27 Şubat 2011

Adı konulmamış sonu olmayan hikâyeler -5-


Yağmur’un öldüğünü ilk kez biri yüzüme vurmuştu. Onu kaybettiğim 9 yılın ardından öldüğünü benden başka biri söylemişti. Ağır gelmişti, çok ağır hem de. Gözyaşlarım, adımlarıma eşlik edercesine hızla dökülüyordu. Engel olmaya çalıştıysam da beceremedim. Başımı öne eğip, Tarlabaşı’na doğru ilerledim. İlk ışıklardan karşıya geçip, taksiye atladım.

“Beyefendi ne tarafa?”
“Bakırköy’e kadar gidin lütfen.”
“Tabii.”
Ceplerimi yokladım, müzik çaları kulağıma taktım yine. İlhan İrem’den ‘Konuşamıyorum’ çalıyordu. Gözyaşlarım yerine hıçkırıklara bıraktı. Taksici dikiz aynasından bakıp, “İyi misiniz beyefendi?” dedi. Söylediğinden bir şey anlamadım ve kulaklığımı çıkarttım.
"İyi misiniz beyefendi?"
“Size ne!”

Efendi bir adamdı, kimbilir akşamın bu saatinde ne için direksiyon sallıyordu. Pişman oldum ama açıklama yapacak ya da özür dileyecek durumda değildim.
Taksinin içinde nefes alamamacasına ağlıyordum. Şarkının sözleri içime işliyordu, “Ve sen bir gök kuşağı kadar güzelsin, rengarenk ve az sonra gidecek, görüyorum. Ve ben yağmurlar altında, bir yolcu, ıslak yorgun, tutkulu, yürüyorum. Sensiz ben yolumu bulamam, haykırmak istiyorum. Konuşamıyorum...”

İncirli Köprüsü’nün üstüne geldiğimizde, “Abi sen sağdan git, E-5’e çıkıp, şu hastanenin yanından ilerle” dedim.
Hiç sesini çıkartmadı, sadece söylediğimi yaptı. Biraz daha toparlanmıştım, salya sümük ağladıktan sonra. Sadece komut veriyordum, “Sağa, düz gideceğiz, buradan sola.” Gelmiştik. 30 lira tuttu, 50 lirayı verip, “Üstü kalsın” dedim.
“Delikanlı, hiçbir şeye değmez”
Ağız dolusu, okkalı bir küfür savurmaya hazırlanmıştım ki, içimden bir ses 'yapma' diye seslendi.

Aparman kapısının tam önünde inmiştim. Anahtarlarımı bulmak için ceplerimi yokladım. Hiç adetim değildir, pantolon cebimden çıktı. Anahtarı çevirdim, kapıyı açtım. Merdivenleri yürüdüm iki kat boyunca. Anahtarlar elimde şıngır şıngır ötüyordu, adımlarımın hızından ötürü. Kapının deliğine anahtarı tam sokmaya çalışırken, çöktüm yere. Kapının önünde yeni bir ağlama krizi başlamıştı. Ayağa kalkıp, o anahtarı kapıdan geçirmek için dahi gücüm yoktu.

Gören olsa kafayı bulduğumu sanırdı. Bir gayretle ayağa kalkıp, anahtarı kapının deliğinden soktum. Kapıyı açtım ve koşar adımlarla yatak odasına daldım. Yatağa kapaklandım, yüzü koyun. Vücudumdaki bütün su, sanki yanaklarıma iniyordu.

“Yağmur öldü, Yağmur öldü, Yağmur öldü” sesleri yankılanıyordu kulaklarımda. Mitinglerde atılan sloganlar gibi, bugüne kadar tanıdığım herkesin sesinden aynı cümleyi duyuyordum, “Yağmur öldü.”

Kulağımdaki müzik çaların sesini sonuna kadar açtım, bir türlü bitmek bilmiyordu.

Gözyaşlarım insafa gelmişti, kesildi. Kulaklıkları çıkartıp, komedinin üstüne bıraktım. Üstümü başımı çıkartıp, banyoya girdim. Musluğu çevirdim, sıcak suyun vücuduma şiddetlice çarpmasıyla biraz kendime geldim. Çoraplarım hâlâ ayağımdaydı, eğilip çıkarttım, musluğun üstüne bıraktım. Suyun altında hep kendimi iyi hissederdim. Denizde ya da duşta olmam fark etmiyordu. Su beni rahatlatan, kendime getiren nadir şeylerdendi. Musluğu kapattım, kapının arkasında asılı havluyu sardım belime.

Evin soğuk olduğunu şimdi hissetti vücudum. Mutfağa gidip, kombiyi açıp, salona girdim, Macun evinde yatıyordu. “Gel kızım.”

Patilerini uzattı ilkin, nazlana nazlana çıktı, orada öylece durmuş yüzüme bakıyordu. “Gel kızımmm” diye tekrarladım.
‘Mırrkk’, diye seyirte seyirte geldi. Pat diye kucağıma atladı. Kafamı geriye yaslayıp, okşamaya başladım. Ön patilerini havaya kaldırıp, göbeğini alabildiğince açtı, sevmem için.

