Yarın 13 Aralık 2010. Birçoğunuz için 13 Aralık tarihi pek bir şey ifade etmiyor olabilir ama Erdal Eren'in ailesi, dostları ve yoldaşları için O'nun katledilmesinin çivi gibi kalplerine, gönüllerine, yüreklerine kazındığı gün olarak çok şey ifade ediyor.
Faşist cuntacıların, hesap kestiği tertemiz yüzlü, gencecik fidan Erdal Eren 13 Aralık 1980'de bir darağacında katledildi. Üstelik işlemediği bir suçtan ötürü.
30 yıl geçti üstünden, bugün yaşasaydı 47 yaşında bir baba olacaktı ya da 47 yaşında bir koca. Akşam elinde poşetlerle girdiği evinde masaya oturup, eşiyle, çocuklarıyla yemek yiyecekti. Eli suya uzanacaktı, kızı sürahiden bir bardak su koyacaktı. Kızına gülümseyecekti, içten içe evden uçup gideceği günü düşünecekti. Koltuğa ayaklarını uzatıp, eşine o gün yaşadıklarını anlatacaktı. Eline gazetesini alıp, şöyle bir haberlere bakınacaktı ya da televizyonda dövülen öğrencileri izleyip, 30 yıl öncesini anımsayacaktı, onlarla omuz omuza mücadele edecekti.
Erdal yaşasaydı, doğan güneşe bakacaktı, iliklerine işleyen soğuğa aldırmadan yürüyecekti, denize girecekti, köyüne gidip daldan bir elma kopartıp ısıracaktı. Eşinin elinden tutup yanağına bir öpücük konduracaktı ya da.
Bu devlet onbinlerce insanın hayatını çaldı ama belki de en çok Erdal'ın yaşamını çaldı. Yaşayamadığı, tadamadığı o kadar çok şey var ki. 17 yıllık onurlu bir hayatın dışına taşabilecek daha nice onurlu yıllarını çaldılar Erdal'ın.
Darağacına çıkartabilmek için avukatlarının tüm taleplerini reddedip, ibreti alem olsun diye astıkları Erdal için kılları bile kıpırdamadı. Faşist cuntanın başı Kenan Evren "Mahkemeleri hızlanması için uyarıda bulunduk" diye yıllar sonra bile 'gururla' anlattı.
Öldürmediği bir jandarma eri için boynuna geçirilen ilmik, görüldü ki boynuna asılan bir asalet kolyesiydi. Türkiye'de hukuksuzluğun, devlet eliyle işlenen cinayetlerin en adisiydi Erdal'ın idamı.
Bugün geldiğimiz noktada eli kanlı katillere 17 yaşından küçük 'çocukluk' payesi verilirken, gerçekten de 17 yaşından küçük olan Erdal'ın idam edilmesi aslında bir arpa boyu bile ilerlemediğimizini en büyük göstergelerinden biridir.
Erdal'ı asan zihniyetin yarattığı, beslediği, büyüttüğü siyasi iktidarın seçim meydanlarında, Meclis kürsülerinde kirli ağızlarıyla adını andıkları Erdal, bugün yaşasaydı şüphesiz suratlarının ortasına tükürürdü.
"Çoktandır idam olmuyor, bazı kişilerin idam edilmesi gerek", "Ellerimiz titremeden idam kararlarını onayladık" diyen Kenan Evren'i yargılayacakları sözüyle timsah gözyaşı dökenler, bugün tıpkı Erdal gibi mücadelede olan gençleri tıpkı 12 Eylül dönemindeki faşist cuntanın yaptığı gibi zor kullanarak, haklarında soruşturmalar açarak, örgüt bağlantıları kurarak yargılatma peşinde olmaları ise sadece bu ülkeye öz trajikomik bir hadiseden ibarettir.
Hakkında hiçbir kanıt olmayan, savunma avukatlarının tek bir şahidinin bile dinlenmesine izin verilmeyen toplamda üç celse ve 45 gün süren bir dava sonucu asılan Erdal Eren, 17 yılına onurlu, tertemiz bir yaşam sığdırdı.
Erdal Eren'in abisinin de bulunduğu bir belgesel ve sonrasında bir yemekteydim. Çok şey sormak istedim, çok şey konuşmak istedim ama tek bir kelime bile edemedim, yanımda oturmasına karşın. Çünkü Erdal Eren aklıma geldikçe boğazım düğümleniyor, kelimeleri bir araya getiremiyorum.
Tam o anda, Türkiye'de siyasetin ne kadar aşağılık yöntemlerle yapıldığı aklıma düştü. Şiirler okuyup, kürsülerden gözyaşı dökerek, Erdal Eren'in ismi üstünden rant elde etmeye giden adice yollarla oy toplamaya çalışmak. Oysa ben Erdal'ın abisiyle tek kelime bile edememiş sadece elini sıkabilmiştim.
