24 Şubat 2011

10 soru 10 blogla haftanın değerlendirmesi



Giriş notu: Bugüne sarktığı için özür dilerim, iki gündür yorgan döşek durumdaydım, o yüzden hadiseye giremedim bile. Bundan sonra daha özenli olacağımdır. Tekrar kusura bakmasın, takip eden ve kafa patlatan herkes...

Fenerbahçe'nin derbide Beşiktaş'ı 4-2 yenmesinin başat faktörü senin için ne oldu?

Jesus Almeyda: Skora takılmamak lazım öncelikle. İlk devre Dia'nın direkten dönen topu, Ekrem'in oyundan atılmaması ve Rüştü'nün müthiş oyunu olmasa ilk devre 3 farkı bulabilirdi Fenerbahçe. Beşiktaş'ın Quaresma-Guti'den oluşan topsuz oyunda gözükmeyen ileri hattı müdafaya gelmeyince arkalarında Toraman ve Ekrem gibi iki vasat defans varsa -ki maçın sıradışılığı bu ikisinin de şu rezil oynadıkları maçta gol atmalarıdır- Fenerbahçe'nin Niang-Dia ikilisi ile ilk devre rakibi sürklase etmeleri çok normal.

30'dan sonra maç başındaki pres gücü kalmayan ve geriye yaslanan Fenerbahçe manzarası normaldi. O şekilde prese devam edemezlerdi. Lakin anormal olan Beşiktaş'a göre çok daha motive çok daha soğukkanlı ve çok daha "takım" olan Fenerbahçe'nin, Toraman'ın ikinci golünden sonra dağılmasıdır. Evet Beşiktaş ne kadar dağınık bir takım olursa olsun şu kadrosu ile en kötü ihtimal kontra hücumlarda rakibin darmadağın edebilir. Ekrem'in golünü de bir kontra golü sayabiliriz.

Almeida'nın kaçırdığı gol ciddi bir kırılma noktasıydı. Fenerbahçe öyle bir dağılma eşiğine gelmişti ki Almeida o golü atsaydı muhtemelen bu 4 gollü galibiyet Beşiktaş hanesine yazılmış olacaktı. Kaldı ki oyunun ilerleyişine baktığımızda Ferrari'nin saçma sapan kırmızı kartı ve penaltı olmasaydı da Fenerbahçe'nin gol atması ya da en azından gol yemeden bu golleri atması pek ihtimal dahilinde değildi. 2-2'den sonra ise Beşiktaş'nın berabere bile kalamayacağı aşikardı.

Hani bu durum Fenerbahçe'nin başına gelseydi 2-2'yi koruma ihtimalleri daha yüksekti. Ama Alex penaltıyı attığı an maçı Fenerbahçe'nin kazandığı da belli olmuştu. Fenerbahçe'nin önümüzdeki 3 hafta boyuna rakipleri şu dönemde üst üste yendikleri rakiplerine göre çok daha zayıflar. Bu 3 hafta sonunda Fenerbahçe TS'dan liderliği alıp puan farkını bile açmış olabilir.TT Arena'daki Galatasaray-Fenerbahçe derbisi çok enteresan sonuçlara yol açabilir diyeyim son olarak.

Son haftalarda alınan sonuçlar ve oyun görkemli Barcelona'yı aratır düzeyde. Barcelona'da bir düşüş mü var mı?

Eren Loğoğlu: Aslında yok.

Barça'nın kusursuzluk / başarı / kötü grafiğini belirleyen çok ince bir çizgi bulunuyor, ara pasının geçip geçmemesi, pasın şiddetinin her zamanki gibi ayarlanamaması, boşluklara sızan oyuncunun fark edilip, fark edilmemesi gibi eylemler üzerinden değerlendirme yapılabilecek. Bu liste uzar gider, gel gitleri olan bir anlayış onların oyununa bakış açısı, az gol attıkları zaman kötü oynuyor sanrısı yaratan.

Barça, aynı oranda topa sahip olmasına karşın 2. golü atamadığı iki maç yaşadı ve zorlanıyor gözüktü, pozisyonları değerlendirse muhtemelen bunlar konuşulmuyor olacaktı. Sadece Gijon maçında geriye düştüler, ona da geleceğim.

3 maçlık durumu maddeleyerek anlatacak olursam;
- Gijon maçında aşırıya kaçan rotasyon, Milito, Maxwell, Mascherano ve Afellay ile.

