filan gelmiştir belki. Ne bileyim ya.
- Hostesler ne zamandan beri gömleğinin iç cebine saç bırakıyor.
- Dünya hali, olur diyorum hayatım. Çocuklar duyacak, gece konuşuruz.


Hacer Abla'nın da keyfi yerine geldi. Baksanıza nasıl gülüyor.

- Hacer, çocukların kahvaltılarını hazırla çabuk. Oyalanma oralarda.
- Tamam hanımım.
- Üfffffffff! Bana hanımım demeyi kes. Aydan Hanım diyeceksin.
- Tamam hanımım. Ay, Aydan Hanım peki.


Hacer Ablam kapıyı aralık bıraktı, oley lan. Fakat karıya bok attım ama kase de iyiymiş. Tamam itiraf ediyorum, kadınlara karşı zaafım var. Gördüm mü dayanamıyorum. Ama harbiden oğlum, karının götü iyi, kıvamı yerinde. Bir punduna getirip, sürtünsem var ya. Offfff çok canım çekti.

Suat senin de erkekliğini sikeyim. Karı, köpek etmiş herifi, süklüm püklüm karşısında. Ben böylelerini ruhum gibi bilirim, çak ağzına iki tane, bak bakalım nasıl karşında muma dönüyor.

Veletler de aşağıya indi herkes kahvaltı masasında oturuyor. Fakat sağ tarafı tam göremiyorum. Kılıbık Suat o tarafta oturuyor olsa gerek, bir tek onu göremiyorum çünkü. Garibim Hacer Ablam, masayı kurdu, şimdi de etrafı siliyor.

- Berkecannn, çabuk masaya otur diyorum.
- Tamammmmmm.


Ağzını yayışına bak şunun. Elinde kaşıkla, bana doğru yaklaşıyor. Kaşığı tutmacımdan soktu, havalandırdı beni.

- Berkecan, oğlum masaya oturur musun lütfen?

Herif, oğluyla değil de, sanki Londra Büyükelçisi ile konuşuyor, ciddiyete bak. Boşuna mal olmamış bu çocuk. Eyvallah kibarlık iyi güzel de, insan oğluyla da böyle konuşmaz.
Piç, 3-4 kez düşürdü, her seferinde kaşığı deliğimden sokuyor. Deliğimden soktu dediğim için gülenin, ağzına sıçarım. Bak, cidden ağzınıza yüzünüze sıçarım.

- Hacer şu pis şeyi, çabuk al elinden.
- Emredersiniz Aydan Hanım.


Hacer Abla'nın ellerindeyim nihayet, huzur doldum, kuran çarpsın. Yalan yok, isterdim Hacer Abla ile kalayım ama bizim hayat da kelebek misali çarçabuk bitiyor. Seneleri geçtim, haftalarca hayatta kalanımız bile olmuyor. Genelde çöplük köşelerinde sonlana bir hayata sahibiz. En afilli olanımızdan, benim gibi en garibana kadar böyledir. Allah'ı var Hacer Abla iyi insan. Çöpe de gideceksem, o atsın isterdim. Beni usulca alıp, tam mutfağın ortasındaki tezgahın kenarına iliştiriverdi.

Mutfak diyorum ama sizin bildiğiniz mutfaklardan değil. Her taraf ihtişamla dolu. Bir tane poşet olmaz mı lan mutfakta. Oğlum her mutfakta bir poşet olur. Burada yok. Ya tamam şimdi doğruya doğru. Pek iyi değiliz, alayınızın sağlığı ile oynuyoruz filan da, Türkiye'de yaşıyoruz, poşetsiz olmaz.

Ev ahalisi gitti, kaldık Hacer Abla'yla başbaşa. O bütün evi köşe bucak temizledi, ben burada pinekledim. Zil çaldı, bir kadın geldi. Hacer Abla'yla konuştular, sonra bizimkisi gitti. Kaldık burada tek başımıza. İlkin çocuklar geldi eve, şoförleri de var. İsmi Narin'miş, Hacer Abla söyleyince duydum. Belli ki akşamları da ihtiyaçları bu karşılıyor. Gençten ismi gibi bir kız. Bu yaşta, elleri çatlamış kızcağızın. Adaletini sikeyim böyle dünyanın, 23-24 yaşında ya var ya yok. Aha da, Aydan orospusu geldi.