Erdal'ın da dediği gibi, "Binlerce Erdal var ve mücadele hiç bitmeyecek."
ERDAL EREN'İN SON MEKTUBU
Sevgili annem, babam ve kardeşlerim;
Sizlere bugüne kadar pek sağlıklı mektup yazamadım. Ayrıca konuşma olanağımız ve görüşmemizde olmadı. Zaten dışarıdayken de birbirimizi anlayacak şekilde konuşamadık.(Bu konuda sizlere karşı büyük oranda hatalı davrandım. Ancak bunu size karşı saygı duymadığım, bu nedenle böyle davrandığım şeklinde yorumlamamanızı dilerim) Bu nedenle sizlere anlatacağım, konuşacağım çok şey var.
Ancak olanak yok. Düşüncelerimi bu mektupla anlatmaya çalışacağım. Şu anda ne durumda olacağınızı tahmin ediyorum. Ama çok açıklıkla söylüyorum ki benim moralim çok iyi ve ölümden de korkum yok. Çok büyük bir ihtimalle bu işin ölümle sonuçlanacağını çok iyi biliyorum. Buna rağmen korkuya, yılgınlığa, karamsarlığa kapılmıyorum ve devrimci olduğum, mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum.
Böyle düşünmem, böyle davranmam, halka ve devrime olan inancımdan gelmektedir. Ölümden korkmadığımı söylemem, yaşamak istemediğim, yaşamaktan bıktığım şeklinde anlaşılmamalı. Elbette ki hayatta olmayı ve mücadele etmeyi arzularım. Ancak karşıma ölüm çıkmışsa, bundan korkmamam, cesaretle karşılamam gerekir. Biliyorsunuz ki bu ceza işlediğim iddia edilen suçtan verilmedi.
Asıl amaçlanan böyle bir olayla gözdağı vermek ve mücadeleyi engellemek hedefine dayalıdır. Bu nedenle sizinde bildiğiniz gibi, kendi hukuk kurallarını çiğneyerek bu cezayı verdiler.
Cezaevinde yapılan (Neler olduğunu ayrıntılı bir biçimde öğrenirsiniz sanırım) insanlık dışı zulüm altında inletildik. O kadar aşağılık, o kadar canice şeyler gördüm ki, bugünlerde yaşamak bir işkence haline geldi.
İşte bu durumda Ölü korkulacak bir şey değil, şiddetle arzulanan bir olay, bir kurtuluş haline geldi. Böyle bir durumda insanın intihar ederek yaşamına son vermesi işten bile değildir. Ancak ben bu durumda irademi kullanarak, ne pahasına olursa olsun yaşamımı sürdürdüm.
Hem de ileride bir gün öldürüleceğimi bile bile. Sizlere bunları anlatmamın nedeni yaşamaktan bıktığım yada meselenin önemini, ciddiyetini kavramadığım gibi yanlış bir düşünceye kapılmamanız içindir. Bütün bu yapılanlar, başımdan geçenler, kinimi binlerce kez daha arttırdı ve mücadele azmimi körükledi.
Halka ve devrime olan inancımı yok edemedi. Mücadeleyi sonuna kadar, en iyi bir şekilde yürütmek ve yükseltmekten başka amacım yoktur.
Mesele benim açımdan kısaca böyle. Ancak sizin açınızdan daha farklı, daha zor olduğunu biliyorum.
Anne, baba ve evlat arasındaki sevgi çok güçlüdür, kolay kolay kaybolmaz. Ve evlat acısının da sizin için ne derece etkili olacağını biliyorum.
Ama ne kadar zor da olsa bu tür duygusal yönleri bir kenara bırakmanızı istiyorum. Şunu bilmenizi ve kabul etmenizi isterim ki, sizin binlerce evladınız var. Bunlardan daha niceleri katledilecek, yaşamlarını yitirecek, ama yok olmayacaklar. Mücadele devam edecek ve onlar mücadele alanlarında yaşayacaklar.
Sizlerden istediğim bunu böyle bilmeniz, daha iyi kavramaya çaba göstermenizdir. Zavallı ve çaresiz biriymiş gibi ardımdan ağlamanız beni yaralar. Bu konuda ne kadar güçlü, ne kadar cesur olursanız, beni o kadar mutlu edersiniz.
Hepinize özgür ve mutlu yaşam dilerim.
Devrimci selamlar
Oğlunuz Erdal...
12 yorum:
insan kendisi de 17 yaşında anlayamıyor 17 yaşında ölmenin ne demek olduğunu. bugün, 30 yaşındaysa sanki daha da zorlaştı 17 yaşında ölmeyi anlamak...
http://gueneslipazartesiler.blogspot.com/2010/12/resim.html
@ outlaw; anlaşılabilir bir durum değil ne yazık ki.