8 Dünya Kupası kazananı + Messi + Alves + sol bek = "Kusursuz Teorik Oyun" denklemi, kişisel tespit olarak söylüyorum ve eğer bu yapının herhangi bir parçası eksik olursa, kusursuzluk bozuluyor çünkü yerine konan ismin adaptasyonu sağlaması çok zor bir seviye var ortada.
Gijon maçında rotasyona giren oyuncuların hangi birine yetersiz denilebilir ki! Barça'nın felsefesine uyum sağlayıp verimli olmak bambaşka bir olgu ve Barça, kendisini altyapıya mahkum ediyor, yetişmek zorunda doğru, hatasız oynamak için ya da Arsenal, Villarreal gibi kendisine benzeyen takımlara yönelmek.

Onların en güzel özelliğiyse bizden farklı olarak, sabırlı olmaları, Afellay'ı da, Javier'i de zamanla çok daha iyi göreceğiz, felsefeyi kavramaları adına saatlerce Barça maçı seyrettiğinden bahseden oyuncular bunlar, pes etmeyen türden, yeryüzünün en güzel oyununu sergileyen takımının parçası olmak isteyenler.

- Gijon maçıyla ilintili, FIFA Virüsü, konsantrasyon kaybı ve erken yenilen gol ile yapılan soğuk duş.

- Puyol'un yokluğu. Savunmada rakibe, o ilk müdahaleleri yapan ve hücumları olgunlaşmadan bitiren savaşçı takımıyla sahaya çıkamıyor sakatlığından ötürü, Pique'nin üstün top tekniğine karşın, Puyol kadar savunma yönü güçlü bir oyuncu olmadığını Llorente karşısında gözlemledik.

- 2. golü bulamama hastalığı. Arsenal ve Bilbao maçları, cömertçe harcanan fırsatlar sonucunda, oyunu tehlikeye sokmak ve rakibe cesaret aşılamak.

- Guardiola'nın fanteziye kaçan bazı formasyon ve oyuncu denemeleri. Bilbao maçında 3 - 3 - 3 - 1 oynattı, Gijon maçında 65. dakikada yapılan değişikliklerle Xavi'nin daha geride oynatılması.

- Iniesta'nın bir süredir -hangi maçta olduğunu anımsayamadım- omzundan sakatlığı var ve maç sonlarında çıkmak zorunda kalıyor, Gijon maçında ona çok ihtiyaç varken oyundan çıkarılması. Sanırım atlattı, Bilbao maçında çok korkusuzdu.

- Ve belki de en önemlisi Messi'deki görece performans düşmesi. Pas hataları arttı, akıl almaz goller kaçırdı, driblingleri daha bir etkisizdi ancak onun da dün gece düzelme izlenimi uyandırdığını rahatlıkla belirtebilirim. Barça öyle zirvede duruyor ki, düşünün Messi'yi eleştirebiliyoruz, seviyeyi belirlediler çünkü.

- Arsenal maçı, ayrıca değerlendirilebilir. ŞL eleminasyon maçlarında hiç kazanamamak, Arsenal'in performansı gibi maçın kendine özel faktörleri de vardı.

- Pep'in sezon planlaması. Son 3 sezondaki puan kayıpları, aynı üç ay içersinde gerçekleşiyor. Sezonun başlangıcı Eylül, ortası Şubat ve sezon sonu,Mayıs. Barça, Hercules'e yenildiğinde ve Mallorca'ya puan kaybettiğinde de aynı endişeleri taşımıştı Barça sevdalıları, benzer argümanlar yine vardı ve Pep, Kasım sonunda zirve yapacağız söyleminde bulunuyordu, bir programı olduğunun işaretiydi bu açıklama.
Mayıs kayıpları, kesinleşen şampiyonluk sonrası gerçekleşti, ciddiye almamak gerekir. Şubat da bitmek üzre, tek maç kaldı, Mallorca, çok önemli.

Endişeye mahal yok! Tarihin en güzel futbolunu oynayanlar, bunun hazzını bizlere yaşatmaya ve futbolun adaleti için kazanmaya devam edecekler.

Futbolda haftanın en önemli gündem maddesi neydi?

Kayıp Zamanın Peşinde: Medyanın veyahut futbol ile ilgili olan mecraların yarattıkları gündemler vardır muhakkak. Ama benim gündemim farklı meselede takılıp kaldı geçen hafta itibariyle. O da dünya yıldızlarıyla bezeli ve başkanlarının ‘Dünya bizi konuşuyor’ dediği Beşiktaş’ın, bir hafta içerisinde kendi sahasında sekiz golü kalesinde görmesidir.
Beşiktaş’ın Fenerbahçe maçındaki skoru hak edip etmediği meselesi bir yana, ortada iki maçlık bir netice var. Bu bağlamda bana göre gündemi oluşturan en önemli şey, bazı hatalardan ders alamamak ve popülist adımların bir takımın kaderini olumsuz yönde çok etkilemesidir.
Siyah-beyazlıların en önemli rakiplerinden olan Sarı Kırmızılıların iki sezonda yıldızlarla neler yaşadığını dikkate almaması ve futbol yönetiminde söz sahibi olanların mantıklı atılımlardan ziyade koltuğu koruma derdinde olup popülist adımlar atması ilgi çekicidir.

