8 Ocak 2011

Kefal Türk basını


Bu hatunu Selçuk Parsadan ayakta uyutup, dolandırmıştı.

Milliyet, Posta ve Sabah gazetelerine evinin kapısını 9 yıl sonra açmış ablamız.

Aynı gün 3 gazeteye birden röportaj vererek -üstelik 9 yıl sonra ilk kez- 8 Ocak Cumartesi gününün gündemine pat diye oturuverdi ablamız.

Şu 3 gazeteden çıkarttığımız sonuç, geçen 8-9 yılda Tansu Çiller'in zekâ seviyesinin Türk basınının üstüne çıktığıdır. Artık kim, üstüne ne alması gerekiyorsa bir zahmet alıversin.

Vay anam vay. Tansu Çiller, basından zekiyse Türkiye'nin vay haline...

Büyüksün be Alper Yasin!


Kendisini tanımayanlar varsa, tanıtayım. Bilkent Üniversitesi Ögrenci Konseyi Başkanı Alper Yasin Altınel. Şu Çankaya Köşkü'ndeki Abdullah Gül ve 'öğrenciler' görüşmesine Jaguar araçla giden Alper yani.

Bu ülkede çarpıklıklar insanın gözüne böyle sokuluyor işte. Bir tarafta okula gitmek için otobüs parasını bile denkleştirmekte zorlanan işçi-memur çocukları, diğer tarafta Alper Yasin gibileri.

Cumhurbaşkanı Gül, dostlar alışverişte görsün hesabı, öğrencileri makamına çıkarttı. Onların sorunlarını, dertlerini ve sıkıntılarını dinledi.

Altında Jaguar'ı olan Yasin ve diğer 13 kişi acaba öğrencilerin sıkıntılarını biliyor mu? Bu öğrencilerin neden sokaklarda eylem halinde olduklarından haberdar mı?

Aslında duruma şaşırmamak lazım. Yani genç bir üniversite öğrencisinin altında Jaguar marka araçla öğrenci sorunlarını anlatma meselesine. Çıktıkları köşkte oturan Abdullah Gül'ün de 18'ine basar basmaz şirket sahibi olan çocuğu var.

Kendisini Suudi Arabistan' gezilerine götürüp, oralarda ticare ilişkiler kurması için eğitiyor. Kah mısır işine giriyor, kah bilişim şirketi kuruyor.

Yasin'i de bu açıdan yadırgamamız gereksiz diye düşünüyorum. Çünkü Yasin, sistemin istediği öğrenci tipi. Eylemlerde işi olmayan, Jaguarıyla okuluna gidip gelen, Bilkent Üniversitesi'nde onbinlerce dolara okuyan bir genç.

Haliyle Yasin'in sorunları ile sokakta eylemde bulunan öğrencilerin sorunları arasında farklılıklar olacak. Yasin her ne kadar tipik demagoji örneklerini sunarak "Köylü çocuğuyum, hem Jaguar'ıma neden laf ediliyor? Okula Ferrari ve Porsche ile gelenler de var." diyerek, kendini savunuyor.

Yasin haklı. Başbakan da bizden biri, çocukları da bizden, içimizden. Bu ülkede içimizden olmayan siyasetçiye rastlayamazsınız. Hepsi içimizden kişiler. Daha doğrusu içimizden değil, içimizde kişiler. Artık denk gelen neresi varsa, oradan içimize giriyorlar.

Yasin'in çok büyük incelik göstererek, Köşk'ün kapısına getirmediği Jaguar'ının yıllık vergisi ile benzin masrafı ne kadardır? Kaç memur maaşı eder ya da bir işçinin yıllık ücretinin kaçta kaçıdır acaba?

Önümüzdeki günlerde Başbakan Erdoğan da, Dolmabahçe'den öğrencilerle bir araya gelecek. O konuşacak, öğrenciler dinleyecek; öğrenciler dinleyecek, Başbakan konuşacak. Toplantı sonunda kameralara "İşte dertlerini dinledik, sokaklara çıkılmasının ne gereği var?" diyecek. Özenle seçilmiş öğrenciler de "Başbakanımız tüm taleplerimize yardımcı olmak konusunda gereken adımların atılacağı sözünü verdi" diyecek ve Türkiye'de öğrenci sorunları bıçakla kesilmiş gibi son bulacak.

Dünyada tüm sorunlarını konuşarak çözebilen başka bir ülke yok zaten. Sadece bizim ülkemizde konuşuyoruz ve sorunları hallediyoruz. Diyalog deniyor bunun adına. Bir taraf konuşuyor ve istenilen taleplerin hiçbirini karşılamıyor, diğer taraf da susuyor ve taleplerinin karşılanmasını bekliyor.

Yasin Jaguar'ını bir ay boyunca cezalandıracakmış ve garaja kapatacakmış. Köylü çocuğu Yasin yine büyüklüğünü göstermiş, sizin anlayacağınız. Yasin Jaguar'ını garaja kapatırken, yurtlarda bisküvi ve krakere talim eden öğrenci arkadaşlar, har(a)çlarını ödeyemeyen öğrenciler kendilerini nereye kapatmalı acaba?

Gerçi onlar için siyasi iktidarın bulduğu bir çözüm var. Bedava ekmek, bedava su ve bedava konaklama. Bunlara ulaşmanız için sadece ve sadece "Parasız eğitim istiyoruz" pankartı asmanız yeterli. O zaman hapisaneye beleş giriş hakkı elde ediyorsunuz.

Bak, düşününce sorunsuz bir Türkiye'de yaşamak mümkün....

'Metin' olmak lazım


Oğlunu devletin polisi öldürdü.
'Banktan düştü' dediler.
'Çay bahçesinde fenalaştı, sandalyeden düştü' dediler.
Dönemin Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar 'Gözaltına alınmadı' dedi.
'Duvardan düştü' dediler.
Polisin işkenceyle öldürdüğü ortaya çıktı.
Metin'i öldürenlen 'Vicdanımız rahat' dediler.

Devlet davayı İstanbul'dan başka illere kaçırdı. Ama kimse geri adım atmadı.
Mahkûmiyet kararı çıkan ilk gazeteci cinayeti olarak Türkiye tarihine geçen Metin Göktepe ölümünden sonra da şunu gösterdi, cinayeti devlet de işlemiş olsa, takip etmeyi bırakmazsanız, örgütlü olarak hakkınızı ararsanız; sonuca ulaşırsınız.

Türkiye'de onlarca gazeteci cinayeti aydınlatılamadı - ya da aydınlatılmadı-. Ölenler, öldüğüyle kalıp, tarihe öldürülen gazeteci olarak geçti, hepsi o kadar...

Metin'le aynı gazetede çalışmış olmayı her zaman şeref saydım, hep de öyle olacak...