Burada zaman zaman gidenlerin ardından birkaç kelam etmek gelenek halini aldı. Bugün de, o günlerden biri. Yani 9 Eylül 1984'te kaybettiğimiz, Türkiye'yi yeni, yakıcı ve gerçekçi bir sinema anlayışı ile tanıştıran Yılmaz Güney'in ölüm yıldönümü.
Toplum olarak nekrofili hastasıyızdır. Yaşayanlardan çok, ölenleri severiz. Arkasından ağıtlar yakmaya, ağlamaya bayılırız. Yaşamında göstermediğimiz saygıyı ve sevgiyi öldükten sonra göstermeye çalışır, elimize yüzümüze bulaştırırız. Ancak Yılmaz Güney bunlardan biri değil. Her sanatçının yaptığı gibi eserleriyle, geride bıraktıklarıyla hâlâ yanı başımızda duruyor.
Çukurova toprağından çıkan insanlar bir başka güzel oluyor, saymaya gerek yok. Bu toplumu iyi özümsemiş, fotoğrafını çeker gibi anlatan insanlar çıkartıyor. Yılmaz Güney de, bunlardan biri. Sinemasında acıları, tüm çıplaklığı ile anlatır. Aracı olmadan, gönderme yapmadan, net ve açık söyler fikrini.
Sanatçılığını ölçmeye benim çapım yetmez, ama şunu söylemek gerekir ki; Yılmaz Güney, sinemada senaryodan kurguya, imkânsızlıklar karşısında ürettiği fikirlerle sinemanın tamamına hakim ender yönetmenlerden birisidir.
O hem iyi bir sinemacı, hem yiğit bir savaşçı hem de adam gibi bir adamdı. O bitirsin, biz susalım...
"Arkadaşlar! Dışarda bir şeyler oluyor farkında mısınız? Uykuda olanları sarsın, uyandırın. Herkese söyleyin, yakında ışıklar kesilebilir. Karanlıkta ne yapacaksınız?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder