7 Haziran 2011

Gerekirse tekme de atarız


Aslında biraz dedikodu kıvamında olacak girişi ama yazmadan da edemeyeceğim.

Saat 18.00 gibi, aşağıya sigara içmeye indim. Abbas Güçlü, birkaç kişiyle konuşuyordu, konuşmaların hepsini dinlemedim ama bir cümle gayet sesli ve net söylendiği için duydum. Abbas Güçlü yanındakilere, "Artık beni Silivri'de ziyaret edersiniz. Gidişat o yönde" dedi. Gayet ciddi ve hiç de espri yapar gibi değildi.

Cumartesi günü de, asansörde karşılaştığım bir Vatan Gazetesi yazarı ile aramızda şöyle bir konuşma oldu:

Ben: Nedir abi seçimden beklentin?
Yazar: Ben çok ciddi bir sürpriz bekliyorum.
Ben: İnanarak mı söylüyorsun yoksa salt beklenti mi?
Yazar: İnanarak söylüyorum. Ama eğer o sürpriz olmazsa hepimizin ağzına sıçacaklar.

Abbas Güçlü, Başbakan'ın televizyonlardan, aleni olarak "Diyorum ya görevlendirme var. Görevlendirenler de belli. Ben o kişinin sürekli bu işin üzerindeki kampanyasını ben söylüyorum. Delil belge falan değil. Sürekli mensubu olduğu yayın organının televizyonunda, köşesinde bu işi tahrik etti. Bunlar mahşeri vicdanda mahkum olacaklar. Gelecekte bedelini çok ağır ödeyecekler tabii" dediği ve "Vicdanen mi, hukuken mi?" sorusuna "Belki hukuken de olabilir yani. Belli olmaz.

Çünkü burada mağdur durumuna düşen ÖSYM Başkanı bunlar hakkında bana göre dava açması lazım. Şu işler, imtihan, her şey bitsin, sonra bu işin üzerine kendisinin de gitmesi lazım. Onun da hakkını araması lazım"
cümlelerini eklediği kişi.

Şu an resmi bir açıklama gelmedi ama ilk bedel olarak Genç Bakış programının yayından kaldırıldığı söyleniyor. Kanal da konuyla ilgili hiçbir açıklama yapmadı, keza Güçlü de.

Bu ülkenin iki köşe yazarının düşünceleri bu minvalde. Ve bunları öyle laf olsun diye değil, gerçekten inanarak söylüyorlar.

Ülkede cesur olması gereken gazeteciler, böylesi korkulara kapılınca, doğal olarak bu korku dalgası, halk içinde de dalga dalga yayılıyor.
Yayılmasını garipsememek gerekir çünkü toplumun muhalif pek çok kesmi, mahkemelerin ileri tarihlere atıldığı, birbirine eklemlendirilen ve bitip tükenmek bilmeyen davalarla cezaevlerinde yatıyor.

Hopa'da gayet normal bir HES protestosu, üniversiteli öğrencilerin "Parasız eğitim istiyoruz" talepleri, terörizmle suçlanıyor. Medya işin daha büyük isimlerinde koşsa da, Hopa'daki olaylar nedeniyle dün 12 kişi tutuklandı. Ferhat Tüzer ile Berna Yılmaz 1.5 yıldır cezaevinde ve davaları sürekli erteleniyor. Bunları ancak kıyıda köşede bulabiliyorsunuz.

Korku, korkuyu tetikliyor. Ülkenin gazetecisi böyle içten içe bir endişe yaşayınca, bunun halk tabanında karşılık bulmamasına da imkân yok.

Bunu laf olsun diye söylemiyorum, inanın ama eğer hapisse de yatılır, işkenceyse de görülür. Bu toplum, kaç tane yiğit yürekli adam çıkartmışken, gazetecilerin böylesi endişelere kapılması anlaşılabilir bir durum değil.

Gencecik insanlar bu ülkenin geleceği için gözaltılar, tutuklamalar yaşadılar; işkencelerden geçirildiler. İdam sehpahalarına tekmeyi bastılar. 22-23 yaşında gencecik adamlar bunlar. Bu kadar yürek yok mu bu ülkenin gazetecilerinde, her türlü baskıya, tehdide karşı, "Siktir" çekebilecek yürek yok mu?

Bağıra bağıra faşizm geliyor ve faşizm kokuyor yaşananlar. Ülkenin birtakım bölgelerinde sıkıyönetim uygulanıyor, insanlar kahvelerden işyerlerinden toplanıyor.
Evlatlarını, kocalarının durumunu sormaya kalkan kadınlar gözaltına alınıyor. Daha nereye kadar korkacağız? Biraz daha fazla korkmak için, nelerin yaşanması gerekiyor?

Seneca'nın söylediği gibi "Cesaret cennete, korku ölüme sürükler". Bundan gayrı bir onurumuz var kaybedeceğimiz. Onu da korkarak kaybetmeyelim.

Gerekirse sehpaya tekme de atılır, sikimizde olmaz...