@ Melih; kusura bakma yorumu yayımlayamadım, benim için olmasa da senin için suç unsurudur, başının derde girmesini istemedim
Ozan abi selamlar,
Öncelikle beni düşündüğün için teşekkürler. Benim bildiğim (yanlış biliyorsam lütfen düzelt) şuçu ve şuçluyu övmek de suç yani 17 yaşına indirilen Ogün Samast ile foto çektirmek bu kapsama girmiyor mu? Bizim canımızı malımızı emanet ettiğmiz güvenlik güçleri bir katil ile foto çektirme yarışındalar. Nefret ediyorum artık bu topraklarda olmaktan. Canım ülkemiz ne hale geldi.
Melih ERTAN
@ melih, ogün için değil ampul kafa yorumun için...
Ozan abi selamlar,
Anladım zaten; ama allah aşkına söyle benzemiyor mu? =)
ikinci yorumda da söylemeye çalıştığım bizler hep korkuyoruz çekiniyoruz başımız derde girmesin diye upraşıyoruz; birileri ellerini kollarını sallaya sallaya geziyor. yaptıkları yanına kar kalıyor.
Bazıları da çocuk mahkemesinde yargılanıyor bu ülkede.....
Ne kadar insani,sıcak,samimi ve etkin bir yazı. Eline sağlık...
@ Adsız; okuduğunuz için ben teşekkür ederim...
http://www.milliyet.com.tr/ankara-da-bir-garip-polis-baskini-/turkiye/sondakika/13.12.2010/1325607/default.htm
O günleri polisi kullanarak geri getirmek isteyenler var. Çocuklarımızla restorana birlikte gidemeyeceğimiz günler de mi olacak? Bunlar gelecek seçimleri de alırlarsa bunlar iyi günlerimizmiş diye konuşuruz artık. Bence futbol konuşmayı bırakmalı bütün bloglar azar azar bunları sayfalarına taşımalı, artık ORTAK bir bilinç oluşturmalı. Yoksa gerçekten çok geç kalacağız...
@ Saunders82; valla eleman bu kadar salağın yaşadığı bir ülkede ne bekliyorsun ki? Açıkça söyleyeyim mi, birçok blog bunları yazamaz, çünkü reklam alıyorlar. Suçlamak için söylemiyorum tamamen tercih meselesidir ama o çok okunan blogların hiçbirinin bunu yapmaya götü yetmez.
Ne vakittir o hadiseye girmeyi düşünüyorum ama çok sevdiğim insanların da blogları oralarda o yüzden kimseyi kırmak istemiyorum. Yoksa söyleyecek çok lafım var.
Bu ülkedeki asalaklar, emin ol yarın öbür gün farklı bir sistemle çalışan ülkeye en çabuk şekilde uyum sağlarlar.
Bu ülke insanının hamuru bu; sığ, yalaka, sistemle kapışmaya götü yemeyen, iktidarı (siyasi iktidar anlamında söylemiyorum bunu) eleştirme kabiliyetinde ve yüreğini taşımayan insanlardan oluşuyoruz.
Söylesen bu adamlara "Biz futbol yazıyoruz, siyaset bizi ilgilendirmiyor" diye savunurlar kendilerini. Oysa bu ülkede olup biten her şey onları da ilgilendiriyor ama kafaları kumda, götleri dışarıda açık deve kuşu gibi duruyorlar.
Dediğim gibi çok kez yazacağım, yazacağım diyorum ama yazamıyorum. Medyayı eleştirip, medya gibi reklamla beslenmeye çalışan bir topluluk var çünkü. Blog-medya tartışmasında yazmıştım. Alayının beklentisi var, üç-beş reklam dışında. Ama ana akım medyaya her türlü lafı ederler, Rıdvan'dan tut Ercan'a kadar hepsini eleştirirler ama reklam aldıkları için tek kelime siyaset yazamazlar. Bazılarının yeteneği yok, bazılarınınsa götü yok bunu yapmaya.
Dediğim gibi, emin ol sisteme çok çabuk uyum sağlar bu tipler. Bak ülkeye 20 yıl önce güya herkes Atatürkçüydü. Bak kimse kalmadı. Bizde herkes kağıttan kahraman, kumdan kale modeli.
Yorma sen kendini Umutcan, kimse bir bok yiyemese, sen-ben ve bizim gibiler mücadele eder. Ama sen mücadele eder misin onu bilmiyorum. Cevap ver..
Ederim tabii öyle soru mu olur. Ama mal olmadan yapmak lazım. Şu sıra ülkeye Uğur Mumcu gibi araştırmacı gazeteciler gerekiyor. Ne demek istediğimi anladın sanırım.
http://www.aksam.com.tr/6.-filoyu-kimler-kible-yapip-namaza-durdu-274y.html
Okunmalı, okutmalı, paylaşmalı...
Yorum Gönder