16 Kasım 2012

Özledik

Bu ülke tarihinde linçlerin haddi hesabı yoktur. Gerçekleştirilen linçlerin pek çoğuna da medya çanak tutmuştur; uydurma haberlerle, en faşist, en gerici saldırılarla hem de. Aradan yıllar geçtikten sonra günah çıkartmalar başlar. "Aslında öyle demek istemedim", "Yanlış anlaşıldım", "Keşke olmasaydı" diye zevahiri kurtarmaya çabalarlar.

Şöyle bir dönüp baktığımda, medyanın 'Hayata Dönüş Operasyonu'nu nasıl sunduğu, yüzlerce insanı diri diri yakılmasında bazı basın kuruluşlarında yakılanların nasııl suçlandıkları, Maraş'ta, Çorum'da yaşananlar, İstanbul'daki azınlıklara karşı gerçekleştirilen 6-7 Eylül olayları ve daha pek çokları.
Kitlesel olaylar dışında, bireysel linç de, hatrı sayılır derecede yaşandı Türkiye'de.

Ahmet Kaya da, linç kültüründen nasibini alanlardandı, söylediği bir cümle için: Yeni albümüme Kürtçe şarkı koymak istiyorum ve bir de klip çekeceğim.

Sadece ve sadece bu cümleyi kurduğu için hedef tahtasına oturtuldu. Koskoca (!) ülke işi gücü bıraktı ve Ahmet Kaya ile yatıp kalkmaya başladı. Kasetleri yakıldı, parçalandı ve en sonunda ülkesinden gönderilmek zorunda bırakıldı. Bir insanı doğduğu topraklardan ayırmak, onu başka bir ülkede yaşamaya zorlamak kadar aşağılık bir şey olamaz. 12 Eylül'de de, Ahmet Kaya gibi binlerce insan topraklarından kopartıldı, keza 6-7 Eylül olaylarında da aynı şeyi yaşadı.

O gün, Ahmet Kaya'ya çatal-bıçak fırlatanlar, o salonda linç edilmesine uğraşanlar, yıllar sonra "Bugün aynı şey olsa böyle bir tepki asla göstermem", "Bugün o manşeti atmazdım", "Bugün olsa o yazıyı yazmazdım", "Ama o dönem farklıydı" diyerek, suçlarını hafifletmeye çalışıyor.

Oysa bugün de aynı faşist tepkileri verirlerdi, hatta çok daha ağırlarını yazarlardı. 12 yıl önce atılan "Vay Şerefsiz" başlığı ile "Dışarıda kuzu kebap, içeride açlık grevi" arasında ne fark ki? Ya da 12 yıl önce atılan "Bölücü yavşak" başlığı ile Salih Memecan'ın açlık grevlerine ilişkin "Kutlayalım arkadaşlar" çok mu farklılık gösteriyor?

Demokrasi, özgürlük, insan hakları v.s. v.s. adına ne derseniz deyin, ismini ne koyarsanız koyun, herkesin yüreğinden vicdansızlık akıyor. Birilerinin ölecek olmasına "Gebersin şerefsizler" diyebilecek kadar yürekleri buz tutmuş halde ortalarda dolanıyorlar. Ülkenin başbakanı, haberin yalan olduğu ortaya çıkmasına rağmen halen "Onlar açlık grevi yapıyor vekilleri ciğer yiyor" diyecek kadar pervasız açıklamalar yapıyor, üstelik bunu söylemesinden 3-5 gün önce "Türkiye'de ölüm orucunda sadece bir kişi var" demişken.

Ahmet Kaya'nın 'Başkaldırıyorum' şarkısında söylediği gibi, "Başını kuma saklayanlardan tiksindim", tiksinmeye de devam edeceğim.

Kiminle konuşsanız 'demokrat' ama sadece kendisi gibi düşününler için. Demokrasi denen olguya inanmadığımı defalarca söyledim, yineleyeyim. Çünkü eğer Gazze'de bombalanan halk için tepki verip, bedenini ölüme yatıran insanlara kayıtsız kalıyorsanız, demokratlığınızı sikeyim. Ya da tam tersi, fark etmez.

Ahmet Kaya; direncin, sevdanın, özlemin, hasretin, umudun sesiydi. Bu ülkeden kopartıp attınız atmasına da, yüzlerce şarkısının gönül teli titretmesine engel olamadınız, gerisi laf ü güzaf.

Sesin imdada yetişmese ne yapardık bilmem.

Özledik be Gözüm, özledik.

Dinlersiniz

Hiç yorum yok: