UĞUR'UN YORUMU
Selamlar, Blogunda inatla sadece yazı yazmakla gazeteci olunmayacağını vurgulamışsın ki eğer ben yanılmıyorsam bu ısrarlı ithamlarının muhattabı benim. Şaşırdım demeyeyim ama böyle bir rahatsızlığı olan insan bir mail falan atar, ne bileyim Uğur, ben Ozan abin der. En olmadı, telefonum var abicim rehberinde, Uğur sen ne halt ediyorsun o gazetede de. Aç bir sor, öğren. Blog üstünden şov yapmışsın resmen, onu geçiyorum.
Yahu allah aşkına, gerçekten durumum hakkında bir bok bilmeden inatla aynı şeyleri yazıp durmuşsun. Bana spot/başlık dersi veriyorsun. Yahu, gazetedeki spotların, başlıkların birçoğu benim elimden geçiyor. 1200 vuruşa düşür dediğin şeyi bir senedir istisnasız her gün yapıyorum, izin günlerimde bile dışarıdan yapar gönderirim. Benim sadece "blog yazısı" gönderdiğimi ve yayınlattığımı sanıyorsan kusura bakma ama hakikaten saflıktır bu, en hafif tabirle.
Taraf şartları berbat bir gazete, matbaası yok, maçlar 5 dakika içinde geçiliyor. Serviste kişi sayısı az, çoğu zaman iki kişi nöbete kalarak hallediyoruz bütün işleri. Bir gazetecinin, hadi kutsal atıfınızı bozmayalım, ediörün yaşayacağı en zor anları birebir yaşadım. Son anda başlık da yazdım, spot da yazdım, 30 saniyeye geçmemiz gerekiyor denirken tashih de yaptım. Gerektiğinde skoru değiştirmeyi unuttuğum da oldu, hata da yaptık yani. Son zamanlar maç yazısı da yazdım, yetiştirmeye uğraştım, onun zorluğu da farklı.
Şu yazıyı 1200 vuruşa kısalt. Hahah. Hakikaten komik ya. Ulan bir senedir istisnasız her gün saatlerce yaptığım işi ders olarak veriyor adam bana. Gazeteci kimliğin var herhalde (öyle bir anlatmışsın ki, illa vardır. Yoksa bunları unları yazdığıma hakikaten pişman olacağım), "Blog yazarlığıyla gazetecilik aynı şey değil" demek için bir bok bilmeden bana sallamak zorunda mıydın? Ulan bunu bana sorsan ben de söylerim sana zaten. Haber dili, spot dili, başlık esprisi, bunların blog yazısı yazmakla alakası yok elbette. Varsayımla gider yaparsan, karşındakiyle yüz yüze bir kez bile konuşmadan atıp tutarsan böyle komik duruma düşersin.
İnsanlar hakikaten dışarıdan istediği gibi görüyor. Benim dayıoğlu var gazetenin başında, ben sadece blog yazısı gibi yazıp gönderiyorum, di' mi? :( Ahahah. Emin ol, öyle...
Aslında daha da komiği senin beni blog kimliği dışında da görmüş olman. Diğerleri neyse, ben derdimi anlattım, anlamayana davul zurna az der geçerim de senin yazıların gerçekten garip. Daha da ötesi her gün yaptığım işleri bana hayatımda hiç duymamışım gibi ev ödevi vermen.
Ne dersem dinlemeyeceksin, zaten sakalım da çok yok hani. Utanmadan birilerinin hak ettiği noktayı da çalıyormuşum gibi yazman en komiği. Şöyle diyeyim, bizim serviste altı yazar/editör çalışıyor, gazetecilik eğitimi almış kişi sayısı bir. Ki beni de en çok beğenen adamdır, ironik bir şekilde. Bu kadar gazeteciyim, biliyorum ayağına yatan birinin orada var olmanın kolay olmadığını bilmesi gerekir en azından. Biliyorsan da yozlaşmış gazetecilik sistemini benim üzerimden düzeltmeye kalkıyorsan hakikaten hayallerde yaşıyorsun. Senin beni eleştirmenin tek kriteri eleştirebilecek kadar somut biri olmam. İster şımarıklık de, ister başka şey. Şu blog bu kadar okunmasa skinde bile olmazdı gazetede çalışmam, umrunda da olmazdı. Bu kadar da nettir bu olay.