- Narin, Hacer kaçta gitti.
- 5 buçukta gitti Aydan Hanım.
- Tamam kızım, çocuklar geldi mi?
- Biraz önce geldiler, kıyafetlerini değiştiriyorlar.
- Sen onların yemeğini hazırla. Biz bu akşam Suat'la bir davete gideceğiz. Narin gelene kadar gitme sakın.


Karı beni kesti, "Bu pisliği çabuk at!" diye çıkıştı kıza. Kızcağız, beni eline aldı, elinin içinde yuvarladı, içime birkaç ekmek parçası koydu ve mutfak tezgâhının altındaki çöpe attı. Böyle şansın içine tüküreyim e mi?

- Şşşşt, dayıoğlu ismin ne?
- Napacan yarrağım ismi mi? Nüfusuna mı alacaksın? Dayıoğlu ne lan ayrıca, mal mal konuşma.
- Oğlum akıllı ol, içimize aldık seni, akşam gideceğimiz yer aynı. İki kelimenin belini kıralım.
- İçine mi aldın? Dur biraz daha salayım o zaman.


Başladık gülmeye, çöp poşeti Hakikat'la birlikte. İbneye başta çıkıştım ama esaslı oğlanmış. Sabahtan beri burada takılıyormuş, içine atmadık şey bırakmamışlar. İlk geldiğinde zengin evine kapağı attım diye sevindiyse de, hayatı benden daha kısa süreceği için dertli mi dertli.

Biz muhabbete devam ederken, lavuğun biri Hakikat'ın kenarlarından geçirdikleri iplerden bağlayıp, dışarı çıkarttılar. Evin önündeki çöp konteynerinin içine atıverdiler. Hakikat'ın ağzı bağlı olunca konuşamadı tabii, ne kadar konuşmaya çalıştıysam çıt çıkmadı. Sokaktan bir ışık sızıyor fakat göremiyorum çok fazla. Yarım saat geçmeden, sesler gelmeye başladı, çöpleri karıştıran iki genç Hakikat'ı parçalayıp, beni ellerine aldılar. Bir çırpıda içimi açtı, ekmekleri görünce, iki kollu koca sepetli arabasının ön tarafına koydu beni.

Çöp koyteynerini hafiye gibi araştırdılar. Plastikleri biri alıyor, kartonları diğeri. Arada birbirlerini "İyi bak, iyi bak" diye uyarıyorlar. Çöpteki işleri bitince başladık bunlarla gitmeye.

- İbo, şu parka gidip biraz oturak mı?
- He ya, oturak amına koyayım.
- Bir şey diyeceğim ama kızarsın diye söylemeye çekiniyorum.
- Söyle, söyle.
- İki bira alak ya, bütün gün yorumdum.
- Alak amına koyayım, alak.


Giderken iki çöp konteynerini daha karıştırdılar. İbo benim yanıma, bir lavuk daha getirdi. Başta söyledim ya, naylon torba aleminin en itibarlı, en götü kalkık olanı takviyeli poşet koydular. İbnenin havalarını size anlatamam. Yüzüme bakmıyor, kafayı yana çevirdi, dışarıyı seyrediyor. Puşt! Sanki Eyfel'den Paris'e bakıyor, o derece yavşak tavırlar içinde.

Geldik bir parka, arabalarını bin bankın önüne koydular, muhabbete başladılar.

Acayip şeyler dönecek hissediyorum. Şu takviyeli lalenin de sülalesini sikeceğim. Bekleyin işte, harbiden manyak muhabbet var. Yarın görüşürüz canpareler. Takviyelinin ismi de Ersoy. Kıl olurum amına koyayım Ersoy ismine.

Poşet Hayati 1