Sarı-Kırmızılılar da zamanında bir çok yıldızı kadrosuna dahil etmiş ama kadronun bütünsel kalitesine önem vermeyip rotasyona yeterli kapasitedeki oyuncuları dahil etmediğinden asla bir takım olamamıştı.
Bu yüzden önü başka arkası başka telden çalıyordu. Bir futbol takımında ortak dilden konuşabilmek çok önemlidir. Bu dilin daha güzel, şiirsel ve sanat dokunuşlu olabilmesi için yeşil zeminde topun peşinde koşturanların aynı kalibrede yeterliliğe sahip olması gerektiği söylenebilir.

Galatasaray bunu başaramadığı için dengesiz ve başarısız bir takım olup çıkmıştı. Keza takım bile olamamıştı. Beşiktaş’ın bunlardan ders çıkarmayıp birkaç yıldız alarak kendisini dünya kulübü ilan etmesi, şampiyonluğun ve hatta UEFA Kupası’nın en büyük adaylarından biri olarak görmesi Türk futbolunun hayalperestliği olsa gerek. Ne de olsa hayal. Kurması bedava. Mantığa gerek bile duyulmaz.

Türk futbolunun yaşadığı büyük düşüş ortada. Bir çok insan nedenlerini sorgulasa da o kadar uzaklarda aramak gerekmiyor. Büyük takımların son yıllarda yaptıkları yanlış atılımlar ve dengesiz kadro kurmaları, onlarla özdeşleşmiş olan ‘kazanan takım’ olgusunu yerden yere vurmuş durumda. Artık peş peşe üç, dört maçını kazanan büyük takımlardan pek bahsedemiyoruz.
Bazen herhangi bir Anadolu takımından farksız top peşinde koştururken görüyoruz onları. Bazı Anadolu takımlarını da çok iyi atılımlar yaparken görüyoruz; Kayserispor ve Gaziantepspor gibi. Temelde, olayı sadece yabancı kalitesine bağlamak büyük bir yanlış.
Yerli kadro kalitesini sağlayan takımların daha dengeli olacağı su götürmez bir gerçek. Dinamo Kiev karşısında iki yerli oyuncuyla oynayan Beşiktaş’ın durumu ilginç bir anekdottur. Artık takımlar yıldızlara tomarla para harcayacaklarına, kendi öz kaynaklarından kaliteli oyuncular üretmenin peşini de bırakmamalıdır.

Nihayetinde gerçekler ortada. Dünya yıldızlarıyla bezeli olan ve dünyanın konuştuğu Beşiktaş, bu yıl yerden yere vurulan, bazen garibanları oynayan Galatasaray ile aynı puanda. Her iki takım da daha sağlıklı atılımlar yapan Kayserispor ve Gaziantepspor’un altındalar.
Ve an itibariyle iki büyük takımın durumu pek iç açıcı değil. Her ne kadar ileriki yıllara atılım yaptıklarını söyleseler de! Umalım ki sezon sonunda doğru adımları atarlar ve popülist kadro kurmanın peşine düşmezler. Sonrasında mı? Kendi düşen ağlamaz...

Trabzonspor 2 deplasman maçından sonra Kayseri ve Beşiktaş'la karşılaşacak. Bu iki maçta alınacak 6 puan Trabzonspor'un şampiyonluk şansını ne derece etkiler?

Ceza Sahası: Trabzonspor çok kritik bir dönemeçten geçiyor. İlk yarıda formu tavan yapmış Trabzonspor için geçerli değil elbette ve o Trabzonspor bu iki maçtan alınacak -en kötü- 4 puanla birlikte geri gelecektir. Ligin gidişatına baktığımızda zirvedeki iki takımdan biri en üst düzey formunu yakaladı.

Diğeriyse kendi formunun yarısında henüz. Trabzonspor ve Fenerbahçe'nin durumu bu. Fenerbahçe'nin bu tempoyu sürdürebilmesinin zor olduğunu tüm futbol tarihi istatistikleri söylüyor. Ve çok uzağa değil, ilk yarıya baktığımızda Trabzonspor'un formunu bulduğunda neler yapabileceğini de herkes görüyor.