Hadi sana iyi dersler. Ben o dersi çoktan verdim...
Tamam, bu tartışmayı bu şekilde sürdürmek istemem zaten, mail atıyorum birazdan.
Son olarak. Şimdi ilk mesajımı okudum ve özellikle dilinden rahatsız oldum. Normalde böyle yazdmadığım bilinir ancak bir süredir sessiz kalmayı tercih etmeme rağmen inatla benim işim ve blog yazarlığım üstünden kişiliğimin yargılanmasından sıkıldım. Burada yazılmaya çalışılanların bu kadar dar olmadığını biliyorum ama alt mesajda sürekli bu izlenimi alıyorum ve insan 'tanıdık' dediği, iletişime geçebileceği birinden de bunları ısrarla okuyunca sinirleniyor, üzülüyor. Yazdıklarım için değil ama üslubum için okuyucular af buyursunlar. En azından kendi adıma bu rahatsızlığımı dile getireyim istedim.
Ozan abiden de ricam, bu yorumu yazının sonuna eklemesidir...
UĞUR'A YANIT
Uğur çok dolmuşsun sen. Aldığın dersler ve gazeteci olma hassasiyetin için de bravo sana. Yazdığım hiçbir şeyde utanmadım, yaptığım hiçbir şeyde de utanmadım.
Bloğunun ne kadar okunduğuna hiç takılmadım, sadece senin değil, kimsenin bloğunun ne kadar okunduğu beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Aslında senin özelinde, senin bloğunun okunmasına da sevinmişimdir. Ama o kadar aptalca bir savunma içindesiniz ki, orada yazılanların ne anlama geldiğini bilmeyecek noktadasınız.
1 senedir ders olarak yaptığın şeyden ekmek yiyorum ben, okulunu okudum, o istisnasız her gün saatlerce iş olarak yaptığın şeyin yani. "Gazeteci kimliğin var herhalde" ve "Ulan bunu bana sorsan ben de söylerim sana zaten" cümlelerine yanıt vermeyi kendi dilimde yapmak isterdim fakat iki kelime muhabbet etmişliğimizin hatırına sadece şöyle yanıtlayayım, "Ulan sen ortaokul koridorlarında dolanırken, ben bu işe redaktörlükle başlamıştım" şeklinde yanıtlarsam, cevap vermiş olurum diye düşünüyorum.
Israrla anlamayacak ve götünüzden anlayacaksınız değil mi? Yaptığın işi, nasıl yaptığını bilmiyorum ben? Gerçi sen "1 yıldır istisnasız her gün bu işi yaptığın" için, senden iyi kimse bilemez o şartları, haklısın. Epey vaktini harcamışsın, biz senin yanında ancak saygıyla eğiliriz.
Şimdi hepsini bırakalım, başka noktaya gelelim. Madde madde yazayım, o zaman daha iyi anlarsın. Gerçi sen "İstisnasız bir yıldır bu işi yapıyorsun", düzyazı olarak da anlarsın.
1. 2 aydır gözlerimin önünde bu işe senelerini vermiş adamların işsiz kalmasını görüyorum. Hayatının hiçbir bölümünde gazeteden atıldığını, elektronik kartının girişte iptal olduğu an anlayan gazeteci gördün mü? Senin Taraf'ta geçirdiğin koca koca 1 yılda muhtemelen görmemişsindir.
İşten atıldığından ötürü ev kirasını ödeyemeyen 50 yaşında adamın çocuk gibi hüngür hüngür ağladığını gördün mü? Ona da rastlamamışsındır koca koca geçirdiğin bir senede.
İşte sistemin tam bu noktasına itiraz ediyorum. Sana üç kuruş vererek, ağzına elma şekeri sokuşturup, yıllarını bu işe vermiş adamlar yerine ne oldukları belirsiz insanları işe almalarına itiraz ediyorum. Ama bunu anlamanı ya da anlamanızı beklemiyorum. Çünkü o sistemin içine bugün siz entegre ediliyorsunuz. Yarın benzer şeyleri yaşayacaksın, madem bu işi yapmaya devam edeceksin o zaman hazırlıklı ol benzerlerini yaşamaya.