‘Küstah karı!’ neye dayanarak, hayatımı böyle deşebiliyordu. Kimin söylemiş olabileceğini düşündüm. Rıza olamaz, Özgül ve Bülent de. Ya Kaan’dı ya Nihal. Nihal’in bütün akşam melek tavırları bunun bir göstergesiydi. Zaten bu tip bir patavatsız başka kimsenin tanıdığı olamazdı.

Ne kadar uyumuşum bilmiyorum. Saate bakmaya üşendim ama çok fazla olamaz diye düşündüm. Çünkü uyku gözlerimden akıyordu. Macun kucağımda kıvırıp yatmış. Bütün sıcaklığını bacaklarımın arasında hissediyorum.
Kafasından kuyruğuna kadar elimle bir yolculuk yaptı. Gözlerini aralayıp, o kendine has yuvarlak pozisyonunu alıp, uykusuna kaldığı yerden devam etti. Neyse ki, evde biri uyuyordu.

Sokakta bulmuştum, daha göbeğinde kordonu vardı, kardeşleri ile birlikte. Hayatımda bir çocuğa attığım ilk tokattı. Poşet içinde, benzine bulanmış bir vaziyette bulmuştum. Balkondan miyavlamalarını duydum ve aşağıya indim. Çocukların ellerinden almak istediğimde, kara kuru sıska, saçları 3 numaraya vurulmuş piç, “Siktir git lan!” deyince dayanamamış ve patlatıvermiştim suratının ortasına.

Elinden düşen poşeti kaptığım gibi yukarı çıkmıştım. Annemle birlikte nasıl besleriz diye düşündük uzun uzun. Her durumda soğukkanlılığını koruyan annem, şırınga almamı söyleyince, sokağın hemen başındaki eczaneye koşturmuştum. Annem içine suyla karıştırdığı sütleri koyup, her bir yavrunun ağızlarını bana açtırıp içirmişti.

Gece çalıştığım için gündüzleri sürekli birlikte vakit geçirmeye başlamıştık. Zamanımın çoğu sonradan sayıları 4’e inen bu 5 yavru ile geçiyordu. Koynuma hangisini alıp uyusam diye yanlarına gittiğimde Macun üstüme üstüme zıplıyordu.
O zamandan bu yana hiç ayrılmadık. Geceleri işten geldiğimde beni pencerede bekliyordu. Arabadan indiğimi görür görmez, kapının önünde dikilip, “Bu kadar saattir neredesin?” der gibi hesap soran bakışlarla sorgular gibiydi.

Tek başıma eve çıkmaya karar verdiğimde, aklımda Macun’dan başkası yoktu. Evdeki ilk gecemizi hatırlıyorum da, nasıl şaşkındık. Bütün odaları gezindik beraber, ben nereye gitsem mır’laya mır’laya arkamdan geliyordu, kimi zaman bacaklarıma sürtünerek. Koyun koyuna yatıp uyumuştuk. O gün bugün, birlikte uyumadığımız gece sayısı çok az. Bu bomboş evde tek dert ortağımdı üstelik.
Yağmur’u en az benim kadar iyi tanıyor. Gözlerini, gözlerimin ta içine dikip dinlerdi. Ne çok severdi Yağmur olsa. Sokakta her gördüğü kediyi okşamak için peşinden koştururdu.

Yokluğunu yine en derinde hissettim. Tüm hayallerim, umutlarım da onunla birlikte, o kahrolası tabutun içine girmişti. Hiçbir beklentim yoktu ve tek istediğim bir an once ona kavuşmaktı ama kendimi öldürmemek için hep bir bahane buluyordum. “Macun’un tuvaletini kim temizleyecek?”, “Ya annemle babama bir şey olursa?”, “Yağmur çok kızar.”

Hep bir sebebim vardı, sadece bir kez ucuna kadar gelmiştim. Evin girişinin hemen yanında salona açılan kapının üstündeki kalorifer borusuna, belimden çıkarttığım kemeri sıkıca bağlayıp boynuma geçirmiştim. Alabildiğine kadar sıkmıştım, kemeri. Kendi kendime bu kez başaracağıma dair söz vermiştim.

Sandalyeyi ayağımla itmeye çabalarken, Macun önümde dikilip, hiç duymadığım bir biçimde bağırmaya başladı.
“Git, gitt” diye bağırdıkça, o sesini daha fazla yükseltiyordu. Delirmiş gibi miyavlıyordu bana bakarak.

Salya sümük ağlamaya başlamıştım. Bana olan can borcunu ödüyor gibiydi. Kemeri boynumdan çıkartıp, yere çöktüm. Kucağıma atlayıp, kafasını yüzüme sürtüyordu. Yağmur diye ona sarılıp uyumuştum, halının üstünde.

ADI KONULMAMIŞ SONU OLMAYAN HİKAYELER

ADI KONULMAMIŞ SONU OLMAYAN HİKAYELER -2-

ADI KONULMAMIŞ SONU OLMAYAN HİKAYELER -3-

ADI KONULMAMIŞ SONU OLMAYAN HİKAYELER -4-