Kısacası şu anda Fenerbahçe formuyla, Trabzonspor formsuzluğuyla şaşırtıyor ve her şey sezon normallerine döndüğünde -ki bu maçlar kritik bu normallere dönüşte- Trabzonspor'un ipi göğüsleyeceğine inanıyorum. Bu maçlarda kazanılacak 6 puan sadece Trabzonspor'u sezon normallerine döndürmeyecek, Fenerbahçe'nin de moralini bozacaktır mve dolayısıyla şampiyonluğa etkisi fazla olacaktır.

Beşiktaş taraftarı, hemen herkes tarafından maçın kaybedilmesinin sorumlusu Ferrari'yi çıkarken alkışladı. Benzer tavırlar diğer tribünlerde de oluyor. Rakibine vuran, tüküren, iten oyuncular neden baştacı yapılıyor. Taraftarın kötü anlamda bu denli baş aktör oyuncuyu alkışlarla uğurlaması için neler söylersin?

Evrensel Blok: Soruya, "taraftar" olmanın getirdiği psikolojiyi iyice anlayabilmek için okunması gerektiğini düşündüğüm ufak bir tavsiye ile başlayabilirim sanırım.

Sosyolog Roland Girtler'in Terbiyesizliğin Teorisi isimiyle türkçeye çevrilen kitabında, "futbol taraftarlarının terbiyesizliği" üzerine yerinde tespitler mevcuttur. Taraftar, esas itibariyle taşkın davranışlarda bulunan, terbiyesiz ve serseri toplulukların ismidir. Kendine özgü ritüelleri, alışkanlıkları söz konusudur.
Daha fazla klişe söz etmeden, çoğu taraftarın, maç saatleri dışındaki vakitlerinde gayet "normal" bireyler olduklarına dair hikayeleri de sıkça okuyoruz. Yani, taraftarlık, bir kısmi özgürlük alanı olarak, bireyin gündelik hayattaki sıkışıklığını küstahça sergileyebileceği bir mecra görevi görüyor. Bu yüzden, tükürmek, itmek, çekmek gibi "serserice" eylemler tabii ki taraftarlarca onay görecektir.

Bunun yanında, dizilişlerinin dahi basit savaş stratejilerine göndermede bulunduğu bir spor olan futbolda, tabii ki, diziliş veya takım tertibinin yanı sıra, oyun içi mücadele sırasında da sertlikler en hafif ifadeyle "gereklidir."
Çünkü az evvel bahsettiğimiz gibi, en başından, dizilişlerden itibaren, futbolda bir savaş atmosferi mevcut. Dolayısıyla, bir futbolcunun sırf rakibe zarar verdiği için alkışlanması, biraz da futbolun doğası gereğidir diyeyim daha fazla uzatmadan.

Beşiktaş ve Fenerbahçe arasında futbol açısından harika bir maç yaşadık. Neden sürekli başka şeyleri tartışıyoruz ve protokol tribününde yaşanan yumruklaşmalar için ne söyleyebilirsin?

Futbol Muhalifi: Bundan yaklaşık tam 20 sene önce yabancı takımlara karşı maç yaptığımızda şayet yağmur yağıp, saha çamura dönerse abimle söylediğimiz bir söz vardı: "Bizimkiler çamurda oynamaya alıştığı için bu maçı kaybetmeyebiliriz."

Günümüze bakınca da çamur yerini kaos ortamına bırakmış durumda. Nerede kaos orada biz. Gerek medya, gerek yöneticiler, gerekse biz izleyiciler bu kaos ortamından besleniyoruz. Yani bir futbol maçının olmazsa olmazı bizim için “kargaşa”dır. Maç oynandı bitti, ama hâlâ kartlardan bahsediyoruz. TRT tadında bir klip yapsa bir kanal inanın kimse izlemez. Ben bile izlemem arkadaş!
Yarım saat boyunca Lugano ve Ferrari’nin birbiriyle olan itişmesini izlemek daha keyifli. Şaka bir yana iyi maçlar oynandığı sürece işin kötü tarafı elbet azalacaktır.

Protokol tribününde yaşanan kargaşa için söyleyeceğim tek şey, o insanların egolarını başka yerlerde tatmin etmesidir. Sürekli sorun çıkartan bu tiplerden inanın nefret ediyorum.

Fenerbahçe derbiden 4-2 galibiyetle ve maç fazlasıyla liderliği olarak döndü. Bundan sonra ne olur?