2. Bu meslekte o koca koca bir yılın bitip, 10'lu, 20 'li yıllara geldiğinde, çalışma arkadaşlarının, 'abi' diye seslendiğin insanların yerini -üstelik bu adamlar yıllarını vermiş adamlarsa- 300-500 liraya çalışmaya razı olan, grev kırıcılar benzeri yeni yetmeler almaya başladığı an, şu an sana yazdıklarımı hatırlayıverirsin, hatta bugün 'hasiktir lan' diye okuduğun cümleler tokat gibi çarpar suratına.
3. Bu işi blogger'ların da yapacağını, emek verdikten, dirsek çürüttükten sonra sadece blogger'ların değil herkesin yapabileceğini söylemişken, "Ulan bir senedir istisnasız her gün saatlerce yaptığım işi ders olarak veriyor adam bana" ifadeni direkt olarak yaşına veriyorum.
Bu işi senelerce yaptıktan sonra anlayacaksın ki, bildiklerin, bilmediklerinin yarısı kadar. Gazetede geçirdiğin bir yılın, meslek hayatında okyanusta kum tanesi olduğunu ve öğrenmen gereken tonlarca şey olduğunu anladığın zaman da, vicdanın bana hak verecektir, emin ol.
Daha uzun uzun sıralardım nedenlerimi, uzun uzun yazardım ama belli ki 'sen olmuşsun', ifadelerinden o anlaşılıyor. Bana komiksin demişsin ya, aslında şu cevabı sadece muhabbet etmişliğimizin hatırına yazıyorum. Yoksa "Ulan bir senedir istisnasız her gün saatlerce yaptığım işi ders olarak veriyor adam bana." yazan birine cevap bile vermezdim. Bir yıl demek vay anasını be. Senden öğreneceğim çok şey var.
Sıkıntı nedir, söyleyeyim mi?
Sıkıntı sözleşmeli öğretmen Ahmet Fazlı Elçi'nin hamallık yapmasıdır.
Sıkıntı okuyabilmek için Ömer Çetin'in 20 metreden betona çakılmasıdır.
Sıkıntı 3 aydır maaş alamayan gazetecinin evde eşinden para isterken, salya-sümük ağlamasıdır.
Sıkıntı, mesleğini yapamadığı için Kartal köprüsü üstünde, sabahın 3'ünde kalkıp eşinin yaptığı poğaçaları satan gazetecinin her telefon çalışında "Acaba iş teklifi mi?" geldi diye heyecanlanmasıdır.
Sıkıntı, işsiz gazetecinin 300 lira ve iş umuduyla İŞKUR kurslarında sürünmesidir.
Daha yazayım mı? İster misin?
Yarın git Şahin Bayar'a aynen bana yazdığın cümleleri sırala, "Ulan bir senedir istisnasız her gün saatlerce yaptığım işi Ozan denen lavuk bana ders olarak veriyor. Bu herifin gazeteci kimliği nedir ki?" diye sor. O sana anlatsın? Benim anlattıklarıma inanmazsan, bir de ondan dinle bakalım.
Hatta bugün yaşadığını söylediğin sıkıntılarla, Şahin'le birlikte çalıştığımız senelerde yaşadığımız sıkıntıları karşılaştırmasını iste ondan. Mutlaka git ve dinle bakalım.
Madem ki dersini çoktan verdin bu da sana hayat dersi olsun...
7 yorum:
Bu tarz tartışmaların yaşanmaması blog camiası için çok iyi olurdu ancak söylediklerine katılmamakta imkansız...Referandum sonrası bende stajyer olarak bir gazete de başlayacağım bir sorun çıkmazsa ama bu tarz şeylerden çekinmiyor değilim :/
bütün bu tartışmaları en başından beri takip ediyorum, stalker, borges, burası vs en başından.
ve seni de merak ettim abi şimdi etmedim desem yalan. bende dmc deyim de o açıdan :)
Abicim, ben 22 yaşındayım zaten, kaç senedir bir bu işin içinde olmamı bekliyorsun? Bana "Sen önce 1200 vuruşa düşürmeyi öğren" diyen sen misin, değil misin? Eğer sensen ben de bu işi zaten yapıyorum deme hakkına sahibim.
Gazetecilik etkin bir sendikası olmayan, hakikaten nankör bir meslek. Sana katılmamak elde değil ama kalkıp bunu niye benim için kendimce önemli bir deneyim olan işim üzerinden tanımlıyorsun. Az çok muhabbetimiz var demişsin ama bu muhabbet en azından bana laf atarken adımı kullanmanı gerektirirdi, "Uğur ne ayak" demeni gerektirirdi.
Taraf gazetesinde düzenli çalışan insanlar dahi maaşlarını alamıyor. Gencecik, 23 yaşındaki kadın sayfa sekreteri arkadaşım ağlayarak işi bıraktı. Bunları ben bilmiyor muyum sanıyorsun? Yazdığın son bölüme kesinlikle katılıyorum ayrıca, onu dışarıda bırakıyorum ama bana şunu söyle: Benim ne yapmamı bekliyorsun?
Tabiri caizse insanların hayatlarının en az altı günün satın alındığı, karşılığında üç kuruş verildiği bir dünya gerçekten burası. Şartlar berbat. Gerçekten emekçi çok insan var ve benle gelip "Bu işe kendini bağlama" diye nasihat eden çok güzel insanlar da var. Ama sana temin ederim ki ben o gazeteye gitmesem benim yerime maaşını düzgün ödeyecekleri, bu işe emek vermiş, X bir kişi getirilmeyecek oraya. Sistem eleştirisini tutup en alttan başlatman çok yanlış. Blogger'ların medyaya geçişi gibi taş çatlasa 3-4 kişiyle sınırlı bir mevzudan koskoca gazetecilik sektörünün sorunlarını benim omzuma yüklüyorsun abi. Adil midir bu sence?
Ben de insanım ve sinirleniyorum. Her gün yaptığım işe de "Adam ol, önce 1200 vuruşa kısaltmayı öğren ooolum" dedirtmek istemiyorum, bundan doğal bir şey olamaz. Sana saygım vardı(r), burada çok güzel yazılar okumuşluğum da var ama ödev verdim sana deyip iki gün sonra cevap gelmedi diye böbürleniyorsun üstelik. Böyle başa böyle tarak bile fazla iyi abi...
Eğer Uğurcum, gel adam gibi konuşalım, dertleşelim desen sanki konuşmayacağız. Sanki ne zaman görsem Ozan abi, nasılsın demedik, yüzümüzü döndük... Ayıp yahu, vallahi ayıp.
Ulan ne mühim bir işmiş yaptığım, birisi medya sektöründen çakar, öbürü "Sen bloggersın, blogger kal" der. Ben gazeteci değilim, muhtemelen de gazeticiliğin ne olduğunu az çok görmüş bir yazar olarak kalacağım hep. Blog yazarı olabilirim ama ondan önce başka yerlerde de yazardım. Ben benim, Uğur'un, niye beni bir kalıba döküp dünyadaki sömürü düzeninin baş sorumulusu gibi yargılıyorsunuz? Bu tepkiyi ben sırtlanmayacağım. Borges de sırtlanmamalı, X bir kişi de... Bu olay üstünden mevcut sektörün yanlışlığna değin ama kimsenin zehrini benim ve blogumun üstüne akıtmaya hakkı yok. Orası da benim emeğim, beğenmeyen de saygı duysun...
@ Uğur, kurupiyaz@gmail.com oraya yazarsan sevinirim, mail adresini bilmiyorum, outlook kullanmıyorum o yüzden kıvıramadım adresini. yoksa bu yazıyı buraya değil oraya yollayacaktım. mesaj olarak at, ben sana yazarım
Tamam, bu tartışmayı bu şekilde sürdürmek istemem zaten, mail atıyorum birazdan.
Son olarak. Şimdi ilk mesajımı okudum ve özellikle dilinden rahatsız oldum. Normalde böyle yazdmadığım bilinir ancak bir süredir sessiz kalmayı tercih etmeme rağmen inatla benim işim ve blog yazarlığım üstünden kişiliğimin yargılanmasından sıkıldım. Burada yazılmaya çalışılanların bu kadar dar olmadığını biliyorum ama alt mesajda sürekli bu izlenimi alıyorum ve insan 'tanıdık' dediği, iletişime geçebileceği birinden de bunları ısrarla okuyunca sinirleniyor, üzülüyor. Yazdıklarım için değil ama üslubum için okuyucular af buyursunlar. En azından kendi adıma bu rahatsızlığımı dile getireyim istedim.
Ozan abiden de ricam, bu yorumu yazının sonuna eklemesidir...
Yorum Gönder