Tribünsel Sevda: Derbinin ardından F.Bahçe'nin Kasımpaşa ve Konya'yla içerde, G.Birliği ile deplasmanda yapacağı 3 maçı var önünde. Sonrasında G.Saray deplasman ve Bursa'yla Kadıköyde karşılaşacak.

G.Saray maçına kadar yapılacak 3 maçtan kayıpsız çıkarsak eğer Arena'dan alacağımız beraberlik ve Bursa karşısında gelecek galibiyetle şampiyonluk yolunda çok büyük bir yol katetmiş oluruz.
Fikstüre baktığımızda tablo bu şekilde gözüküyor. Futbol olarak değerlendirdiğimizde şuan şampiyonluk mücadelesi veren takımların içerisinde birlik beraberlik bakımından en iddialısı F.Bahçe gözüküyor. Bu hava kaybedilmezse sene sonunda şampiyon olamamamız için hiçbir neden yok.

Schuster'in Sivok ve Bobo kararı derbinin sonucunu direkt olarak etkiledi mi?

Rakamla10: Bobo ve Sivok'un ilk on sekizde bile olmadığını vapurla Beşiktaş'a geçerken telefonuma gelen smsten öğrendim. Schuster'in oyuncu tercihlerine şaşırmıyoruz artık ama anlamak için de bayağı bir kafa yoruyoruz açıkcası.

Balık Pazarı'nda demlenirken eldeki mevcut kadro, ligdeki konum, üç gün önceki Avrupa hüsranı vesaire konuşulduktan sonra hepsi bir kenara bırakılıp maça dair umutlar tazelendi her maç öncesinde olduğu gibi. Kimileri kafasındaki "Yener miyiz?" sorusuna cevap ararken, ben nedense epey bir umutsuzdum. Nedense demek yersiz aslında nedenleri belliydi. Üç gün önceki oyun, ligin ikinci yarısındaki düşüş, Fener'in çıkışı, son yıllardaki bize karşı olan üstünlüğü ve Alex.

Fenerbahçe bir yana Alex bir yana bence. Bu adamın heykelini dikmezlerse ben üzülürüm. Neyse konu dağılmasın bize dönelim. Maç dün akşam iki kere gitti geldi.Uzun uzadıya maçın kritiğini yapmadan sorunun cevabına gelirsek ben tartışmasız olarak 'Evet' derim.

Maç 2-1 iken bariz bir üçüncü gol şansını kaçıran Almeida ve yok yere hem penaltıya sebebiyet verip hem de kırmızı kart görerek hüsranla bitecek olan gecenin fitilini ateşleyense Ferrari olunca bu soruya hayır demenin imkanı yok zaten. Ha tutup da denilirse "Canım hoca nerden bilsin Ferrari'nin böyle bir kart göreceğini?" buna bir şey diyemeyebiliriz belki ama Almeida tercihinde aynı durum söz konusu değil.

Altı senedir Türkiye'de oynayan, Fenerbahçe maçlarının atmosferini iyi bilen, bu takıma karşı bir çok kez gol bulan bir Bobo en azından kadroda olmalıydı. isim olarak bakıldığında belki yüz kere Almeida tercih edilir ama Fener maçı olunca iş farklı. Beşiktaş dün maçı iki değişik golle çevirdi, ilkinde Ekrem hayatı boyunca bir daha atamayacağı güzellikte bir gol bularak soyunma odasına daha az stresli gidilmesini sağladı.

Toraman da şanslı bir golle öne geçirdi Beşiktaş'ı. Bu dakikadan sonra öyle bir döndü ki oyun, eğer üçüncü gol gelse Beşiktaş farka koşacaktı, olmadı. Genele bakıldığında sağ kanadı koridor gibi kullanan Fenerbahçe Alex'in önderliğinde on kişi kalan rakibini rahat geçmiş oldu. Eksik kalınmasa ne olurduyu bilememenin gerçekliğiyle herhalde çoğunluk Beşiktaş'ın kazanacağında hem fikirdir.

Hakem de es geçtiği penaltı dışında kartlarında hep bize karşı bonkördü, UEFA hakemi ya (!) gördüğünü verdi, görmediklerini konuşmak da bize kaldı.

1 yorum:

Melih ERTAN dedi ki...

Ozan abi selamlar,
Ben de senin fikrini merak ediyorum bir konu ile ilgili. Aziz Yıldırım'ın Hacettepe (doping) ve Basketbol federasyonu ile ilgili açıklamalarının, neden kaybedilen ilk avrupa kupası maçından hemen sonra olduğunu düşünüyorsun?
Sevgiler
Melih ERTAN